The Ruling of Prayer Salah and Kilmaya Türkçe Turkish language Namaz Ve Kilmayanin Hükmü
İbn-i Kayyim el-Cevziye
TAKDİM
Hamd Allah’adır (c.c.). O’na hamdeder,
O’ndan yardım ister, O’ndan hidayet diler, O’ndan mağfiret ister ve O’ndan
irşad taleb ederiz.
Nefislerimizin
şerrinden amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız.
Allah’dan (c.c.) başka
ilahın olmadığına Muhammed’in de (s.a.v.) O’nun kulu ve Rasulu olduğuna şehadet
ederim.
“Ey İnsanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da zevcesini vareden,
her ikisinden de birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi
adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah’dan ve akrabalık (bağını) kesmekten sakının.”1
(1) şeyh M. Nasuriddin el-Elbani’nin “Hutbe-i Hace”sine
bakınız. Mekteb-i İslamiyye matbaası.
“Namaz ve
Terkedenin Hükmü” adlı bu kitap; İmam, Hafız Muhammed b. Ebibekr diye bilinen
“İbni Kayyim el-Cevziyye”nin eseridir. Allah (c.c.) toprağını pâk eylesin,
mağfiret ve râzılık bulutları ile sulasın.
Başında da açıklandığı üzere bu eser namazla ilgili İbni Kayyim’e (rh.a.)
cevap vermesi için yöneltilmiş on tane meseleden
oluşmaktadır.
Öyleki İbni Kayyim
(rh.a.) bu sorulara ne de güzel cevap vermiştir. Nitekim kendisi bu sorulara yüksek dikkat isteyen ilmi, kitap ve
sünnetdeki nasslardan kokusunu alarak ve derin bir fehim ile cevap vermiştir. Fakihlerin sözleri ve delillerini de aynı şekilde, haddinden fazlasını ziyadeleştirmeye bırakmıştır.
İbni Kayyim bu
meselelerden herbiri soru için imamların görüşlerini ve mezheplerini de arzetmiş, bunlardan herbirisi için, ek bir açıklama mahiyetinde akli ve nakli
delilleri de toplamayı öngörmüştür. Hatta okuyan
kişi burada İbni Kayyim’in tercih ettiği, desteklediği ve bina kıldığı bir
mu’temid görüşün olduğunu da vehmedebilir. Ancak başkasında delilden sonra, ona bir kaideyi getirmeden bir delili techiz
edipte teskinleme yoluna girmez. Nitekim yerlerini dümdüz eder. Sen orada
alçaklık da yükseklik de göremeyeceksin. İşte bu da imamlar ve ravilerden alınan sarfı nazar sonucu bunun hakk
olduğu konusunda, O’nun görüpte tercih yapmasından sonraki kendisine ait
metodudur.
İbni Kayyim (rh.a.)
şüphesiz bu meydanın farisidir. Nasıl böyle olmasın ki! Onda hiç
şüphesiz başka bir imamda bulunmayan özellikler vardır. Bu da, tıpkı hayat
hikayesinde denildiği gibi: “(Kendisi) İmam, fakih, müfessir, usulcü, muhaddis,
müctehid ve nahivcidir...” vs.
Ailmler onun faziletli ve (ilimde) önder
şahsiyetlerden olduğuna şahitlik etmektedirler. Nitekim İbni Receb “Zeylu
Tabakati’l-Hanabile” adlı eserde: 2/447 şöyle demiştir: Zehebi (rh.a.)
“muhtasar” adlı kitabında şöyle demiştir:
“Kendisi hadis, fenni ve bazı ricâli
hakkında meşguliyeti olup, fıkıhla uğraşırdı. Yaptığı takrirlerde ise mucid bir
kimse idi. Nahiv ilminde ise söz sahibiydi”. Devamla şöyle demiştir: “Kendisi
(rh.a.) ibadete düşkün olup teheccüd kılan, son derece uzun namaz kılan,
gecelere dek yoğunlaştıran ve zikirle meşgul olan birisiydi. Allah (c.c.)
sevgisine, inabete, istiğfar etmeye, Allah’a (c.c.), iftikârda bulunmaya ve
O’ndan dilenmeye âşık olan birisiydi. İbâdeti iyi yapmadığı vakitte bunu özüne
atar (ihlâsı isterdi). Ben Onun (rh.a.) gibisini görmedim. Onun gibi ilmi geniş
birisini de hiç görmedim. Kur’an-ı Kerim’i, Sünnet ve bundan türeyen imanın
hakikatlarını da O’ndan daha iyi bileni de görmedim. Kendisi masum değildir.
Lakin bu manada O’nun gibisini görmedim. Birçok kitabı olup, bu elimizdeki:
“Namaz ve terkedenin Hükmü” adlı kitabı da bunlar arasından zikretmiştir.”
Hafız İbni Hacer “ed-Dürer el-Kamine”:
3/400 adlı eserde şöyle demiştir: “ibni Kayyim (rh.a.) içi sızlayan, ilmi
geniş, selefin mezhebini ihtilaflarıyla bilen bir kişi idi. Kendisi İbni
Teymiyye’nin (rh.a.) aşığı olup, O’nun sözlerinden dışarı çıkmamış bilakis
bütün hayatı boyunca O’na destek çıkmış, kitaplarını da tehzib etmiştir.”
Devamla şöyle demiştir: “sabah namazını kıldığı vakit (belirli) yerine oturur
gündüz vakti yükselene kadar Allah’ı zikrederdi ve:
“Bu benim sabah yürüyüşüm (antremanım)’dır.
şayet böyle oturup da bunu yapmayacak olsam kuvvetim azalır” derdi. Kendisi
aynı zamanda şöylede derdi: “Sabır ve fakirlikle dinde imam olan yükselir.”
Kendisi bir defasında ise: “Dinde süluk eden kişinin kendisine kolaylık
sağlıyacağı ve terakki kılacağı bir himmet (melekesi), aynı zamanda yol
gösterip, basiret verecek bir de ilmi olması lazım” demiştir.
İbni Kesir şöyle demiştir: “İbni Kayyim’in
(rh.a.) güzel kıraâtı ve ahlakı bulunmaktaydı. Çokça huşusu olup hiçkimseye
hased etmezdi. Kimseye de eziyet etmez, kimseyi ayıplamaz, kimseyle de dalga
geçmezdi. Ben de O’nunla birlikte arkadaşlık edenlerden birisiydim. Onu da çok
sevenlerdenim.”
İbni Kayyim’de bütün bu işlerin hepsinde
belirli bir prensibe uyduğu söz konusudur. Nitekim kendisinin bunda yüce bir
metodu vardır. Aynı zamanda O mücahid olan İbni Teymiyye’nin (rh.a.)
talebesidir. Öyleki kendisi onunla beraber uzun bir müddet devamlıca kalmış,
hapiste yanında bulunmuş, O’na terbiyeyi ahdetmede, nasihatlar biçmede önemli
rol oynamıştır. Kendisine hep hak ve doğru olan şeyleri vermede tevcihatlı
bulunmuştur. Öyleki kendisi de İbni Teymiyye’nin ilminin taşıyıcısı olmuş ve
-Hafız İbni Hacer’den naklettiğimiz gibi- kitaplarını da tehzib etmiştir.
İbni Kayyim bizlere, hocası olan İbni
Teymiyye’nin (rh.a.) kendisine yöneltmiş olduğu birçok konuyu anlatmış ve
nakletmiştir. “Miftahu Daris-Seade” adlı eserinde: (148) şöyle demiştir:
“şeyhu’l-İslam (rh.a.) bana şöyle demiştir: -ki ben ona her istekten sonra bir
başka istek üzere virdde kıldım- “Kalbini boş şeylerle ve şüphelerle doldurmak
satın aldığın bir sünger gibidir bu. Bu da ancak kendisini (sıkmak suretiyle)
su verir. Ona çocukların eğlendirildikleri bir balon gibi kıl. şüpheler
zahirleriyle geçer gider ve kalpte bulunmaz artık o zaman şekliyle görülür,
yanlışından da korunulur. Aksi takdirde kalbinde bütün şüpheleri içerecek
(bulunduracak) olursan sana geliverir. O zaman da şüpheleri takrir eden oluverirsin.
İbni Kayyim şöyle demiştir: “Ben bu
vasiyyet gibi bana şüpheleri defedip bana fayda verecek başka bir vasiyyet
görmedim.”2
(2) Konu
hakkında geniş bilgi için İbni Teymiyye’nin hayat hikayesine bakınız. (şeyh
Baytar)
Aynı zamanda; “E’lâm el-İliyye” adlı
Bezzâr’ın eserine “Reddu’l-Vâfir” adlı İbni Nâsıriddin’in eserine bakınız. Her
iki eserde Zübeyr eş-şâviş hocanın tahkik ettiği eserlerdir. Hepsi de Mektebi
İslamiyye Matbaısında tabedilmiştir.
Her ikisinin de hedefi; Allah’ın (c.c.)
kitabı ve Nebi’nin sünnetine davet etmek, hayatın her safhasında bunlarla
hükmolunmayı, fikir hürriyetine götürmek, kişiyi, Rasulullah’dan (s.a.v.) varid
olan (hadislere vs.) ye muhalifliğe götüren taklidi yıkma yoluna davet
etmektir.
şüphesiz İbni Kayyim (rh.a.) “İ’lâmu’l-Muvakki’in
an Rabbil Alemin” adlı kitabında bu konu etrafında şükran borcu olunan bu
gayret sarfetme yoluna ayak basmıştır. Bu konu ile ilgili olarak sahabenin,
sonra tabiinin sonra da tabi et-tabiin’in ve daha sonra da imamların mahreçleri
hakkında delillerini öne sürmüş, kendilerine arzedilen bu soruların konumlarını
belirtmiştir. şöyle demiştir: “Sahabeye gelince: Onlar Nebi (s.a.v.)’in
sünnetinden sorarlardı. Tıpkı İbni Abbas ve başkalarının yaptığı gibi. Öyleki
onlar müminlerin annelerine Peygamberin evde yaptığı işlerinden soru
sormuşlardır.
Tabiine gelince; onlar
da sahabeden sünneti soruyorlardı. Sonra da tabiine tabi olan geldi ve
kendileri de tabiinin yaptıkları yolu izlemişlerdir. İmamlar da işte
böylecedir. Onlar asla nassların önüne birşeyi geçirmezlerdi.
İmam şaâfi (rh.a.)
şöyle demiştir: “Delilsiz olarak ilim taleb eden kimse Hâtibu’l-Leyle3 benzer. Odun parçalarını (toplayıp) bağlar ve
kendisi de (doldurmuş olduğu) yılanın kendisini ısıracağını da bilmez.
(3) Hatibu’l-leyl gece vakti odun toplayan kişi demektir.
İmam şaâfi Ahmet b.
Hanbel’e (rh.a.) şöyle demiştir:
“Ey Eba Abdillah! Sen
hadisi benden daha iyi bilirsin. Dolayısıyla hadis sahih olunca bana haber ver
ki ben de onu alayım. şam’lı olsun Kufe’li olsun Basra’lı olsun.”
İmamı şaâfi (Allah
kendisine rahmet etsin ve razılıkda
bulunsun) şöyle demiştir: “şüphesiz insanlar, eğer bir kişiye Rasulullah’ın
(s.a.v.) sünneti gelmiş ise o kimsenin başkasının sözünü almaması gerektiği
hususunda icma etmişlerdir.”
Başka yerde de şöyle
demiştir: “Ben Rasulullah’dan (s.a.v.) bir hadis rivayet eder ancak onu
almazsam anlayın ki benim aklım gitmiş demektir.”
İmamı Ebu Hanife, Kadı
Ebu Yusuf olan arkadaşı (rh.a.) şöyle demişlerdir:
“Bizim nereden
aldığımız bilinmediği halde bizim görüşümüzü bir kişinin söylemesi ona helal
değildir.” Bu ve buna benzer sözleri detayı ile Selefin ve ümmetin sözlerinden
bahis konusu etmiştir. Bunlarda en doğrusuna gitmeyi bunlarla da
delillendirmektedirler.4
(4) Müellifin “İbni Kayyim el-Cevziye” adlı hayat
terecemesine bak. şeyh Müslim el-⁄animi. Mektebi İslamiyye’de tabedilmiştir.
“Namaz ve terkedenin
hükmü” adlı bu kitap, çok mühim ve son derece konuların önemliliğinden ötürü
yüksek bir nazar gerektiren, insanların bu konu hakkındaki ihtilafları ile
birlikte hükümünü de ihtiva eden bir kitaptır. Konular ise “namazı kasten
terkedenin hükmü gibi midir? Öldürülmesi vacib mi değil mi? şayet öldürülürse
mürtedin ve kafirin öldürüldüğü gibi mi öldürülür ki yıkanmaz, kefenlenmez,
cenazesi kılınmaz ve müslümanların mezarlığına da gömülmez o zaman? Yoksa hüküm
olarak müslümana bir had gibi mi olur? Namazı terketmesi ile insanın amelleri
dökülür mü dökülmez mi? Gece namazı gündüzleyin ve gündüz kılınan namaz gece
vakti kabul edilir mi? Tek başına namaz kılan -cemaatle kılmaya muktedir olduğu
halde- namazı sahih olur mu? şayet sahih de olsa kişiye günah var mıdır? Aynı
zamanda mescitte olması gerekir mi ya da evde kılması caiz olur mu?
Aynı zamanda kim namaz
kılar da rükusunu secdesini tam yapmassa bunun hükmü ne olur? Rasulullah’ın (s.a.v.)
namazının miktarı ne kadardır? “Onlara
namazı hafif olarak kıldır” buyruğu ile Rasulullah’ın (s.a.v.) tenbihât
verdiği hafif tutmanın hakikâtı nedir? Aynı zamanda:
“Sen fitneci misin ey Muaz?” dediği hadisteki
namazın hafif tutulma hakikati.
Nebi’nin (s.a.v.)
tekbir alıp selam vermesine dek namazının tamamı (kısaca) -tıpkı soru soranın
şahit olup göreceği gibi- nasıl sıralanmaktadır.
Bilinen şu ki; namaz
İslamın beş rüknünden bir tanesidir. Rasulullah’ın (s.a.v.) buyurduğu gibi.
Namaz akideden sonra en evvel olan vacibat konulardandır. Eğer bu namaz
kılınmış ise müslümanın diğer tüm amelleri de sahih olmuş olur. şayet fasid
olursa tüm amelleri de fasid olur. Bu da yüce Allah’ın şu ayetini
doğrulamaktadır:
“Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namazı da kıl. Muhakkak ki namaz
fahişlikten ve kötülükten korur.”
(Ankebut: 29/45)
Müslüman bir kişi
namazı istenildiği gibi kılmazsa -ki huşulu olmak namazın ruhudur- o zaman bu
fahiş ve kötülüklerden derisi ıslanmış olarak sabahlayacaktır. Öyleki bununla
da sadece Allah (c.c.)’dan gaflet anını kazanır.
İşte bu yüzden
müslümanın hayatında namazın çok büyük önemi bulunmaktadır. Bu da kişiyi bunu
muhafaza etmeye, vaktinde kılmaya mescitte cemaatle beraber ilk vaktinde
kılmaya sürüklemektedir.
Faydası bulunması
hasebiyle ben bu kitabın ilk bölümünde Nebi’den (s.a.v.) abdest hakkında
gelenler ile ilgili bir fasılayı da ekledim.
Müellifin
“Zadu’l-Meâd” adlı eserinden bunu da ek yapmanın nedeni okuyucunun abdesti ve
namazı bilmeye iktina olan için bir kolaylık olanda zikrettim ki başka bir
kitaba ihtiyacı olmasın.
Öncelikle kitaptaki
hadisleri tahric etmekle başladım. Güvenilir sünnet (hadis) kitaplarının da
kaynaklarına doğru yöneldim içinden sahih olan ve zayıf olanları ayırarak aynı
zamanda değerli hocaların kitaplarından çoğu ile istifâde ederek bunların
hepsine işarette bulundum: şeyh Allâme Nasıruddin el-Bani, Üstad şuayb
el-Arnaud ve Üstad şeyh Abdulkadir el-Arnaud (rh.a.) gibi.
İşte böylece; geçmiş
tablarda vâki olan tahrif ve tashifattaki yazıların vs. çoğunu düzelttim. Bu da
matbu olan bir nüshanın yakını ile bazen bir bölümü ile ya da ibaredeki bir
yanlışlık veyahut bir eksiklikten dolayı apaçık olarak beyan edilmiştir. Eski
tabda, bu kitabın tabına, benden sebk olan ve hafızamdan giden şeyleri idrak
etmek için, bu kitabın mahtut (hatlanmış) olmasının meydana gelmesini
arzuluyorum. mevzuatlar içinde bunlara (özel) ünvanlar izafe ettim. Bunları da
iki köşeli ( ) parantez olarak
uyguladım.
Sonuç olarak faziletli
kardeş Muhammed Züheyr eş-şâviş Hocaya -kendisi İslami mektebenin sahibidir-
şükran borcu olduğumu söylemeyi gerekli görüyorum. Bu ve başka faydalı
kitapları basıma sunduğu için -Allah’dan sonra- faziletli olan bu kardeşimize
yüce Allah’ın (c.c.) çokça faydalı kitaplar basmasına ve çıkarmasına yardımcı
olmasını, Müslümanlara da hayırın bütün hayırını karşılık vermesini diliyoruz.
Sonuç olarak;
Yüce Allahu Teâladan
rızası için amel ettiğimiz bu amelleri halis kılmasını, büyük gün için bize
ecirler sağlamasını -ki o Alemlerin Rabbi olan Allah için insanlar o gün ayağa
kalkıp kıyam dururlar- dilerim. Son davetimiz ise; “Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.)’dır.” demektir.
ABDESTHAKKINDANEBİ(S.A.V.)’DEN
GELENLERİLEİLGİLİFASILA
Rasulullah (s.a.v.)
hayatının büyük bir kısmında her namaz için ayrı ayrı abdest alırdı. Bazende
bir abdestle namazların hepsini kılardı. Abdesti bir müd ile bazen alırdı ve
bazen de üçte birlik bölümü -ki bu da dört kadar Dımeşk evakı ile iki ve üç
vak’a kadar olan bölümdür- ile alırdı. Kendisi (s.a.v.) insanlar arasında en
güzel olarak suyu döken birisiydi. Ümmetini bunda israf yapmaktan da uyarır,
engellerdi. Nitekim ümmetinden temizlik hakkında haddi aşanların çıkacağını
haber vermiş ve: “Muhakkak ki abdestte
kendisine ‘Elvehan’ denilen bir şeytan bulunur. Suyun vesvesesinden kaçının”5. Birgün
Nebi (s.a.v.) Sa’d’ın yanından geçiyordu ve kendisi de abdest alıyordu. Ona:
“Suda israf etme!” diye buyurdu. Sa’d:
“Suda israf olur mu?”
diye sorunca Nebi:
“Evet, Akan bir nehirde de bulunsan (israf etme, haramdır)” dedi.
Nebi’den (s.a.v.) gelen sahih bir hadiste:
(5) Tirmizi: 57. Taharet bölümünde abdestte abdest suyu ile
israf etmenin mekruhluğu hakkında bab. Hadisin isnadı da zayıftır.
“Kendisi teker teker, ikişer ikişer ve üçer üçer abdest alırdı.” Bazı organlarında ikişer bazılarında da üçer olarak alırdı. Mazmaza
yapardı, bazen bir avuç suyla istinşak ederdi bazen de iki avuç su ile ve bazen
de üç avuç suyla yapardı. Mazmaza ile istinşak arasını ulaştırırdı
(bitiştirirdi). Avuçtaki (ya da kabtaki) suyun yarısıyla ağzını, yarısını da
burnuna alıverirdi. Tek bir avuç suyu ile ancak böyle yapması mümkündür. İki
avuç su ya da üç avuç suya gelecek olursak; bunda hem fasıl ve hem de vasl
mümkün olur. Ancak Nebi’nin (s.a.v.) uyguladığı her ikisi arasında vasl
yaptığıdır. “Sahihaynda Abdullah b. Zeyd’in (r.a.) hadisinde geçtiği gibi:
“Rasulullah (s.a.v.)
şüphesiz bir avuç ile mazmaza ve istinşak yapardı. Bunu da üç defa
tekrarlardı.” Başka bir lafızda da:
“Üç avuç su ile
mazmaza ve istinşak yapardı” diye buyurulmuştur. İşte mazmaza ve istinşak
hakkında rivayet edilen en sahih hadistir. Mazmaza ile istinşak arasında
vasılanın olduğu konusu ile ilgili sahih bir hadis elbette gelmemiştir. Lakin
Talha b. Musarrıf o da babası o da dedesinden gelen bir hadiste. “Ben Nebi’nin
(s.a.v.) mazmaza ile istinşak arasında fasıla yaptığını gördüm” dediği hadis
bulunmaktadır. Ancak bu hadiste sadece Talha’dan o da babası o da dedesinden
gelen rivayetleri bulunmaktadır. Dedesi ile hadis sohbeti olduğu (hadis
görüşmesi alışı olduğu) bilinmemektedir.
Nebi (s.a.v.) sağ eli
ile istinşak yapar sol eli ile de sümkürürdü.
Başının tamamını
mesheder, bazen de eliyle kabul görüp sürterdi. Buna göre “Başını iki defa
meshetmiştir” hadisini söyleyenlere haml olunur bu. Ancak sahih olan meshi
tekrar etmediğidir. Bilakis tekrar edeceği vakit azaları yıkardı başı da bir
defa meshederdi. İşte bu O’ndan (s.a.v.) apaçık olarak gelmiştir. Bunun tersi
O’ndan (s.a.v.) elbetteki sahih değildir. Bilakis bunun dışındaki sahih
olabilir ancak açık ifade olarak sarih gelmemiştir. Sahabinin sözü gibi “Üçer
üçer abdest aldı” ve “Başını iki defa meshetti” kavlinde olduğu gibi.
Açık olup ta sahih olmayana
gelince; İbni Beylemâni o da babasından o da Ömer’den (r.a.) gelen hadiste
olduğu gibi Nebi (s.a.v.) “Kim abdest
alır ve avucunu üç defa yıkayacak olursa” dedikten sonra: “Başını üç defa mesheder” diye
buyurmuştur. İşte bununla delil getirilemez. İbni Beylemâni ve babası zayıf
görülmüştür. Her ne kadar babası iyi halli birisi de olsa.
Osman’ın Ebu Davud
tarafından rivayet edilen hadisi de işte böylecedir: “Nebi (s.a.v.) başını üç
defa meshetmiştir.” Ebu Davud şöyle demiştir: “Osman’ın hadislerinin hepsi
sahihde olup bunların hepsi başın bir defa meshedileceğine delalet etmektedir.
Nebi (s.a.v.)’den
şüphesiz başının bir bölümünü meshetmekle kasrettiğine dair bir tane hadis bile
sahih değildir. Ancak kendileri (s.a.v.) başın nasiye miktarını meshedecekleri
vakit, sarığın üzerinden meshin hepsini tamamlardı.
Ebu Davud’un rivayet
ettiğiEnes hadisine gelecek olursak, şöyledir: “Ben, Rasulullah’ı (s.a.v.)
abdest alırken gördüm. Üzerinde katri bir sarık bulunuyordu. Elini sarığın
altına soktu ve başının ön kısımlarını meshetti. Sarığı da çözmedi.” İşte bu
Enes’in kendisinin kastettiği şu ibaredir: “Nebi’nin (s.a.v.) bütün saçlarını
mesh kaplayıncaya dek sarığını çıkarmamıştır. Nitekim sarık başın tamamının
meshedilmesini engellemez. Bunu Muğure b. şube ve başkaları sâbit de
kılmışlardır. Enes’in susması ise bunun nefyolduğuna delalet etmez.
Nebi (s.a.v.) mazmaza
ve istinşak yapmadan abdest aldığı yoktur. Bİr defa da olsun bunları ihlal
ettiği sabit değildir. Kendisi bazen başına ve bazen de sarığına bazen de nasiye
miktarı ile sarığına meshederdi. Sadece nasiye miktarı diye buna kasredip
meshettiği O’ndan sabit olmamıştır.
Ayaklarında mesh ya da
çorap olmadığımüddetçe ayaklarını yıkardı. Ayaklarında çorap ya da mesh olduğu
vakitte bunlara meshederdi.
Kulağını da başı ile
beraber mesheder, iki kulağın hem dışlarını ve hem de içlerini mesehederdi.
Bunlar için yeniden bir su alıp mesehettiği sabit olmamıştır. İşte bu ancak
ibni Ömer’den sahih olarak gelmiştir. Boynunu meshettiği ile ilgili hadis ise
O’ndan sahih olarak gelmemiştir şüphesiz.
Nebi’nin (s.a.v.)
abdest alırken besmele hariç bir şeyler söylediği O’ndan mahfuz değildir.
Peygambere dayandırılan abdestin zikir ve duaları ile ilgili hadisler yalan ve
uydurulmuştur. Nitekim Nebi (s.a.v.), bunlardan birisini bile söylememiştir.
Ümmetine bunları öğretmemiştir de. Başında besmele çekmesi hariç, (bu konuda)
Peygamber’den (s.a.v.) birşey sabit olmamıştır.
Nebi’nin (s.a.v.)
söylemiş olduğu:
“Eşhedü enla ilahe illallahu vahdehula şerikeleh ve eşhedü enne muhammeden abduhu
ve rasuluhu. Allahümme calni minet tevvabine vecealni minel mutetahhirin” kavli ise abdestin sonunda okunmaktadır.”*
(*) Manası: Allah’dan (c.c.) başka ilah olmadığına, tek olup
şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasulu olduğuna şahitlik
ederim. Ya Rabbi! Beni çokça tevbe edenlerden ve çokça temizlenenlerden kıl.”
(Mütercim)
Başka bir hadiste:
“Nesei’nin Sünen’in de geçen abdestten sonra okunan bir dua da şudur:
“Subhaneke allahumme vebihamdik eşhedü enla ilahe illa ente. Esteğfuruke ve
etubu ileyke.”*
(*) Manası: “Seni tenzih ederim. Ya Rabbi! Seni hamdederim.
Senden başka ilahın olmadığına şehadet ederim. Senden bağışlanma
diliyor ve sana tevbe ediyorum.” (Mütercim)
Abdestin başında: “Abdestsizliği kaldırmaya
ve namaza hazırlanmaya niyet ettim” demezdi. Bunu elbette sahabelerinden hiç
kimse de söylememiştir. Bu konu hakkında O’ndan (s.a.v.) bir harf bile rivayet
etmemişlerdir. Ne de sahih ve zayıf bir isnad.
Nebi’den (s.a.v.) azaları üçten fazla
yıkadığına dair bir rivayet yoktur. Aynı şekilde dirsekleri ve tdpuklarını
aştığı ve o halde yıkadığı da yoktur. Ancak Ebu Hureyre (r.a.) bunu yapıyordu.
Nebi’den (s.a.v.) gelen “parlaklığın artması” ile ilgili hadisi te’vil
etmektedir.
Peygamberin abdest alma şekli hakkında Ebu
Hureyre (r.a.) hadisine gelince; “Nebi (s.a.v.) pazularına kadar iki elini
yıkardı ve dizlerine de gelinceye dek ayaklarını yıkardı” ibaresi abdestde
dirseklerin ve topukların içine kadar girdiği (kısıma) delalet etmektedir.
“Parlaklığın artması” ile ilgili konuya girmemektedir.
Nebi (s.a.v.) abdestden sonra azalarını
kurulamayı adet edinmemiştir. Bunun hakkında sahih bir hadis elbetteki yoktur.
Bilakis tersi (kurulamadığına dair) hadis vardır.
Aişe’nin (rh.a.) hadisine gelecek olursak:
“Nebi (s.a.v.)’nin abdestden sonra kendisiyle kurulandığı bir hırkası (bezi)
vardı.” Muaz b. Cebel (r.a.): “Ben Rasulullah’ı (s.a.v.) abdest aldığı zaman
elbisenin etrafıyla yüzünü sildiğini gördüm” demiştir. Lakin bu iki hadis te
zayıf olup bunlarla delil getirilemez.
İlk hadiste, Süleyman b. Erkam
bulunmaktadır. Kendisi metruk birisidir. İkincisinde ise; Abdurrahman b. Ziyad
b. En’am el-Efriki vardır. O da zayıf bir ravidir. Tirmizi “Bu konuda Nebi’den
(s.a.v.) sahih bir rivayet yoktur” demiştir.
Nebi’den (s.a.v.) her abdest alışı için suyu
üzerine döktüğü görülmemiştir. Lakin bazen kendi döker ve bazen de ihtiyaçtan
dolayı başkası kendisine suyu döküverirdi. Sahihayn’da Muğire b. şu’be’den
gelen hadiste buyurulduğu gibi: “Sefer’de iken abdest aldığında (s.a.v.)
üzerine abdest suyu döküldü.”
Bazen de sakalların hilallerdi. Bunu da
gerekli kılmazdı. şüphesiz hadis imamları (muhaddisler) bu konuda ihtilafa
girmişlerdir: Tirmizi ve başkaları Nebi (s.a.v.) sakalını hilallediğini
sahihlerken, Ahmet ve Ebu Zur’a ise sakalın hilallenmesi ile ilgili hadisin
sabit olmadığını beliritmişlerdir. Parmak aralarının hilallenmesi de bu şekilde
olup bunlar hakkında mahfuz bir şeyler yoktur.
Sünen’de, Müstevrid b. şeddad’dan gelen bir
rivayette şöyle demiştir: “Abdest aldığı zaman Nebi’yi (s.a.v.) gördüm. Ayak
parmaklarını küçük el parmağı ile ufalıyordu.” Bu hadis eğer sabit isede bunu
bazen yaptığı muhakkaktır. İşte onlar, abdestinin zabtedilmesi ile ilgili
Osman’ın, Ali’nin, Abdullah b. Zeyd’in, Rubeyyi binti Muavviz’in ve
başkalarının itina ettikleri rivayetleri gibi rivayet etmemişlerdir. Nitekim
isnadında da Abdullah b. Lehyea bulunmaktadır.
Yüzüğünü hareket ettirmesine gelince; bu
konu hakkında Ma’mer b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Rafi o da babası o da
dedesinden gelen bir zayıf hadis mevcuttur: Nebi (s.a.v.) abdest alınca
yüzüğünü hareket ettirirdi.” Ancak Mamer ve babası zayıftırlar. Bunu da
Darekutni zikretmiştir.
Bunlar “Zadu’l-Mead” adlı müellifin
kitabından alınmıştır.
NAMAZ
Hamd, Alemlerin rabbi olan Allah’adır.
Yüce Allah’ın (c.c.) kendilerini muvaffak
kıldığı, hidayete ve esenliğe iletip doğruya ulaştırdığı değerli Alimler şu
gelen sorularda ne gibi cevaplar vermişlerdir:
1- Kasten
namazı terkedenin katlinin vacib mi olduğu yoksa olmadığı mı?
2- şayet
öldürülürse, kafir ve mürtedin öldürüldüğü gibi mi öldürüleceği,
yıkanılmayacağı, cenazesinin kılınmayacağı, müslümanların kabirinde
gömülmeyeceği mi yoksa islamına dair hüküm verilip hadle mi öldürüleceği?
3- Namazı
kılmamakla kişinin amellerinin batıl ve yok olacağı yoksa olmayacağı?
4- Geceleyin
gündüz namazı, gündüzleyin de gece namazının kabul edilip edilmeyeceği?
5- Kişinin
cemaatle gücü yettiği halde tek başına kılarsa namazın sahih olup olmayacağı?
6- şayet
sahih olursa, cemaat terkettiği için günahkar olur mu olmaz mı?
7- Mescitte
hazır olmak şart mı yoksa evde de kılabilir mi?
8- Namazı
ikrar edipte ruku ve secdesini tam yapmayanın hükmü?
9- Nebi’nin
namaz kılma miktarı ne kadar idi? Aynı zamanda, Nebi’nin (s.a.v.) “Onlara namazı en hafif olarak kıldır” ve
Muaz’a: “Sen fitneci misin?” dediği,
bu hadislerle manalarında dikkate çektiği, namazın hafifletilmesinin hakikati
nedir?
10- Nebi’nin
(s.a.v.) tekbir alıp namazı bitirmesine dek namazının tamamını kısaca bir
muhtasar niteliğinde -tıpkı soru soranın görüp şahit olacağı gibi- nasıl
sıralanıp açıklanabilir?
Yüce Allah bu yola delalet edene irşad
buyursun, hüküm ile delilin beyanının arasını birleştirip cemetsin. Yine Allah
(c.c.) -cahiller güruhundan misakı, (ilmi) açıklayıp öğreten alimler güruhunda
misak alıncaya dek- öğrenmelerinden dolayı almamıştır. (İşte bu soruların
hepsine) İbni Kayyim el-Cevziye diye bilinen İmam, Allame, selefin sonuncusu,
sünnetin destekçisi, bidatlerin kovucusu şeyh şemsuddin b. Ebi Bekr el-Hanbeli
(rh.a.) cevap vermiştir. Allah kendisinden razı olsun kalacağı ve yeri de ebedi
cennet olsun.
Hamd Allah’a (c.c.)’dır. Ona hamdeder,
O’ndan yardım ister ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden,
amellerimizin kötülüğünden Allah’a (c.c.) sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini
kimse saptıramaz, saptırdığına da kimse hidayet veremez.
Allah’dan (c.c.) başka hiçbir ilahın
olmadığına, Muhammed (s.a.v.)’in de O’nun kulu ve Rasulu olduğuna şehadet
ederim. Çokça salat ve selam da O’nun (s.a.v.) aline, ashabına ve zevcelerine
olsun.
KASTEN NAMAZI
TERK EENİN HÜKMÜ
Müslümanlar bir defa; farz olan namazı
bilerek, kasten terketmenin günahların en büyüklerinden ve en yükseklerinden
birisinin olduğunda anlaşmazlığa düşmemişlerdir. şüphesiz bunun günahı, yüce
Allah (c.c.) katında insan öldürmenin, malları çalmanın, zinanın, hırsızlığın
ve içki içmenin günahından daha büyük bir günahtır. Bu kötü fiil aynı zamanda
Allahu Teala’nın hem dünya ve hem de ahirette akibetine, öfkesine ve cezasına
neden olmaktadır.
Sonra bazı alimler namazı terkedenin öldürülmesi,
nasıl öldürüleceği ve küfür mü değil mi? Konularında ihtilafa girmişlerdir.
Nitekim Süfyan b. Said es-Sevri, Ebu Ömer, Evzai, Abdullah b. Mübarek, Hammad
b. Zeyd, Veki b. Cerrah, Malik b. Enes, Muhammed b. İdris eş-şaafi, Ahmet b.
Hanbel, İshak b. Râhaveyh ve ashabı bu kişinin (namazı ondan terkedenin)
öldürüleceğine dair fetva vermişlerdir. Sonra da nasıl olarak öldürüleceği
hususunda ihtilaf edilmiştir. Bu alimlerin cumhuru “Kılıçla boynu vurulur” der
iken bazı şaafiler ise “Namaz kılıncaya dek odunla vurulur ya da ölür”
demişlerdir.
İbni şüreyh şöyle demiştir:“Kılıçla
ölünceye dek korkutulup dürtülür. Çünkü bu O’nun sakındırılmasına ve geri
dönmesine en iyi bir çözümdür.” Cumhur Nebi’nin (s.a.v.):
“Muhakkak
ki Allah (c.c.) ihsanı her şeyin üzerine yazmıştır. Dolayısıyla öldürdüğünüz
vakit güzelce öldürün.”6 hadisini
delil getirmişlerdir.
(6) Müslim
1955 Av bölümü: Güzelce kesmek ile ilgili bab’da Ebu Davud: 2815, Kurban kesme
bölümü, babu fin nehy en tasbira el-Behaim ve’r-Rıfk bi’z-Zebiha, Tirmizi: 1409
“Bu hadis hasen, sahihtir” demiştir. İbni Mace: 3170; Nesei: 7/229’da tahric
etmişlerdir.
Boynun kılıçla vurulması, öldürme
tekniklerinin en iyisinden ve kişiye eziyet vermeyen en iyi vurma
şekillerindendir. Nitekim yüce Allah (c.c.) mürted olan kafirlerin öldürülüşünü
onlara kılıçla eziyet vermeden bile direk boyunlarının vurulması olarak
biçmiştir.
Evli olupta zina yapan bir kişi hakkında da
onların taşlarla öldürülmesinin (recmin) başlıca nedeni (o taşların atışından
çıkacak) olan acının bütün bedenin her tarafında duymasını sağlamaktır. Öyleki
o zinakara haram olan bir lezzette bitişmiştir. Aynı zamanda bu öldürme şekli
en şeni olan öldürme tekniklerindendir. Nitekim zinaya davet eden bu kişi
gerçekten çok büyük ve tehlikeli bir şeye de ayak basmıştır. Böylece de bu
akibetin ağırlığı bu (zina) fiiline davet edene göre ayarlıdır. Aynı zamanda bu
(recm) akibeti Allah’ın (c.c.) Lut kavmini -işledikleri pisliklerden dolayı-
taşlarla recm etmesi (taş yağdırması) akibetini hatırlatmaktadır.
FASIL
İbni şihab ez-Zühri, Said b. el-Müseyyeb
Ömer b. Abdulaziz, Ebu Hanife, Davud b. Ali ve Muzni ise: “Namazı kasten
terkedenin ölünceye dek ya da tevbe edinceye dek hapiste kalacağını,
öldürülmeyeceğini belirtmişlerdir. Bu mezheb; Ebu Hureyre’nin Nebi (s.a.v.)’den
rivayet ettiği şu hadisi delil getirmektedirler. “Ben, insanlar La ilahe illallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla
emrolundum. şayet bunu derlerse canlarını, mallarını hak dışında korumuş
olurlar.”7 Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
(7) Buhari:
3/112, Zekat kitabının başında ve 6924 12/275’de mürtedlerin tevbe etmeleri
bölümü. Farzları kabul etmeyenler babı, Müslim: 21 İman “İnsanların “la ilahe
illallah” demelerine dek öldürülmeleri babı, Tirmizi: 261; Nesei: 5/14; Ebu
Davud: 2640.
İbni Mesud’dan gelen bir hadiste, Nebi
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir
müslüman, Allah’dan başka ilahın olmadığına ve benimde Allah’ın rasulu olduğuma
şahitlik ederse, bu kişinin üç şeyden biri hariç kanı başka bir müslümana helal
olmaz. Evli zani, cana can (birisini öldürmek), Dinini terkeden ve (İslam) cemaatından
ayrılan kişi.”8
Bunu Buhari ve Müslim “Sahihaynda” rivayet
etmişlerdir.
(8) Buhari:
12/176-177; Ebu Davud: 2640. Allah’ın (c.c.) “Cana can...” ayeti hakkında Bab; Müslim: 1676, Kasame’de
Müslümanın ne ile kanı mübah olur babı; Nesei: 7/90; Tirmizi: 2159; İbni Mace:
2533.
şöyle demişlerdir: “Çünkü namaz şeriatın
ameli konularındandır. Bunun terki sonucu kişi öldürülmez. Bu tıpkı Oruç,
Zekat, Hacc gibidir. Ancak öldürülmesi gerekir diyenler şöyle demişlerdir: “şüphesiz
Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
“Artık o
müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, onları alıkoyun,
onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekat
verirlerse, yollarını serbest bırakınız.” (Tevbe: 9/5)
Her kim “Namaz kılmayan öldürülmez” derse o
vakit Ne zaman şirkinden dolayı tevbe edecek olursa öldürülme ondan sakıt olur.
Eğer namaz kılmaz, zekat ta vermezse Kur’an’ın zahirine göre bu muhalif olmuş
olur.
“Sahihayn’da Ebu Said el-Hudri’den gelen
bir hadiste şöyle demiştir: “Ali b. Ebi Talib kendisi Yemen’de iken Nebi’ye
(s.a.v.) altından bir küçük parça gönderdi. Nebi (s.a.v.) de bu altını dört
kişi arasında taksim edip bölüştürdü ve adamın birisi:
“Ya Rasulallah! Allah’dan kork” dedi. Nebi
(s.a.v.) de:
“Yazıklar
olsun sana! Ben bu yeryüzünde Allah’dan (c.c.) en çok korkan değil miyim?” diye
buyurdu. Adam sonra da gitti. Bunun üzerine Halit b. Velid:
“Ya Rasulallah! Boynunu vurayım mı?” dedi.
Nebi (s.a.v.):
“Hayır.
Belki namaz kılıyordur” dedi. Halid de:
“Nice namaz kılanlar vardır ki kalbinde
olmadığını dilleriyle söylerler?” dedi. Rasulullah (s.a.v.) de bunun üzerine:
“şüphesiz
ben insanların kalbini araştırmakla ve içlerini yarmakla emrolunmadım.”10 diye buyurmuştur. Dolayısıyla Nebi
(s.a.v.) o kişiden öldürülmeyi kaldırması sadece namaz kılmış olduğundandır. Bu
da, namaz kılmayanın öldürüleceğine delalet etmektedir. Bu yüzden de başka bir
hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Namaz
kılanları öldürmekten ben nehyolundum.”11 Bu hadiste gösteriyor ki Allahu
Teala namaz kılmayanların öldürülmesini nehyetmemiştir.
(10) Buhari:
8/53-54. Meğazi bölümünde Ali ve Halid’in Yemen’e gönderilişi babı: Müslim:
1564, Zekat Bölümü Hariciler ve Sıfatları babında.
(11) Mecmau’z-Zevaid’de
Heysemi: 1/296. Bu hadisi Taberani’nin “Kebir” adlı eserine belirtmede
bulunmuştur ve: “Hadiste Amir b. Yesak vardır kendisi hadis muhkiridir”.
İmamı Ahmet ve şafii “Müsnedlerinde,
Abdullah b. Adiy b. el-Hayyar hadisinden şunu rivayet etmişlerdir: “Ensardan
bir adam, Nebi (s.a.v.) mecliste bulunurlarken O’nun yanına geldiğini
anlatmıştır. Kendisi münafıklardan bir adamın öldürülmesi hakkında izin
istemede hırslı davranıyordu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) sesli konuştu
ve:
“Allah’dan
başka ilahın olmadığına şahitlik etmiyor mu?” diye buyurdu.
Ensarlı olan kişi de:
“Evet (ediyor). Ancak onun şahitliği olmaz
ki” dedi. Nebi (s.a.v.):
“Muhammed’in
(s.a.v.) Allah’ın Rasulü olduğuna şahitlik etmez mi?” diye
buyurdu. Ensarlı:
“Evet (eder). Ancak şahitliği olmaz ki”
dedi. Nebi:
“Namaz kılmaz
mı?” dedi.
Ensarlı da:
“Evet (namaz kılar) ancak namazı olmaz ki”
dedi. Nebi (s.a.v.) de:
“İşte
bunları öldürmemi yüce Allah (c.c.) bana nehyetti.”12
İşte bu hadiste namaz kılmayanı Nebi’nin
(s.a.v.) öldürmesinde bir engelin bulunmadığına delalet etmektedir.
“Sahih-i Müslim”de Ümmü Seleme’den gelen
bir hadiste Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“şüphesiz
başlarınızda idareciler gelecektir. Böylecede bilecek ve onları inkar
edeceksiniz. Her kim inkar ederse beri olmuş olur. Her kim de kerih görecek
olursa selim olmuş olur. Lakin kim de razı olur ve tabi olursa...”13 (Sahabeler)
“Ya Rasulallah! Onları öldürmeyelim mi?”
dediler. Nebi (s.a.v.) de bunun üzerine:
“Hayır, namaz kıldıkları müddetçe (bir şey yapmayın)” diye
buyurmuştur.14
“Sahihayn’da” geçen
Abdullah b. Ömer hadisinde Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ben
insanları La ilahe illallah, Muhammeden Rasulullah”a şehadet edinceye, namaz
kılıncaya ve zekat verinceye dek savaşmakla emrolundum. şayet bunu yaparlarsa
kanlarını, mallarını -islam hakkı hariç- korumuş olurlar. Hesapları da Allah’a
(c.c.)dır.”15
(12) şaafi:
1/12 El-Benna’nın tertibi ile olan eserde. Hadis ravileride güvenilirdir. Ahmet: 5/432-433. Malik Muvatta: 1/171.
(13) İbarenin haberi kendisinden öncekisi delalet etsin diye
mahzuftur. Takdiri (hadisin devamı ise) şöyle olur: “ve o da günah işlemezse.”
(14) Müslim: 1854, İmare: idareciler şeriate muhalif olurlarsa
onlara karşı inkarın vacib olduğu bab, Tirmizi: 2266; Ebu Davud: 476; Ahmet
Müsned: 6/295, 302, 305, 321.
(15) Buhari: 1/70, 71. İman “şayet tevbe eder ve namaz
kılarsa” babı, Müslim: 22; İman “La ilahe illallah” demeye şahitlik edinceye
dek insanlarla savaşmakla emir babı.
Bunun delil getirme
yönü iki vecihlidir:
1- Onlar namaz kılıncaya dek, onlarla savaşmak emri.
2- Hadiste geçen, hakk hariç ibaresi. Nitekim namaz en büyük
hakkındandır. Ebu Hureyre’den Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ben insanlar “La ilahe illallah, Muhammedun Rasulullah”a şehadet
etmelerine, namazı kılmalarına ve zekatı vermelerine dek onlarla savaşmakla emrolundum.
Sonra onların kanları ve malları bana haram olmuştur. Hesapları ise Allah’a
(c.c.)dır.”16 İmamı Ahmed,
ibni Huzeyme de sahihinde rivayet etmişlerdir.
Onlar namazı
kılmalarına dek onlarla savaşmakla emrolunduğunu haber vermiştir. Canları ve
malları da ancak onlar kelime-i tevhide şehadet getirince namazı kılıp zekatı
verince haram olduğunu belirtmiştir. Dolayısı ile bu şartlardan önce (bunlar
yapılmazsa) can ve malları haram değil mübah olmaktadır.
Enes b. Malik’ten,
“Rasulullah (s.a.v.) vefat ettiği vakit (bazı) araplar mürted oldular. Ömer’de
bunun üzerine17:
“Ya Ebubekir! Araplara
karşı nasıl savaşırsın?” dedi. Ebubekir:
“Muhakkak Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ben insanlar ‘la ilahe illallah’a ve benim de Allah’ın Rasulu olduğuma
şehadet etmelerine, namazı kılıp, zekatı vermelerine dek onlarla savaşmakla
emrolundum.”18 Bunu Nesei
rivayet etmiştir. Hadis sahihtir.
Nitekim bu hadislerin
kayıtlanmaları, onların delil olarak sundukları öldürmenin terkedilişindeki
delillendirdikleri mutlak hadisin içeriğini beyan etmektedir. Dolayısıyla can
da mal da sadece islamın hakkı ile sabit olmaktadır. Mutlak olarak da namaz bu
hakkın en pekiştirilmişidir. İbni Mes’ud’un:
“Müslümanın kanı ancak
şu üç şeydan biri ile helal olur.”19 diye rivayet ettiği hadise gelecek olursak, bu
meselede bu bizlere birer delildir. Çünkü bu şıklarda dinini terkeden de
bulunmaktadır. Namaz ise bu yüce dinin rüknudur. Özellikle biz: “O kişi
kafirdir” dersek o zaman dini tamamıyla terketmiştir manasına gelir. şayet
tekfir etmezsek o zamanda bu “dinin direklerini terketmiş” manasına gelir.
İmamı Ahmed şöyle demiştir: Hadiste şöyle buyurulmuştur:
“İslam’da namazı terkedenin hiçbir nasibi yoktur.”20
(16) Müsned:
2/345 Buna önceki hadis şahitlik etmektedir. Başka hadisler de çokça
bulunmaktadır. “Camiul Usul”: 1/2245 ve sonrasına müracaat ediniz.
(17) Bu
hadiste bilindiği üzere kısaltma yapılmıştır.
(18) Nesei:
7/76; Kanın haram oluşu bölümünde: Hadisin ravileri de sahih ravilerdir. İmran
Ebul Avam hariç.Kendisi doğru birisidir ancak vehimi vardır. Lakin bu hadisin
manası Sahihayn’da ve başkalarında sabittir. Geçen hadiste olduğu gibi.
(19) Bu hadisin tahrici sayfa: 17’de geçmişti.
(20) Mevkuf bir hadis olarak Ömer’in (r.a.) sözünden varid
olmuştur. Bunu Malik Muvatta’sında: 1/40 rivayet etmiş isnadı da sahihtir. Aynı
zamanda bu hadis. “Sünen-i Beyhaki” 1/356’da Malik’in yolu ile mevcudtur. Merfu
olarak da Ebu Hureyre’den (r.a.) “Namazı
olmayanın İslamda nasibi yoktur, abdesti olmayanın da namazı yoktur” hadisi
bulunmaktadır. Heysemi “Mecme” adlı eserinde bunu Bezzar’a: 1/292 belirtmede
bulunmuştur ve “Hadiste, Abdullah b. Said b. Ebi Said bulunmaktadır. Onun
zayıflığında icma etmişlerdir” demiştir.
Ömer b. Hattab
memleketlere mektup yazıp:
“En önemli işleriniz
bana göre namazdır. Her kim onları muhafaza ederse dinini muhafaza etmiş olur.
Her kim de namazı zayi ederse diğer şeyleri de zayi etmiştir. şüphesiz namazı
terkedenin İslam’da nasibi yoktur” demiştir. Devamla da şöyle demiştir:
“şüphesiz ki her namazı hafif görüp namazı alttan alan kişi İslamı da hafif
görmüş, alttan almış demektir. Muhakkak ki İslam’da bu kişilerin nasibleri
ancak namazdaki nasibleri kadardır. İslama olan rağbetleri de namaza olan
rağbetleri kadardır.
Ey Abdullah bunları
iyi anla! (Bil ki: Senin nasibin sadece İslamdan’dır. İslamın sendeki kadri
namazın sendeki nasibi kadardır. Namazın kadri de sendedir.) Allah (c.c.) ile (kötü olarak) karşılaşmaktan sakın.
Sendeki islamın kadri olmaz. Çünkü kalbinde islamın kadrinin olması demek
kalbinde namazın kadri olması gibidir.
Nitekim Nebi’den
(s.a.v.) gelen bir hadiste şöyle buyurmuştur:
“Namaz dinin direğidir.”21 Dolayısıyla sen, kıldan bir çadırın direği eğer yıkılacak olursa o çadırın
da alt üst olacağını, ne kazık dikmekle ve ne de iple bağlamakla fayda
vermeyeceğini bilmez misin?
(21) Suyuti,
“Camiu’s-Sağir” den Beyhaki’nin “şuab” adlı eserine belirtmiştir. Ebu Nuaym
el-Fadl b. Dekkin’in “Namaz” adlı eserinde de geçmektedir. İbni Ömer’den tahric
etmiştir. Hafız İbni Hacer şöyle demiştir: Bu mürsel olup ricali de sikadır. Bu
hadisin başka yolları da vardır. Muaz’ın sahih hadisi de buna şahit olmaktadır.
Hadiste “İşin başı İslam, direği de
namazdır” kavli vardır. İsnadı da sahihtir. Bak: Bu kitapta sayfa: 47.
Ancak kıldan yapılan bu çadırın direkleri
bulunsa o zaman gerek kazıkla destek ve iple bağlama fayda verir. İslamdaki
namaz da işte böylecedir.
(Nebi (s.a.v.)’den gelen bir hadiste
kendileri şöyle buyurmuşlardır: “Dininizde
ilk kaybedeceğiniz şey emanet olacaktır. Son olarak da kaybedeceğiniz namaz
olacaktır. Namaz kılanlar arasında da ahlaksızlardan bazı zümreler
bulunacaktır.”)
Başka bir hadis te şöyledir:
“Kulun
kıyamet gününde ilk olarak sorulacağı ameli namaz olacaktır. şayet namazı
kendisinden kabul olunmuşsa diğer amelleri de O’ndan kabul edilmiş demektir. şayet
namazı kendisine geri çevrilmiş ise (kabul
edilmemişse), diğer amelleri de geri
çevrilmiş demektir.”22
(22) Heysemi
Mecmau’z-Zevaid: 1/291-292’den Taberani’nin “Evsad” adlı eserine -Enes’den
gelen- eserinde belirtmiştir. şöyle demiştir: “Bu hadiste Kasım b. Osman
vardır. Buhari şöyle demiştir: “Kendisinde hadislerine tabi olunmayan hadisler
vardır.” İbni Hibban “Sikat” adlı eserinde bunu zikretmiştir. Dedi ki: “Belki
hata yapmıştır” Münziri de Terğib ve Terhib: 1/245’de Abdullah b. Kırd’dan bunu
rivayet etmiştir. Bunu da Evsat’da Taberani’ye nisbet etmiştir. şöyle demiştir:
İnşaallah bu hadisin isnadında bir beis yoktur. Bu hadisin Ebu Hureyre
hadisinden şahitleri bulunmaktadır. Bu hadis için gelecek hadise -sayfa 32- de
gelecek olana bakınız. Böylelikle hadis sahih olmaktadır.
(Namaz, dinimizin sonudur. Bu, kıyamet
gününde amellerimizden yarın sorulacağımız ilk ameldir. Nitekim namazın
gitmesinden sonra İslamda, din de yoktur. İslamdan son olarak gidecek şey
dolayısı ile namazdır.” Bunların hepsi Ahmed’in kelamıdır.)23
(23) Bu
nassı; İmam ibni Kayyim, Ahmed’in “Kitabu’s-Salah” adlı eserinden nakletmeştir
iki köşeli parantezi de bizler O’ndan istidrak ettik.
Namaz, İslamın ilk farzı olup, dinden de
kaybedilecek en son ameldir.24 Namaz, İslamın başı ve sonudur. Dolayısıyla
başı ve sonu gidecek olursa İslamın hepsi gidiverir. Nitekim herhangi bir şeyin
başı ve sonu gidecek olursak hepsi gitmiş demektir.
İmam-ı Ahmet şöyle demiştir: “Herhangi bir
şeyin sonunun gitmesi demek, hepsinin gitmesi demektir. Dolayısı ile kişinin
namazı gidecek (kılınmayacak) olursa dini gidiverir.” Dolayısıile Abdullah b.
Mesud’un:
“Müslümanın kanı şu üç şeydan biri olmadan
helal olmaz. Evli zani, Cana can (birisini öldürmek), Dinini terkeden”25 diye
rivayet ettiği hadisin maksadı; namazı terkedenin öldürüleceği hakkında gelen
en kuvvetli delillerden birisidir.
(24) İmamı
Ahmed Müsned: 4/251; Hakim ve İbni Hibban Ebu Umame’den rivayet etmişlerdir.
şöyle demiştir: “Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak
ki İslamın düğümleri teker teker çözülecektir. Herbir düğüm çözüldükçe insanlar
da öbürüne teşebbüs edeceklerdir. Bu düğümün başı hüküm ile sonu ise namaz ile (ilgili)
olacaktır.” Bu hadisin isnadı ise
sahihdir.
(25) Bu sayfa
17’de geçmiştir.
Sıddık* zekatı vermeyenlere karşı savaşmıştır ve:
“Vallahi, namazla zekatın arasını
ayıranlarla savaşacağım. Bu muhakkak, karinesi (belirtisi, izi) Allah’ın
kitabında olan bir konudur.”demiştir.36
(*) Ebu
Bekir’in (r.a.) meşhur olduğu lakabıdır. (Mütercim).
(36) Buhari:
13/217, İ’tisam bölümünde, Rasulullah’ın (s.a.v.) sünnetine uyma babı, aynı
zamanda zekat bölümünde: Zekatın vacibliği babı, aynı zamanda mürtedlerin
öldürülmesi bölümünde: Farzları kabul etmeyeni öldürme babında; Müslim: 20,
İman bölümünde: İnsanlar: “Lailahe illallah” deyinceye dek onlarla savaşma emri
babı; Tirmizi: 2610, İman bölümünde: İnsanlar: “Lailahe illallah” deyinceye dek
onlarla savaşmakla emrolundum konusu hakkında babı; Ebu Davud: 1550, Zekat
bölümünün bahsinde; Nesai: 5/14, Zekat’ta: Zekatı vermeyenler babında rivayet
etmişlerdir.
Aynı zamanda bu İslam’ın kendisinde hak
ihtiva ettiği ilkelerdendir. Rasulullah (s.a.v.) sadece bayrağını kaldırmayı
emretmemiştir. Canında sadece, İslam’ın hakkı sabit olduğu vakit korunduğunu
haber vermiştir.* İşte bu da; (zekattan vs.) imtina eden
topluluk için bir savaş emridir. Tek kişi bunu vermeyecek olsa, onun
öldürülmesi konusuda üzerinde takdir yapılan bir konudur. O nitekim, İslam
şeriatının kelimesinin haklarını terketmiştir. Bu görüş; görüşlerin en sahih
olanıdır.
(*) Sayfa:
19-20’deki geçen hadislere müracaat edin.
İkinci
Rivayet:
Namazın dışındakileri terketmesi sonucu kişi öldürülmez. Çünkü namaz bedensel
bir ibadettir. Buna bir şey niyabet eklenmez. Abdullah b. şakik şöyle
söylemiştir:
“Rasulullah’ın (s.a.v.) ashabı namaz hariç
hiçbir amelin terkini küfür saymazlardı.”37
(37)
Tirmizi: 2624, İman’da: Namazı terkeden hakkında bab, isnadı ise sahihtir. Bunu
Hakim de mevsul hadis saymıştır: 1/7, Abdullah b. şakil o da Ebu Hureyre’den
(r.a.) dedi ki........ hadisinden dolayı. Hakim şöyle demiştir: “Buhari ve
Müslim şartlarına göre hadis sahihtir. Zehebi de: “İsnadı sahihtir” demiştir.
Çünkü namaz; diğer amellerde bulunmayan
hususiyetlere sahiptir. Bu da şüphesiz İslam’da Allah’ın ilk kıldığı farz
olduğudur. Bu yüzden de Rasulullah (s.a.v.) elçilerini ve naiblerini bir yere
(İslam’a) davet etmek için gönderdiği vakit, iki şehadet kelimesinden sonra
namaza davet etmelerini emretmiştir. Muaz’a (r.a.) şöyle demiştir:
“Sen
kitab ehline (davet) için
gittiğinde; onları ilk davet edecek şey: “Allah’tan başka ilahın olmadığına ve
Muhammedin de Allah’ın Rasulü olduğuna” şehadet etmeleri ve şüphesiz onlara beş
vakit namazı farz kıldığını söylemen olsun.”38
(38) Buhari:
3/255, Zekat bölümünde: Savaşlarda insanların kerim olan (değerli) malları
sadaka olarak alınmaz babı; Veda hutbesinden önce Muaz’ın (r.a.) Yemen’e
gönderilişi babı; Müslim: 19, İman’da, iki şehadet kelimesine ve İslam’ın
şeriatlerine davet babında; Tirmizi: 625; Ebu Davud: 1584; Nesai: 5/55’de
rivayet etmişlerdir.
Aynı zamanda namaz kulun (kıyamette)
amelinden ilk hesaba çekileceği ameldir. şüphesiz ki Allah (c.c.) onu Sema’da
miraç gecesi farz kılmıştır.39
(39) Buhari:
6/217-219, Mahlukatın yaratılışı bölümünde: Meleklerin zikri babında.....;
Müslim: 162, İman’da Rasulullah’ın (s.a.v.) gece yüniyüşü (isra) ve beş vakit
namazın farzlığı babında; Tirmizi: 213; Nesai: 1/217-223’de namaz bölümünde,
namazın farziyeti babında rivayet etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’de de en çok varid olan bir
ameli farzdır. Aynı zamanda Cehennem ehline:
“Sizleri
sakara (ateşe) sürükleyen ne idi?”
(Müddesir: 74/42) diye sorulunca, namazın terkinden başkası
ile sözlerine başlayamayacaklardır.
Namazın farzı -diğer farzların tersine-
kulda akıl mefhumu devam ettiği sürece hangi halde olursa olsun düşmez, devam
eder. Ancak diğer farzlarda (kişide hastalık, fakirlik vs.) bulunduğu zaman
düşerler. Namaz aynı zamanda İslam’ın çadırını ayakta tutan bir direktir.40
(40) Sayfa
“21”e bak.
Öyle bir amel ki hem hür olana hem de köle
olana, hem erkek ve hem de dişiye, hem hazıra hem de misafire, hem sıhhatliye
hem de hastaya, hem zengine hem de fakire farzdır. Rasulullah (s.a.v.)
şüphesiz, İslam’a icabet eden kimseye, namazı iltizam etmekle kabul ederdi. Enes’den
Katade’nin dediği gibi:
“Rasulullah (s.a.v.), İslam’a icabette
bulunan kimseyi, namazı kılması ve zekatı vermesi ile kabul ederdi.”
Çünkü diğer amellerin kabul edilmesi
namazın kılınması ile mevkuf olur (tam olur). Dolayısı ile yüce Allah (c.c.)
namazı terkeden bir kişinin orucunu, haccını, sadakasını, (zekatını), cihadını
ve başka herhangi bir amelini kabul etmez. Tıpkı Avn b. Abdullah’ın (r.a.)
dediği gibi:
“Muhakkak ki kul kabrine konduğu zaman
-sorulacak şeyler hususunda- ilk olarak ona namazından sorulacaktır. Eğer
namazları kılınmış ise diğer amellerine de bakılır. Eğer kılınmamış ise diğer
amellerine bakılmaz.”
Nitekim buna: “Müsned”de ve “Sünen”de Ebu
Hureyre’nin (r.a.) Rasulullah’tan (s.a.v.) rivayet ettiği hadis delalet
etmektedir:
“Kulun
amellerinden ilk sorguya çekileceği ameli namazı olacaktır. şayet namazları
salih olursa (kılınmışsa) şüphesiz
felah bulmuş ve kurtulmuştur. şayet fasid olur ise harab ve hüsran olmuştur.”42
(42) Ahmed:
2/290, 425, 4/60-103, 5/72-377’de; Ebu Davud: 864, Namaz bölümünde:
Rasulullah’ın (s.a.v.): “Her namaz ki
kişiye.....” kavlinin babı; 413, Namaz bölümünde: Kıyamet gününde kulun ilk
hesaba çekileceği şeyin namaz olduğu babında; Nesai: 1/232 Namaz bölümünde:
Namaza muhasebe babında; İbni Mace: 1425, 1426, Namaz bölümünde: Kişinin ilk
olarak hesaba çekileceği amelin namaz olduğu babında; Hakim: 1/262-263’de şöyle
demiştir: “Bu isnadı sahih olan bir hadistir.” Zehebi de onaylamıştır. Nitekim
bu hadis dedikleri gibidir.
şayet onun iyi amellerinden bir şey dahi
kabul edilmiş olsaydı harab olanlardan ve hüsrana uğrayanlardan olmazdı.
Üçüncü
Rivayet:
Zekatı ve orucu terketmesi ile öldürülür. Haccı terketmesinden dolayı ise
öldürülmez. Çünkü bunda ihtilaf vardır. Bu farıza fevr (zorunluluk) izare
midir? Yoksa bunda genişlik mi söz konusudur?
Bu farizanın genişlilik izare olduğunu
söyleyenler:
“Tehir edilmesinde bir genişlik ve vus’at
bulunan bu konuda öldürme nasıl olabilir?” demişlerdir. Ancak bunların
dayandıkları gerçekten çok zayıftır. Çünkü o ameli terketmesi ile öldürülen,
sadece tehir ettiğinden dolayı öldürülmez. Bir defa bu manzaranın aslı haccı
terketmesindeki kararlılığıdır. Mesela: “Hacc bana farzdır” diyecek “ben hacca
gitmem” diyecek. İşte bu ihtilaf konusudur. Doğrusu ise: Haccı terkedenin
öldürüleceğidir. Çünkü İslam’ın haklarından birisidir. Ancak hakkı ile İslam’ı
konuşan kimse için asamet sabit olur. Hacc da İslam’ın en büyük haklarından
birisidir.
Namazı
Terkeden Küfren mi? Yoksa Hadden mi?
Öldürülür
Faslı
Üçüncü meseleye gelecek olursak; bu da:
“Namazı tekeden tıpkı savaşlı ve zanı gibi
hadden mi öldürülür? Yoksa mürted ve zındık gibi küfren mi öldürülür”
sorusudur. Bu konu hakkında alimlerce iki kavil vardır. Bunlarda İmam-ı
Ahmed’den rivayetledirler.
1- Tıpkı
mürtedin öldürüldüğü gibi öldürülür.
Bu; Said b. Cübeyr, Amir Eş-Sabi, İbrahim
En-Nehai, Ebu Ömer, Evzai, Eyyub Es-Sehteyani Abdullah b. Mübarek, İshah b.
Rahaveub ve Maliki mezhebinden Abdulmelik b. Hubeyb’in görüşü olup, aynı
zamanda bu şafii mezhebinin iki vechinden birisinin kavlidir. Bunu Tahavi
bizzat şafii’nin kendisinden hikaye etmiştir. Ebu Muhammed b. Hazm, bunu, Ömer
b. Hattab’dan (r.a.), Muaz b. Cebel’den (r.a.), Abdurrahman b. Avf’dan (r.a.),
Ebu Hureyre’den (r.a.) ve diğer bazı sahabelerden hikaye etmiştir.
2- Hadden
öldürülür, küfür olarak değil. Bu da Malik ve şafii’nin
görüşüdür. Bu rivayeti Ebu Abdillah b. Batta tercih etmiştir.
Namazı Terkedenin Kafir Olmayacağını
Söyleyenlerin Delilleri
şimdi bizler her iki
fırkanın da delillerini zikredelim:
Namazı terkedenin
kafir olmayacağını söyleyenler şöyle demişlerdir:
“Namaz kılmayan bu
kişi hakkında İslam’ın hükmü, onun İslam içerisinde olduğu hükmünün
sabitliğidir. Onu, kesin bilmeden dinden çıkarmayız.” Devamla şöyle
demişlerdir: Ubade b. Samid’den rivayetle Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
“Her kim Allah’tan başka hiçbir ilahın olmadığına, O’nun tek ve ortağı
bulunmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet ederse,
İsa’nın (a.s.) da Allah kulu ve Rasulü, Meryem’e ilka edilen Allah’ın kelimesi
ve O’ndan bir ruh olduğuna, cennetin ve ateşinde hak olduğuna inanırsa, Allahu
Teala okişiyi işlediği amel (nisbetince), cennete sokar.”43
(43) Buhari: 6/342; Enbiyalar hadislerinde: “Ey kitap ehli!...
Aşırıya kaçmayın...” kavlindeki babda; Müslim: 28, İman bölümünde: “Her kim
tevhid üzere ölürse muhakkak cennete girer” babında rivayet etmişlerdir.
Bunu Buhari ve Müslim
“sahihayn”larında rivayet etmişlerdir.
Enes’den (r.a.)
rivayetle, Rasulullah (s.a.v.), Muaz’da (r.a.) bineğinin terkisinnde iken:
“Ey Muaz!”
diye buyurdu. Muaz’da
(r.a.) üç defa:
“Buyur ya Rasulallah emrine amadeyim” dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
“şüphesiz
ki kul: “Lailahe illallah, Muhammeden Rasulullah” demeye şehadet ederse Allah
(c.c.) mutlaka ona cehennemi haram kılar”
diye buyurdu. Muaz
(r.a.):
“Ya Rasulallah! Bunu
insanlara haber vereyim de müjdelensinler?” deyince Rasulullah (s.a.v.):
“O zaman da tevekkül eder (yan gelip yatarlar).”
diye buyurdular.
Nitekim Muaz (r.a.) bunu ölüm anında -ilmini gizlemiş olmasın diye- haber
vermiştir.”44
(44) Buhari: 1/199-200, İlim bölümünde: Anlamazlar
korkusundan dolayı kim bir kavim dışında başka bir kavim için ilimle hastır
babı; Müslim: 32, İman’da: Tevhid üzere ölenin cennete gireceği babında,
hadisteki “teessümen” kelimesinin manası, ilmini gizlemiş, korkusu olmasın diye
manasındadır.
Bu sahihliği hususunda
ittifak edilen bir hadistir. Ebu Hureyre’den (r.a.), Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
“şefaatıma en saadetli olan “La ilahe illallah” sözünü kalbiyle ihlaslı
olarak söyleyen kişidir.”45
(45) Buhari: 1/173, İlim bölümünde: Hadise (konuşmaya hırslı
olma babında ve Rikak bölümü: Cennet ve cehennemin sıfatı babında rivayet
etmiştir.
Bunu Buhari rivayet
etmiştir.
Ebu Zerr’den
rivayetle, Rasulullah (s.a.v.) Kur’an’dan bir ayeti defalarca okudu, tekerrüs
de bulundu taki öğle namazı girdi ve:
“Ümmetim için istedim. Öyle şeylerle de cevaplandım ki şayet bu onlara
muttali olmuş olsa (verilse), onlardan çoğu namazı da terkederler.”
diye buyurdu. Bunun
üzerine Ebu Zerr:
“İnsanları
müjdeleyeyim mi?” dedi. Rasulullah (s.a.v.):
“Evet”
dedi ve o da gitti.
Ömer (r.a.) dedi ki:
“şüphesiz sen bunu
insanlara söyleyecek olursan ibadetle yan gelip yatarlar” dedi ve: “Hadi dön
git” diye seslendi. O da gitti. şu ayeti de:
“şayet onları azaplandıracak olursan, şüphesiz onlar senin kullarındır. şayet
onları bağışlarsan muhakkak ki sen Aziz ve Hakim olansın.” (Maide: 5/118)
Ahmed b. Hanbel
“Müsned”inde rivayet edilmiştir.46
(46) Ahmed: 5/170; Nesai: 2/177, İftitah bölümünde: Ayetin
çokça okunuşu babında; İbni Mace: 1350, Namazın ikamet olunuşu bölümünde: Gece
namazında okuma ile ilgili babda; Hakim: 1/241’de rivayet etmişlerdir. Hakim
hadisi sahihlemiştir. Zehebi de onaylamıştır. “Zevaid” adlı eserde El-Busiri’de
bunu sahihlemiştir.
Yine “Müsned”de
Aişe’den (r.a.) gelen bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allah katında divanlar üçtür. Bunlardan birisi Allah’ın bir şey
hazırlamadığı bir divan, birisi Allah’ın ondan bir şeyi terketmediği bir divan,
birisi de Allah’ın afetmediği divana gelince; bu şirktir. Allah (c.c.) şöyle
buyurmuştur:
“Her kim Allah’a ortak koşarsa, Allah hiç şüphesiz cenneti ona haram
kılar.”
(Maide: 5/72)
Allah’ın bir şey hazırlamadığı divana gelince; bu da kul ile Rabbi arasında
olup, terkettiği oruç ya da terkettiği namazı olup (bundan dolayı) nefsine işlediği
zulümdür. şüphesiz Allah (c.c.) bunu afeder ve dilerse ona karşılık verir.
Allah’ın ondan bir şeyi terketmediği divana gelince; bu da kulların
birbirleriyle işledikleri zulümdür. şüphesiz bu da kısas’tır.”47
(47) Ahmed:
6/240 hadiste Sıdka b. Musa vardır. Kendisi sadık birisidir. Ancak evhamlıdır.
Yezid b. Babnus da vardır kendisini İbni Hibban hariç güvenen olmamıştır.
Yine “Müsned”de Ubade b. Samit’den gelen
bir rivayette kendisi Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduklarını işitmiştir:
“Allah
(c.c.) kullar üzerine beş vakit namazı farz kılmıştır. Her kim bunları yerine
getirirse Allah katında, Allah’ın (c.c.) onu cennete sokacağı ahdi bulunur. Her
kimde bunları yerine getirmezse Allah katında onun ahdi kalmamıştır. Allah dilerse azap eder, dilerse afeder.”48
(48) Ahmed:
5/315-319; Bunu başkaları da rivayet etmiştir. Bak. sayfa: 29 te: 2.
“Müsned”de yine Ebu Hureyre (r.a.)
hadisinde, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet
gününde kulun ilk olarak hesaba çekileceği ameli farz namazlar olacaktır. şayet
bunları tamamlamış ise (tamamdır), aksi takdirde ona: “Bakın nafileleri var mıdır?” denilir. şayet onun
nafileleri (kıldığı) olmuşsa,
nafileleri ile farz tamamlanır. Sonra da diğer farz ameller de böylece
yapılır.”49
(49) Hadis
sahih’tir. Sayfa: 32’de geçmişti.
Ehli Sünen rivayet etmiştir. Tirmizi de: “Hadis hasen’dir” demiştir. Demişlerdir ki: Rasulullah’ın
(s.a.v.) şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
“Her
kimin son sözü “Lailahe illallah” diye bitmişse cennete girer.”50
(50) Müsned:
5/233- 247; Ebu Davud: 3116, Cenaze bölümünde: Telkin etme babında; Hakim:
1/351, rivayet etmiştir. Hakim: “İsnadı sahihtir” demiştir. Zehebi de
onaylamıştır. Bu da ikisinin dediği gibidir. Salih b. Ebi Urayb hariç ravilerinin
hepsi sika’dır. Ondan da sika (güvenilir) kimselerden bir grup rivayet
etmiştir. İbni Hibban’da ona güvenmiştir. İbni Mendeh ise: “O meşhur
mısırlıdır” demiştir. Bak: “Tevhid” adlı esere. G: 48/2.
Başka bir lafızda ise:
“Her kim
“Lailahe illallah” sözünü bilir olarak ölürse cennete girer.”51
(51) Müslim:
“26” İman’da: Tevhid üzere ölenin kesinlikle cennete gireceği hakkında delil
babı.
“Sahih”de geldiği üzere Itban b. Malik
kıssasında:
“Muhakkak
ki Allahu Teala: Gerektiği gibi umarak “La ilahe illallah” diyee ateşi haram
kılmıştır.”
diye buyrulmuştur.52
(52) Buhari:
1/433-436, Namaz bölümünde: Mesatler evlerdedir babında; Teheccüd bölümü:
Cemaatle nafile namazı babında; Müslim: 33, İman’da: Tevhid üzere ölenin
kesinlikle cennete gireceği hakkında delil babı.
şefaat hadisinde ise yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
“İzzetim
ve Celalim hakkı için. şüphesiz Ben: “La ilahe illallah” diyen kimseyi mutlaka
ateşten çıkaracağım.”
Başka bir rivayette ise:
“Hiçbir
hayır işlememişse de ateşten çıkar.”
diye buyurulmuştur.53
(53) Buhari:
13/296, Tevhidde: Allah’ın kıyamet gününde nebilerle ve başkalarıyla kalanı
babı ve “Ben elimle yarattığımda....” kavli ve ikisinden başkası da haklar
babda; Rikak bölümünde: Cennet ve ateşin sıfatı babında; Müslim: 193, İman’da:
Cennete menzili en ait olan babında rivayet etmişlerdir.
“Sünen” ve
“Müsned”lerde şu rivayet mevcuttur:
“Bitaka (kart) sahibi,
doksan dokuz tane tescil edip neşr olunur ve bunlardan her birisi gözün
uzanacağı kadar (çoktur). Sonra da
üzerinde: “La ilahe illallah” şehadet kelimesi bulunan bir kart çıkar ve
günahlarına ağır basar.”54
(54) Müsned: 2/213-221-222; Tirmizi: 2641, İman’ın kapıları:
La ilahe illallaha şehadet edenin ölümü hakkında bab; İbni Mace: 4300, Zühd’de:
Kıyamet günü Allah’ın rahmetini umma babı; isnadı ise sahihtir.
Nitekim bu kartda
şehadet kelimesinden başka bir şey zikredilmemiştir. şayet başka bir şey daha
olmuş olsaydı o zaman iyiliklerin yazıldığı sahifeler de çıkıverirdi ve
günahlarına ağır basardı. Aynı zamanda bizler hadiste (az önce geçen):
“Hiç bir hayır işlememişse de ateşten çıkar.”55
hadisi yetmektedir.
Eğer bu kişi namazı kılmamakla kafir olsaydı o zaman ebedi cehennemde kalır,
oradan da asla çıkmazdı.
(55) Bu geçen şefaat hadisinden bir parçadır.
Dolayısıyla bu ve
benzer hadisler kişiyi tekfirlikten ve ebedi ateşte kalmaktan alıkoymaktadır.
Nitekim bu kişiye namazı gerekli kılmak ve büyük günah işleyenlerden görmek
gerekir. Demişlerdir ki: Çünkü küfür demek tevhidi risaleti, dönüş yerini ve
Rasulullah’ın (s.a.v.) getirdiklerini inkar etmek demektir.
Çünkü kelime-i
tevhidle kul vahdaniyet şahit olmakta, Rasulullah’ın (s.a.v.) Allah’ın Rasulü
olduğunu takrir etmekte, kabirde olanları Allah’ın dirilteceğine inanmaktadır.
Dolayısı ile küfrüne nasıl olurda hükmedilir? şüphesiz iman tasdik etmek
demektir. Zıddı da yalanlamak demektir, amelin terki demek değildir. Öyleyse
apaçık inkar edenin yalanı ile (inkar etmeyen) sadık bir kimse ile nasıl
hükmedilebilir?***
Namazı Terkedenin
Kafir Olacağını Söyleyenlerin Delilleri
Kafir sayanlar şöyle
demişlerdir:
“Namazı terkedenin
kafir olmayacağı hakkında delil getirmiş olduğunuz hadisleri, bizzat
(hadislerin) korunması kendileri vesilesi ile olmuş olan sahabeler, namazı
terkedenin küfrüne bizzat hüküm vermişlerdir.
Ebu Muhammed b. Hazm
şöyle demiştir:
“şüphesiz Ömer’den,
Abdurrahman b. Avf’dan, Muaz b. Cebel’den, Ebu Hureyre’den ve başka
sahabelerden geldiğine göre onlar:
“Vakti çıkana dek
kasten bir vakit farz namazı terkeden kişi kafir ve mürted olmuştur”
demişlerdir.56
(56) Muhalla: 2/242’de
(279) nolu mesele.
Demişlerdir ki:
“Bizler bu konuda,
sahabelerden aksi bir görüş bildiren kimseyi bilmiyoruz. şüphesiz namazı
terkedenin kafir olacağına kitap, sünnet ve sahabenin icması delalet
etmektedir.”
Birinci delil: Kitaba
gelince bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Biz müslümanları o
günahkarlar gibi kılar mıyız hiç? Ne oldu size; nasıl hüküm veriyorsunuz? Acaba
sizin bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz? Beğenip seçtiğiniz her şey
mutlaka sizindir diye (orda mı yazıyor) yoksa sizin bizim üzerimizde: Ne hüküm
ederseniz muhakkak sizindir” diye kıyamet gününe kadar sürecek yeminleriniz mi
vardır?”
ayetinden:
“Baldırın açılacağı o
günde onlar secde etmeye davet edilecekler de, edemiyecekler. Gözleri önlerine
eğilmiş, kendilerini de bir zillet kaplamış olarak. Halbuki onlar sapsağlam
iken secdeye çağrılıyorlardı.” (Kalem: 68/35-43)
Evet bu ayetin delalet
yönü: şüphesiz ki Allahu Teala müslümanları bir defa mücrimler gibi kılmaz. Bu
emirde O’nun hikmetine ve hükmüne layık da değildir. Sonra Allahu Teala
müslümanların zıddı olan mücrimlerin (günahkarların) hallerini zikretmiştir ve:
“Baldırın açılacağı o günde” diye buyurmuştur. Ve onlar...? Rabblerine secde
etmek için çağrılırlar. Ancak bununla onlar arasında bir engel bulunur.
Dolayısıyla da müslümanlarla birlikte -dünyada iken namaz kılanlarla beraber
iken secde etmeyi terkettikleri için- onlara bir ceza olarak onlar, secde
edemeyeceklerdir. Bu da onların kafir ve münafıklarla beraber olduklarına
delalet etmektedir. Öyleki müslümanlar her secde ettikleri vakit (kafir ve
münafıkların) sırtları tıpkı ineğin meyaminleri gibi olacaktır.57 şayet bunlar
müslümanlardan olsalardı onlara da tıpkı müslümanlara izin verildiği gibi secde
etmeleri izni verilirdi.
(57) Buhari
“Sahihin”de, 8/508; Ebu Said’den (r.a.) rivayet etmiştir. Rasulullah’tan
(s.a.v.) şunu işitmiştir: “Yüce Rabbimiz
baldırı açılır. Her mü’min erkek ve mü’min kadın Allah’a secde eder. Dünyada
iken riya ve gösteriş olarak secde eden kimse de kalıverir. Secde etmeye gider
ancak sırtı (dimdik olup) ters döner
de (secde yapamaz).”
İkinci Delil: Yüce
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“Her bir nefis
kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır. Ashabul yemin müstesna.
Cennettedirler, birbirlerine soru sorarlar, suçlular hakkında sizi sakar’a ne
sürükledi? Derler ki: Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulları yedirmezdik,
biz de dalanlarla birlikte daldık. Din gününü de yalanlardık. Nihayet ölüm bize
gelip çattı.” (Müddesir: 74/38-47)
Bir defa bu
hasletlerden her birisinin, kendilerini sakar’a (ateşe) sürükleyen, kendilerini
mücrimlerden ya da topluluklarından kılan -şayet bunların hepsi teker teker
mustakil de olsa delalet apaçık zahirdir ya da her dört haslet de bulunsa- işte
bu onların küfürlerinin ve akıbetlerinin tehditliliğini ve sakatlığını göstermektedir.
Aksi takdirde bu hasletlerden her biri için akıbet içeriği bulunmuş olur.
Öyleki bunlarla mustakil (ayrı ayrı) olana, akıbetin verilişinde, tesiri
olmayan konuyu birleştirip bir çatı altında toplamak, caiz değildir.
Bilinen şu ki: Namazı
ve -kendisi ile beraber zikr olunanları- terketmek din gününü yalanlamadaki
akıbet hususunda şart olmayıp bilakis akıbet hususunda tek başına olması bile
yeterli olmaktadır. Dolayısı ile kendisi ile beraber zikredilen her vasıf;
bunun gibi olduğuna delalet etmektedir. Öyleki bir kişinin sadece bu dört vasıf
toplandığı zaman azab görür demesi imkan dışıdır.
Nitekim bu
hasletlerden her biri mücrimliği gerektirecek olsa, şüphesiz yüce Allah
günahkarları (mücrimleri) müslümanların zıddı kılmıştır. Nitekim namazı
terkeden kişi mücrimlerden olup sakar’a (ateşe) girecek olanlardandır. Allahu
Teala şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki mücrimler
sapıklıkta ve çılgın ateş içindedirler. O gün yüzleri üzere ateşe sürüklenirler
(ve): Cehennemin dokunmasını tadın (denilir).” (Kamer: 54/47-48)
Başka bir ayette ise
şöyle buyurmuştur:
“şüphe yok ki o
mücrimler, iman edenlerden bir kısmına gülerler.” (Mutaffifin: 83/29)
Dolayısı ile
mücrimleri mü’minlerin, müslümanların zıddı olarak kılmıştır.
Üçüncü Delil: Allahu
Teala’nın şu ayeti:
“Namazı dosdoğru
kılınız, zekatı veriniz, Rasule itaat ediniz. Umulur ki merhamet olunursunuz.”
(Nur: 24/56)
Bu ayetin delalet
yönü; yüce Allah onlarda rahmetin hasıl olmasını bu zikredilen hasletlere
bağlamıştır. şayet namazı teketmek onları kafir kılmasa ve ebedi ateşle
bırakmasa o zaman namaz kılmadan merhamet olunmuş olacaklar. Ancak Allahu
Teala, onlar namaz kılarlarsa rahmetin geleceği ümidini kılmaktadır.
Dördüncü Delil: Allahu
Teala’nın şu ayeti:
“Yazıklar olsun o
namaz kılanlara ki onlar namazlarında tembellik etmektedirler.” (Maun: 107/4-5)
şüphesiz selef
namazdaki sehvin manası hakkında ihtilafa girmişlerdir.
Sa’d b. Ebi Vakkas,
Mesruk b. Ecde’a ve başkaları şöyle demişlerdir:
“(Buradaki sehu)
namazın vakti çıkıncaya dek namazı terketmektir.” Nitekim bu konu hakkında
merfu bir hadiste rivayet olunmuştur.
Muhammed b. Nasr
El-Mervezi dedi ki:
“Bize, Süfyan b. Ebi şeybe,
onlara İkrime b. İbrahim, onlara Abdulmelik İbni Umeyr hadisi anlattı.
Onlarda Mussab b.
Sad’dan, o da babasından Rasulullah’ın (s.a.v.) -namazlarında sehu içinde
olanlar hakkında- şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:
“şüphesiz ki bunlar
namazların vaktinden tehir edenler.”58
(58) Bunu Suyuti
“Dunil Mensur”: 6/400, adlı eserinde Ebu Ya’laya, İbni Cerir’e, İbni Münzir’e,
İbni Ebi Hatim’e “Evsed” adlı eserde Taberani’ye, İbni Merdaveyhe, “Sünenin”de
Beyhaki’ye nisbet etmiştir. Merfu olması hasebiyle de zayıf saymıştır. Vakfı
ise sahihtir. Hakim de böylecedir. Münziri: “Tergib” adlı eserde: 1/382, şöyle
demiştir: Bunu İkrime b. İbrahim rivayet ile Bezzar rivayet etmiştir ve şöyle
demiştir: “Başkası merfu kılmadığı halde hafızlar mevkuf olarak rivayet
etmişlerdir.” Münziri şöyle demiştir: “İkrime’ye gelince -ki kendisi Ezdi
kabilesindendir- zayıflığında icma edilmiştir. Doğrusu da onda vakıf olduğudur.”
Heysemi “Mecme” adlı eserde: 7/134’de şöyle demiştir: “Bunu Taberani “Evsat”
adlı eserinde rivayet etmiştir. Hadiste; İkrime b. İbrahim bulunmaktadır. O da
gerçekten zayıf birisidir.
Hammad b. Zeyd şöyle
dedi: Bizlere Asım hadisi anlattı. O da Musab b. Sad’dan, şöyle demiştir.
Babama:
“Ey babacığım!
Rasulullah (s.a.v.) “Onlar ki namazlarında tembellik yapmaktadırlar” ayeti
hakkındaki kavlini hiç duydun mu? Hangimiz sehv yapmıyoruz ki? Hangimizin
içinden -biz namazda iken- bir şeyler geçmiyor ki?” dedim. Bunun üzerine şöyle
dedi:
“Bu böylece değildir.
Lakin bu vakti zai etmektir.” dedi.”59
(59) Bunu, Suyuti,
“Darul Mensur” 6/400, adlı eserinde Ebu Yala, İbni Cerir, İbni Münzir, İbni
Merdeveyh, “Süneninde” Beyhaki’ye nisbet etmiştir. Münziri “Tergib ve Terhib”
adlı eserinde: 1/387, şöyle demiştir: “Bunu Ebu Ya’la hasen bir senedle rivayet
etmiştir.” İbni Kesir: 1/554, şöyle demiştir: “Yazıklar olsun o kimselere ki
onlar namazlarında sehv içindedirler” ayeti hakkında: Ya bunun külli olarak
yapılması -İbni Abbas’ın dediği gibi- ya da şer’an takdir edilmiş vakitte bunun
yapılması konusu. Böylece de külli olarak vaktinden çıkmış oluyor. Tıpkı,
Mesruk, Ebu Duha’nın dediği gibi. İlk vaktinde olmasına gelince; devamlı olarak
sonuna kadar namazı tehir ederler ya da çoğunlukla böyle yaparlar. Hem namazın
rükünlerini, şartlarını -istenilen yönü ile- eda etmek hem de bunda huşulu
olmak, namazda okunulanların manalarını düşünmek. İşte lafız bunların hepsini
içermektedir. Dolayısı ile, bundan bir şeyi birleştiren herkesin bu ayetten bir
nasibi vardır. Her kimde hiç şüphesiz tamam olmuş olur. Ameli nifak da onun
için tamamlanmış olur...”
Hayyava b. şureyh dedi ki:
“Bana Ebu Sahr, kendisinin Muhammed b. Ka’b
El-Kurazi’ye, yüce Allah’ın:
“Onlar ki namazlarında sehiv (tembellik)
içidedirler.”
ayeti hakkında soru
sorduğunu haber vermiştir. O da:
“Bu sehv’den maksat
namazı terketmektir” dedi. Sonra da “Maun”dan” sordu? O da:
‘Hak sahibinden malı
kısıtlayıp men etmektir” dedi. Bu bilinecek olursa; şüphesiz “veyl” yazıklar olsun
diye gelen tehdit sigası Kur’an-ı Kerim’de daha çok kafirler hakkında kurallı
olarak gelmektedir. Ayette buyurulduğu gibi:
“Müşriklere yazıklar
olsun ki onlar zekatı vermezler. Ahireti de onlar küfr (inkar) ederler.”
(Fussilet: 41/6-7)
Bir ayette de:
“Çok yalancı ve çok
günahkar olan her bir kimsenin vah haline! O, Allah’ın ayetleri kendisine
okunurken işitir de sana onları işitmemiş gibi büyüklük taslayarak ısrar eder.
İşte ona çok acıklı bir azabı müjdele! Ayetlerimiziden bir şey öğrendiğinde de
o, onları alaya alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır.” (Casiye: 45/7-9)
diye buyrulmuştur.
Başka bir ayette de:
“şedid olan bir azaba
düccar olmalarından dolayı kafirlere yazıklar olsun.” (İbrahim: 14/2)
diye buyurulmuştur.
Ancak iki yerde hariç.
Bunlarda şu iki ayettir:
“Ölçü ve tartıyı eksik
yapanların vay haline!” (Mutaffifin: 83/1)
ayeti ile:
“İnsanları arkadan
çekiştiren, yüzlerine karşı onlarla alay eden her kişinin vay haline!” (Hümeze:
104/1)
Bu iki ayetlerde
“yazıklar olsun” sözü ölçü ve tartı da aldatma yapanla, arkadan kaşgöz
hareketleri ile dalga geçenlerle talik edilmiştir. Nitekim sırf bunları
yapmakla kişi tekfir edilmez.
Namazı terkedene
“yazıklar olsun”un verilmesi ise; kafirlerin “yazıklar olsun” kapsamına
girmelerinden ya da fasıkların kapsamına girmelerinden olmaktadır. Nitekim
kafirlerin veyline (yazıklar olsun kapsamına) iki yönle ilhak olmaktadır:
1- Sad’a b. Ebi
Vakkas’dan bu ayet hakkında sahih olarak gelen bir rivayette kendisi şöyle
demiştir:
“şayet namazı
terketseler kafir olurlardı. Lakin onlar namazın vaktini zai etmişlerdi.”60
(60) Bak: 2 nolu
rakamın talikine. -Geçen sahifede.-
2- Küfrüne dair
delillerden zikredeceğimiz bu konuyu açıklığa kavuşturmaktadır.
Beşinci Delil: Yüce
Allah’ın şu kavli:
“Onlardan sonra bir
topluluk yerlerine geldi onlar namazları zai ettiler ve şehvetlerine uydular.
Yakında da ğay (kuyusu) ile karşılaşacaklar.” (Meryem: 19/59)
şu’be b. Haccac dedi
ki:
“Bize Ebu İshak hadisi
anlattı. O da Ebu Uteyye’den, o da Abdullah b. Mesud’dan bu ayet hakkında şöyle
dediğini belirtmiştir.” “⁄ay”: Cehennem de bir nehir olup, tadı berbat ve dini
de çok derindir.”
Muhammed b. Nasr dedi
ki: Ubeydullah b. Said b. İbrahim, onlara da Muhammed b. Yezid b. Ziyad, hadisi
anlattı. Muhammed b. Yezid b. Ziyad (dedi ki): Bana da şarki El-Kattami anlattı
ve dedi ki:
“Bana da Lokman b.
Amir El-Huzai anlattı ve dedi ki: Ben Ebu Umame El-Bahili’nin yanına gittim ve:
“Bana Rasulullah’tan (s.a.v.) işittiğin bir hadisi anlat” dedim. Kendisi ise:
“Ben Rasulullah’tan (s.a.v.) işittiğime göre kendileri şöyle buyurmuştur” dedi:
“şayet bir kaya
parçası cehennemin kenarına atılacak olsa yetmiş (bin yıllık yoldan) sonra
ancak “ğay”a ve “Esame”ye ulaşır.”
diye buyurdu. Dedim
ki: ⁄ayy ve Esame nedir? dedim şöyle buyurdular:
“Cehennemin en altında
bulunan iki tane kuyudur. Bunlarda cehennem ehlinin irinleri akıp
durmaktadır.”61
(61) Suyuti bunu
“Darul Mensur”: 4/278, adlı eserinde, İbni Cerir, Taberi, İbni Merdiveyh “Bas”
adlı eserde Beyhaki’ye nisbet etmiştir. Bunu İbni Kesir tefsirinde 3/128, İbni
Cerir’den nakletmiştir şöyle demiştir: “Bu hadis garip bir hadis olup bunun raf
edilmesi ise münkerdir.” Heysemi “Mecme” adlı eserinnde: 10/389’da şöyle
demiştir: “Bunu Taberani rivayet etmiştir. Hadis içinde İbni Hibban’ın sika
saydığı zayıf raviler bulunmaktadır.” Demiştir ki: “Hata yapmışlardır.” Münziri
“Tergib” adlı eserinde 4/272, şöyle demiştir: “Bunu merfu olarak Beyhaki ve
Taberani rivayet etmişlerdir. Bunu ikisinden başkaları da Ebi Umeyye’ye mevkuf
olarak rivayet etmişlerdir. Bu daha sahihtir.”
İşte bu yüce Allah’ın
kitabında buyurduğu:
“Yakında “ğayy” ve
“esam” ile karşılaşacaksınız.”
ayetlerinin manasıdır.
Muhammed b. Nasr dedi
ki:
“Bizlere Hasan b. İsa,
onlara da Abdullah b. Mübarek, onlara da İbrahim b. Beşir hadisi haber
vermiştir. Dedi ki: Bana Zekeriyya b. Ebi Meryem El-Huzai haber verip şöyle
demiştir. Ebi Umame El-Bahili’yi işittim şöyle diyordu:
“şüphesiz cehennemin
kenarı ile dibi arası bir tas ya da kaya atılacak olursa elli bin yıl kadar
mesafesi olur. Bunun büyüklüğü de bunun onlarca büyüklüğünde ve
genişliğinndedir.” Abdurrahman b. Halid b. Velid’in mevlası (kölesi):
“Ey Ebu Umame! Bunun
altında bir şeyler var mıdır?” diye sordu. O da:
“Evet “⁄ay” ve “Esame”
vardır” dedi.”
Eyyub b. Beşir o da şafiy
b. Mati’den şöyle demiştir:
“şüphesiz cehennemde
“ğayy” diye isimlendirilen bir vadi vardır. Bunda pis irinler akmaktadır. Bu da
oraya girecek içindir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
“Yakında ğayy ile
karşılaşacaklar.”
İşte bu ayetin delalet
yönü; muhakkak ki Allahu Teala bu alış mekanını namazını zai eden ve şehvetine
uyanlar için kalacaktır. Kendileri günahkar müslümanlarla beraber olsaydı o
zaman ateşin tabakalarından en üst tabakada olurlardı. Lakin onlar altındaki
mekanda değildirler. Çünkü İslam ehli için bu mümkünat dışıdır. Bu sadece kafir
için mümkündür.”
Ayette başka bir delil
daha vardır. O da:
“Yakında ğayy ile
karşılaşacaklar ancak tevbe eden, iman edip salih amel işleyen hariç.”
diye buyurduğu
ayetidir. Dolayısı ile, şayet namazı zai eden mü’min olsaydı o zaman tevbesinde
iman şartı olmazdı. Hasıl olduğu gibi tahsil edilirdi.
Altıncı Delil: Yüce
Allah’ın şu ayeti kerimesi:
“şayet tevbe eder,
namazı kılar ve zekatı verirlerse o zaman dinde kardeşlerinizdirler.” (Tevbe:
9/11)
Dinde kardeş olmaları
namaz kılma fiilleriyle bağlantılı olmuştur. şayet kılmazlarsa mü’minlerin
kardeşleri değildirler. Yine yüce Allah’ın:
“Mü’minler ancak
kardeştirler.” (Hucurat: 49/10)
ayeti ile de mü’min
olamamaktadırlar.
Yedinci Delil: Allahu
Teala’nın şu ayeti kerimesi:
“Tasdik etmedi ve
namaz kılmadı lakin yalanladı ve yüz çevirdi.” (Kıyamet: 75/31-32)
İslam, haberi tasdik
edip emrede uymayı gözettiği zaman yüce Allah bunun için iki zıt faktör
kılmıştır. Tasdik etmemek ve namazı kılmamak.
Ayette: “Lakin
yalanladı ve yüz çevirdi” diye buyurulmşutur. Sanki yalanlayan kafir, namazdan
yüz çeviren kafir olmakta ve sanki İslam yalanlama ile gider ve namazda yüz
çevirme ile kaybolur diye anlaşılmaktadır.
Katade’den rivayetle
Said şöyle demiştir:
“Tasdik etmedi ve
namaz kılmadı” demek; Allah’ın kitabını tasdik etmedi, Allah (c.c.) içinde
namaz kılmadı ancak Allah’ın ayetlerini yalanladı ve O’na (c.c.) itaat etmekten
de yüz çevirdi:
“Sana layıktır. (O
azab) evet sana layıktır. Sonra yine sana layıktır; tekrar tekrar sana
layıktır.” (Kıyamet: 75/34-35)
Tehdit eseri üzere
yine bir tehdit...” diye anlaşılır.”
Sekizinci Delil: Yüce
Allah’ın şu ayeti:
“Ey iman edenler!
Mallarınız ve evlatlarınız sizleri Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Her kim bunu
yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır.” (Münafikun: 63/9)
İbni Cüreyc:
“Ben Ata b. Ebi
Rebah’ın “Bu farz namazlardır” dediğini işittim” demiştir.
Bu ayette delil
getirme yönü; şüphesiz ki Allah (c.c.) mutlak olan hüsranlığı, malları ve
çocukları kendisinin namazından alıkoyan kişiye hükmetmiştir. Mutlak olan
hüsranlık da sadece kafir olanlara verilmektedir. Çünkü müslüman günahlarından
ve hatalarından dolayı hüsrana girse şüphesiz işin sonunda (imanından dolayı
vs.) kazanca girer. Nitekim yüce Allah bu ayette namazı terkedenin hüsranlığını
bazı tekitli kısımlarla tekitlemiş, pekiştirmiştir.
1- Bunu, yenilik ve
teceddüde delalet eden fiilin dışında hüsranlığa ve gereksinimlerinin
sabitliğine delalet eden isim lafzı ile getirmek.
2- Bu ismin -kendileri
için isimlendirilenin tam oluşması için- elif ve lam ile sadır olması. Mesela
sen: “Zeydun El-Alim es-Salih” diye (elif lamlı getirecek) olursan işte bu
“Zeydun Alimun Salihun” diye (elif lamsız olarak) bunun tersine, bunun için
tanlığın sabit olduğu anlaşılmaktadır.
3- Yüce Allah’ın bunun
haber ve mübtedasını marife (bilinirlik) olarak kılması.
İşte bu da haberin
mubte’da’da intisar alametinden olmaktadır. şu ayette olduğu gibi:
“İşte onlar felaha
uğramış kimselerdir.” (Bakara: 2/5)
aynı zamanda:
“Kafirler işte onlar
zalim olanlardır.” (Bakara: 2/254)
ve:
“İşte onlar gerçek
mü’minlerdir.” (Enfal: 8/4)
ayetlerinde ve
benzerlerinde olduğu gibi.
4- Mübteda ve Haber’in
arasına ayrık zamiri sokmak. Bu da fasıl ile birlikte iki ayrı faide
içermektedir.
a) İsnadın kuvvetli
olması.
b) Dayanan zamirin
dayandırılana hasslığı. Gelen şu ayetlerde olduğu gibi:
“Muhakkak ki Allah, O’dur zengin olan,
Hamid olan.”
ve:
“Allah, işte O işiten,
görendir.” (Maide: 5/76)
ve:
“Muhakkak ki Allah,
O’dur ⁄afur olan, Rahim olan.” (şura: 42/5)
Dokuzuncu Delil: Yüce
Allah’ın:
“Bizim ayetlerimize
ancak, kendilerine ayetlerle öğüt verildiğinde secdeye kapanan ve Rabblerini
hamd ile tesbih edenler iman eder. Hem onlar büyüklük de taslamazlar.” (Secde:
32/15)
Bu ayette delil
getirme yönü; şüphesiz Allahu Teala; Allah’ın ayetten zikrolunduğu vakit
Rabblerini hamd ile tesbih edip secdeye varmayan kimselerden iman mefhumunu
kaldırmıştır. şüphesiz Allah’ın ayetlerinin en büyük hatırlatıcısı da namaz
ayetlerinin tezkiri’dir. Her kime bunlar zikrolunsa oda zikri etmez ve namazda
kılmazsa bunlara iman etmiş olmaz. Çünkü Allah (c.c.) bunu mü’minlere has
kılmış, onların secde ehli olduklarını vurgulamıştır. şüphesiz bu en güzel
delil getirme ve en yakın boyutudur. şüphesiz; Allah’ın:
“Namazı kılınız.”
(Bakara: 2/43)
ayetine, sadece bunu
ikamet eden (kılan) iltizam eder.
Onuncu Delil: Yüce
Allah’ın şu ayeti:
“Onlara: Ruku edin
denildiğinde onlar ruku etmezler. Vay o gün yalanlayanların haline!” (Mürselat:
77/48-49)
Bu ayeti de:
“Yeyin, metalanın
biraz! şüphesiz ki sizler mücrimlersiniz.” (Mürselat: 77/46)
ayetinden sonra zikretmiştir.
Nitekim yüce Allah, rukuyu -bu da çağrıldığı vakit namazı- terkeden o kimselere
tehdit yağdırmıştır. Buradakinden maksad; “Onlar yalanladıklarından dolayı
tehdit’tir” denilemez sadece. Çünkü Allah (c.c.) onların namazı terkettiklerini
haber vermiştir. İşte tehditte bundan da vaki olmuştur.
Buna göre bizler şöyle
diyoruz:
“Gerçekten, yüce
Allah’ın namazı emrettiğini doğrulayacak bir kimsenin, namazı zaten devamlıca
terkinde ısrarlı olacağı söz konusu olamaz. Çünkü gerek adete ve gerekse
tabiata göre de; bir kimsenin kesin olmak; yüce Allah’ın gündüz ve gece olmak
üzere beş vakit namazı farz kıldığını, terkedildiği vakit en büyük cezalara
çarptırılacağını bilecek ve doğrulayacak, buna rağmen de namazı kılmamakta
ısrarlı olacak.” İşte bu gerçekten imkansız bir konudur. Hiç bir zaman namazın
farz olduğunu kabul eden bir kimsenin terkedeceği söz konusu bile olamaz. Çünkü
iman kişiyi namaza emreder. Öyleki kalbinde buna gidecek bir emiri dinlemiyorsa
zaten onun kalbinde iman bulunmuş değildir.
Hiçbir zaman kalben
hükümlerine ve amellerine, kişiye (doğruca) ulaştıramayacak ne bir bilgiye ve
ne de bir kişinin sözüne uy! İç muhasebenle de iyice düşünki; kişinin kalbi
vaad ve tehdide, cennet ve cehenneme, namazın, yüce Allah’ın kıldığı bir farz;
oluşuna, terkedeni de cezalandırıp, akıbet vereceğine, kişiyi namazı kılmaktan
hiçbir şeyin engellemeyeceğine, kişi terkettiği zaman -sıhhatinde, afiyetinde
olsun- olmasın Allah’ın onu bildiğine, iyice aklı açık olmalı ve temmül etmesi
gerekir.
İşte bu kadarı, imanı
sadece tasdik olarak gören kişilerden gizli kalmış birer konudur. şayet bu
vacib bir fiil ve terki haram olan bir şeyle yakın olmasa işte bu kulun
kalbinin kesin bir imanla olduğunu en imkansız kılmaktadır. Ne itaat fiili ve
nede günahı terk konusu husule gelmez. Biz de diyoruz ki:
“İman tasdik etmektir.
Lakin bu tasdik, sadece haber verileni kabul edipte ona teslim olmamak, amel
etmemek demek değildir. şayet sadece tasdik etmenin itikadı iman sayılmış
olsaydı, o zaman iblis, Firavun, ve kavmi, Salih’in kavmi ve -Muhammed’in
(s.a.v.) Allah’ın Peygamberi olduğunu kabul eden- yahudiler ve bunu bilen
uşakları hem mü’min ve hem de sadık kimseler olurlardı.
Nitekim yüce Allah
şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki onlar
seni yalanlamazlar.”
Yani (Ya Muhammed!)
Senin sadık olduğuna inanırlar.
“Lakin zalimler yüce
Allah’ın ayetlerini bile bile inkar ederler.” (En’am: 6/33)
Nitekim “cahd”: Bile
bile inkar; ancak hakkı bildikten sonra olmaktadır. Allahu Teala şöyle
buyurmşutur:
“Kalpleri onlara
inandığı halde zulümle büyüklenmeleri sebebi ile onları inkar ettiler.” (Neml:
27/14)
Musa (a.s.) Firavun’a
şöyle demiştir:
“Andolsun ki, bunları
birer ibret olmak üzere göklerin ve yerin Rabbinden başka kimsenin
indirmediğini bilmişsindir.” (İsra: 17/102)
Bir ayette de Allah
(c.c.) yahudiler hakkında şöyle buyurmuştur:
“Onlar bunu tıpkı
oğullarını bildikleri gibi bilmektedirler. Muhakkak ki onlardan bir grup
bildikleri halde hakkı gizlemektedirler.” (Bakara: 2/146)
Bunlardan (bu konuyu
açıklamak hakkında) daha açık birer delil de; yahudilerden iki fırka
Rasulullah’a (s.a.v.) gelip, Nübüvvetine delalet eden sorular sordular. (Sonra
da):
“Biz senin şüphesiz
nebi olduğuna şahitlik ederiz” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Öyleyse bana tabi
olmanızı kısıtlayan nedir?”
diye buyurdular
Onların ikisi de:
“Muhakkak ki, Davud,
zürriyyetinde nebilerin bitmemesi için dua etmiştir. Bizlerde, eğer sana tabi
olursak yahudilerin bizleri öldürmelerinden korkuyoruz” dediler.62
(62) Tirmizi: 2734,
istizan bölümünnde: El ve ayağın öpülmesi hakkında babda; Aynı zamanda,
Tefsirul Kur’an bölümünde: Beni İsrail suresi hakkında babda; Nesai: 2/172,
Kanın haramlılığı bölümünde; İbni Mace’de bundan bir parça tahriç etmiştir:
3705 de Edeb bölümünde: Erkeğin başka bir erkeğin elini öpmesi babında; Ahmed:
4/240’da rivayet etmiştir. İsnadında zayıflık vardır.
Onlar şüphesiz
Rasulullah’ın (s.a.v.) Peygamber olduğunun itikadını dilleriyle söyleyip
mutabık olarak ikrar ettiler. Ancak bu tasdik ve ikrarla imana girememişlerdi.
Çünkü onlar Rasulullah’ın (s.a.v.) emrine teslim olmadılar ve O’na itaat etmeyi
gerekli kılmadılar.
Aynı zamanda Ebu
Talib’in küfrüde böylecedir. Kendisi hakikaten de Rasulullah’ın (s.a.v.) sadık
olduğunu biliyor ve dili ile bunu ikrar ediyordu. Bunu şiirinde bilip açıkça
belirtmişdir de. Ancak kendisi (bunları söylediği halde) İslam dinine
girmemiştir. Nitekim tasdik etme konusu iki şeyle tamam sayılır.
1- Doğruluğuna iman.
2- Kalbin sevmesi ve
teslim olması.
Bu yüzden Allahu Teala
İbrahim’e (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Ey İbrahim! Rüyanı
gerçekleştirdin.” (Saffat: 37/105)
Nitekim İbrahim (a.s.)
rüyayı gördüğü vakit rüyasının doğru (sadık) olduğunu itikad etmişti. Çünkü
Peygamberlerin rüyaları vahiy’den emrolunduğu şeyi yaptıktan sonra rüyasının
doğru olduğu (gerçekleştiği) kılınmıştır.
Aynı zamanda
Rasulullah’ın (s.a.v.):
“Ferc ya bunu tasdik
eder (zina yapar) ya da yalanlar (kabul etmez, zinayı terkeder).”63
(63) Buhari: 11/22;
İstizan bölümü: Ferc olmadan organların zina etmesi babında; aynı zamanda kader
bölümünde: “Haramun ala karyetin ehleknaha” babında; Müslim: 2657, kader
bölümünde: Zinanın ve başkasının insanoğluna kılındığı hazzın miktarı babında
rivayet edilmiştir.
Burada tasdik fercin
bir ameli olarak kılınmıştır. Kalbin temenni ettiği olarak (değil). Yalanlamada
bu olayı (zinayı) terketmek demektir. Bu da apaçık gösteriyor ki tasdik sadece
amelle sahih olmaktadır.
Hasan şöyle demiştir:
“İman temenni ve
tehayyülden ibaret değildir. Lakin iman kalpte
beslenen ve amelin de tasdik ettiğidir.” Bu merfu olarak rivayet edilmiştir.64
(64) İbni Ebi şeybe:
“İman” adlı eserde -93- rivayet etmiştir. Bu Hasan üzerinde mevkuf bir
hadistir. Ondan sahih değildir. İsnadında Zekeriyya b. Hakim El-Habti vardır.
Kendisi helak eden (yanlış yapan) kimse idi Zehebi de bunu söylemiştir. Helak
edenlerden başkası da bunu merfu olarak Hasan’dan rivayet etmiştir. İmam
Suyuti: “Camius-Sağir” adlı eserinde: 5/356, bunu İbni Neccar’a,
“Müsnedil-Firdevs adlı eserde Deylemi’ye, Enes’ten gelen rivayetle nisbette
bulunmuştur. Münav şerhinde şöyle dedi: Ala dedi ki: Bu hadis münkerdir. Bunu
Abdusselam b. Salih El-Abid tek olarak rivayet etmiştir. Nesai onun hakkında:
Terkedilmiştir demiştir. İbni Adiy ise: “Zayıflığı hususunda icma edilmiştir.”
Ceyyid bir senedle bu söz, Hasen’den bu manası ile rivayet edilmiştir” demiştir.
Doğrusu da budur.
Sözün maksadı şu ki;
kılındığı zaman mükafat, terkedildiği zamanda tehdit bulunan namazın vacibiyeti
konusu, kesin bir tasdikle sadece amel ve teslimiyet olmadan olması olanaksız
bir şeydir.
Namazı Terkedenin
Kafir Olacağını Söyleyenlerin Sünnetten Delilleri Faslı
İkinci Deli; Sünnetten
bu konuya delile gelince; bunun da bazı yönleri mevcuttur.
İlk Delil: “Sahih”
adlı eserinde Müslim’in Cabir b. Abdullah’tan rivayet ettiği hadistir.
Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu söylemiştir:
“Kişi ile küfür
arasında namazın terki vardır.”65
(65) Müslim: 82,
İman’da: Namazı terkedene küfür isminin beyanı babında; Ebu Davud: 4678,
sünnette: İrca’yı red etme babında; Tirmizi: 2622 İman’da: Namazı terkeden
hakkındaki babda rivayet etmişlerdir.
Bunu Ehli Sünen
rivayet etmiştir. Tirmizi de bu hadisi
sahihlemiştir.
İkinci Delil: Yezid b.
Hubeyb El-Eslemi’nin rivayet ettiği hadistir. Kendisi Rasululah’ın (s.a.v.)
şöyle dediğini işitmiştir:
“Bizimle onlar
arasındaki ahid namazdır. Her kim namazı terkederse kafir olur.”66
(66) Tirmizi: 2623
İman’da: Namazı terkeden kimse hakkında bab; Nesai: 1/231-232; Namaz’da: Namazı
terkedenin hükmü babında; Ahmed: 5/346; Hakim: 1/6’da bunu sahihlemiştir.
Zehebi de onaylamıştır.
İmam-ı Ahmed ve Ehli
Sünen rivayet etmiştir. Tirmizi de: Sahih hadistir. İsnadı Müslim’in şartı
üzeredir demiştir.
Üçüncü Delil:
Rasulullah’ın (s.a.v.) kölesi Sevban’ın rivayet ettiği hadis. Kendisi
Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Kul ile küfür ve iman
arası namaz bulunmaktadır. şayet namazı terkederse şirk koşmuş olur.”67
(67) Münziri: “Tergib
ve Terhib” 1/379, adlı eserde şöyle demiştir: Hibetullah Et-Taberi’nin rivayet
ettiği sahih isnatlıdır. Geçen iki hadiste buna şahitlik etmektedirler.
Hibetullah Et-Taberi
rivayet etmiş ve: “Müslim’in şartına göre hadisin isnadı sahihtir” demiştir.
Dördüncü Delil:
Abdullah b. Amr b. As’ın Rasulullah’tan (s.a.v.) rivayet ettiği hadis.
Kendisi bir gün namazı
hatırlatmıştır. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Her kim namazı
muhafaza ederse onun için (bu) bir nur ve burhan olur. Kıyamette de bir
kurtuluş olur. Kimde bunu muhafaza etmezse bu ona ne bir nur ne bir burhan ve
ne de bir kurtuluş olur. Kıyamet gününde Karun
Firavun, Haman ve Ubey b. Halef ile beraber olur.”68
(68) Ahmed: 2/169;
İbni Hibban: 254, Bu hadisi Heysemi “Mecma” adlı eserinde 1/292, Taberani’nin
“Kebir ve Evsad” eserlerine nisbette bulunmuştur. şöyle demiştir: “Ahmed’in
ricali sika’dır. Münziri ise şöyle demiştir: İsnadı ceyid’dir. “Tergib” adlı
eserinde 1/386, geçmektedir.
İmam Ahmed
“Müsned”inde, Ebu Hatim ve İbni Hibban “Sahihin”de rivayet etmişlerdir. Nitekim
bu dört kişinin isminin geçmesi ile özelleşmesi onların kafirlerin başları
olduklarından dolayıdır. Bu hadiste çok beliğ bir nükte de söz konusudur. Bu da
(kişiyi) namazını muhafaza etmesinden ya malı, ya mülkü ya makamı ve yahut da
ticareti alıkoymaktadır. Kimin malı kendisini namazdan alıkoyuyorsa işte Karun
ile beraberdir. Kimin mülkü namazdan alıkoyuyorsa o da Firavun ile beraberdir.
Kimin de makamı namazdan alıkoyuyorsa o da Haman ile beraber ve kimin ticaret
kişiyi namazdan alıkoyuyorsa o da Ubey b. Halef ile beraberdir.
Beşinci Delil: Ubade
b. Samit’in rivayet ettiği hadis. Dedi ki:
“Rasulullah (s.a.v.)
bana tavsiyede bulundu ve şöyle buyurdu:
“Allah’a bir şeyi
ortak koşmayın. Kasten de namazı terketmeyin. Her kim namazı kasten bilerek
terkederse (İslam) milletinden çıkar.”
Bunu “Sünen”de
Abdurrahman b. Ebi Hatim rivayet etmiştir.”69
(69) “Tergib ve
Terhib” 1/379 adlı eserde Münziri bu hadisi Taberani’ye ve “Namaz kitabı” adlı
eserde Muhammed b. Nasr’a nisbette bulunmuştur. şöyle demiştir: “Her iki
isnadda bir beis yoktur.”
Altıncı Delil: Muaz b.
Cebel’in (r.a.) rivayet ettiği hadis. Kendisi şöyle demiştir: Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Her kim kasten farz
namazı terkederse ondan Allah’ın zimmeti beri olmuş olur.”70
İmam Ahmed rivayet
etmiştir. şayet İslam üzere baki kalmış olsaydı o zaman onda İslam’ın zimmeti
bulunurdu.
(70) Sayfa: 25’de
tahrici geçmişti.
Yedinci Delil: Ebu
Derda’nın rivayet ettiği hadis. şöyle demiştir: Bana Ebul Kasım, namazı kasten
terketmememi nasihat etti.
“Her kim kasten namazı
terkederse işte ondan Allah’ın zimmeti beri olmuş olur.”71
Bunu Abdurrahman b.
Ebi Hatim “Sünen”inde rivayet etmiştir.
(71) Sayfa: 25’de
tahrici geçmişti.
Sekizinci Delil: Muaz
b. Cebel’in rivayet ettiği hadisi şerif Rasulullah’tan (s.a.v.) şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
“İşin başı İslam,
direği ise namazdır.”72
(72) Tirmizi: 2619,
İman bölümünde: Namazın hürmeti hakkında babda; İbni Mace: 3973, Fitneler
bölümünde: Fitneden dili kaçındırmak babı; Ahmed: 5/231, Abdurrazzak o da
Muammer’den olan hadisten. Bu 237’de şu’be tarıki ile Hakan’dan o da Urve
En-Nazil’den o da Muaz’dan rivayet edilmiştir. Bu muhtasar olarak: 5/236’da
Veki hadisinden o da Süfyan, o da Abdulhamid b. Behram o da şehr b. Huseb, o da
Abdurrahman b. ⁄anem’den rivayet edilmiştir. Bu hadis “İman” adlı eseri olan
İbni Ebi şeybe’nin sayfa: 2’de bulunmaktadır. Bu hadiste bu yolları ile sahih
bir hadistir.
Kısaltılmış sahih bir
hadistir. Bu hadisle delil getirmek; muhakkak ki yüce Allah namazın İslam’dan
olduğunu haber vermiştir. Öyleki tıpkı çadırı ayakta tutan direk konumundadır
namaz. Nitekim çadırın yıkılması da çadırın ayakta kalmasını sağlayan
direklerin yıkılması sonucu meydana gelmiştir. Öyleki İslam’da namazın
kılınması ile yok olur.
şüphesiz bunu bu
haliyle Ahmed’de delil getirmiştir.
Dokuzuncu Delil:
“Sahihayn”da, Sünen’de ve Müsned’lerde Abdullah b. Ömer’in rivayet ettiği
hadis. Dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İslam beş şey üzerine
bina edilmiştir. “La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah” kelimesine şehadet
etmek, namaz kılmak, zekat vermek, (Allah’ın) evini hacc etmek ve oruç
tutmaktır.”73
(73) Ahmed:
2/26-93-120’de rivayet etmiştir. Buhari: 1/46-42 İman’da: Rasulullah’ın
(s.a.v.): “İslam beş şey üzere bina edilmiştir” kavli hakkında bab; Müslim: 16,
İman bölümünde: İslam’ın rükünleri babında; Tirmizi: 2736 da: “İslam beş şey
üzerine bina edilmiştir” babında; Nesai: 8/107, İman’da: İslam kaç şey üzerine
bina edilir? Babında rivayet etmişlerdir.
Ahmed rivayet
etmiştir. Bazı lafızlarda da: “İslam beştir” diye buyurulmuştur ve
zikretmiştir. Nitekim bunun delil getirilişi bazı yönlerle olmaktadır.
1- Rasulullah
(s.a.v.); İslam’ı beş rükün üzerine bina edilen bir kubbe gibi kılmıştır. Bir
tane büyük rüknü (direği) yıkılacak olursa İslam’ın kubbesi yıkılıverir.
2- Bu rükünlerin
olmasında, Rasulullah (s.a.v.) bu direkleri (rükünleri), İslam’a kubbe olması
ile iki şehadet kelimesine karine olmuştur. Her ikisi de rükündür, namazda
rükündür, zekatta rükündür. Dolayısı ile bu rükünlerden bir rükün yıkılacak
olursa, İslam’ın kubbesi nasıl diğer rükünlerle ayakta durabilir? Çünkü
yıkılmıştır artık....
3- Rasulullah (s.a.v.)
bu rükünleri bizzat İslam’ın kendisi olarak kılmıştır. İslam isminin kapsamı
içindedir. Dolayısıyla bunların hepsini barındıran diye ismi olan bir şey ki
bir bölümü gidecek olursa ismi de gidecektir, özellikle rükünlerinden olup ta,
rükün olmayan cüzleri gibi de değilse, evin duvarı gibi vs. Eğer düşecek olursa
evde çöker. Direk, odun ve kerpiç vs. ise bunun hilafınadır.
Onuncu Delil:
Rasulullah’ın (s.a.v.) buyurduğu şu hadis:
“Her kim namazımızı
kılar, kıblemize döner, kestiklerimizden yer ise işte o müslüman bir kimsedir.
Onun lehine olan bizim de lehimize, aleyhine olan bizim de aleyhimizedir.”74
(74) Buhari: 1/217,
Namaz bölümünde: Kıbleye dönmenin fazileti babında rivayet etmiştir.
Bu hadisin delalet
ettiği yön iki vecihledir.
1- Bu üç özellikle
Rasulullah (s.a.v.) bir kişiyi müslüman saymıştır. Bunların dışında müslüman
olamaz.
2- Kişi doğuya namaz
kılsa, kendisi müslümanların kıblesine doğru -anlatıldığı halde- kılmazsa
müslüman olmaz. Dolayısı ile, türüyle namazı terketse ne olur?!...
Onbirinci Delil:
Abdullah b. Abdurrahman’ın Darimi’den rivayet ettiği hadisi şerif. Kendisi
şöyle dedi:
“Bize Yahya b. Hassan,
onlara Süleyman b. Karn hadisi anlattı. O da Cabir b. Abdillah’tan rivayet
etmiştir. O da Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu söylemiştir:
“Cennetin anahtarı
namazdır.”75
(75) Bunu matbu olan
Darimi’de bulamadım. Ahmed bunu 3/340’da senedi zayıf olarak rivayet etmiştir.
Hadiste: Süleyman b. Karn o da Ebu Yahya El-Kaffat’dan (rivayeti) vardır.
İkisinin hızfının kötülüğünden dolayı ikiside zayıftırlar.
Bu hadis de gösteriyor
ki kim namaz kılanlardan değil ise ona cennet açık olmaz. Cennet şüphesiz bütün
müslümanlara açıktır. Namazı terkedende dolayısı ile müslüman değildir. Nitekim
bununla, Rasulullah’ın (s.a.v.):
“Cennetin anahtarı “La
ilahe illallah” kelimesine şehadettir.”76
hadisi arasında bir
çelişki bulunmamaktadır. Çünkü şehadet asıl olan anahtardır. Namaz ve diğer
rükünlerde bunun dişleridir. Öyleki bununla da (kapı) açılır.
(76) Ahmed: 5/232,
İsnadı zayıftır. Bunu Heysemi “Mecma” adlı eserinde: 1/16’da Bezzar’a nisbet
etmiştir. şöyle demiştir: “şehr ve Muaz arasında kopukluk mevcuttur.” İsmail b.
Ayyuş da şöyle demiştir: “Ehli Hicaz’dan rivayeti zayıftır. Bu da bundan bir
tanesidir.”
Nitekim cennete
girmek, dişleri olan anahtar ile mümkündür.
Buhari Vehb b.
Münebbih’e dedi ki:
“Cennetin anahtarı “La
ilahe illallah”a şehadet değil midir?” dedi. O da:
“Evet” dedi. Lakin
dişleri olan bir anahtardır. Dolayısı ile sen dişleri olan anahtar ile girmek
istersen girersin. Aksi takdirde giremezsin.77
(77) Buhari: 3/88,
Cenaze bölümünün başlarında taliktir. Kimin son sözü “La ilahe illallah” ise.
Hafız şöyle demiştir: “Tarih” adlı eserde Musannıf bunu vasl etmiştir. Ebu
Nuaym “Hilye” adlı eserinde’de Muhammed b. Said b. Rummanete yolu ile vasl
etmiştir. Bana babam haber verdi ve: “Vehb b. Münebbih’e denildi ki” dedi ve
hadisi zikretti.
Onikinci Delil: Mahçen
b. El-Edrei El-Eslemi’nin rivayet ettiği hadis. Kendisi Rasulullah (s.a.v.) ile
birlikte bir mecliste bulunuyordu ve ezan okundu. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) ayağı kalktı (ve gitti) sonra da geri döndü. Mahçen de halen meclisde
idi. Ona:
“Seni namaz kılmaktan
alıkoyan nedir? Sen müslüman bir kişi değil misin?”
diye buyurdu.
Mahçen’de:
“Elbette ki
(müslümanım) ben evde ehlim ile beraber kıldım.” dedi. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.):
“(Mescide) geldiğin
vakit, namaz kılmış olsan bile, insanlarla beraber namaz kıl.”78
diye buyurdu.” Ahmed
ve Nesai rivayet etmiştir.
(78) Ahmed: 4/34 ve
338’de; Nesai: 2/112 İmamet bölümünde: Kişinin tek başına kılmasından sonra
cemaat ile iade etmesi babında; Muvatta: 3/132’de, İsnadı ise sahihtir. Hakim
de bunu 1/244, sahihlemiştir.
Böylelikle de müslüman
ile kafir arasındaki farika’nın namaz olduğu anlaşılmaktadır. Bizzat sende bu
hadislerin lafızlarının altında: “Eğer sen müslüman isen namaz kılarsın”
konusunun manasını bulursun. Tıpkı senin: “Niye konuşuyorsun? Yoksa konuşamıyor
musun?” diye söylediğin gibidir bu. şayet İslam, kişinin namaz kılmaması ile
beraber ayakta da dursa, namaz kılmayanı görünce de: “Sen müslüman birisi değil
misin?” denilir.
Namazı Terkedenin
Kafir Olacağına Dair İcma’dan Deliller Faslı
Sahabenin icmasında
gelecek olursak; İbni Zenceveyh dedi ki: Bize Ömer b. Rabi, onlara da Yahya b.
Eyyub hadisi anlattı. O da Yunus’dan, o da İbni şihab’dan dedi ki:
“Ubeydillah b.
Abdillah b. Utbe bana hidisi anlattı. Abdullah b. Abbas, Ömer b. Hattab’a
kendisi mescitte iken taunlu olduğu bir sırada geldiğini haber vermiştir.
Kendisi: “Ben ve (gelen) topluluk cünüp olduk” dedi. Nitekim kendilerini evine
sokuncaya dek mescitte benimle beraber idiler.
İnsanlara namaz kıldırması için, Abdurrahman b. Avf’a emretti. Dedi ki:
“Ömer’in evine
girdiğimiz vakit alimin kavuşup kaplayacağından (korkuya kapıldı) hava da
sarıya çalana dek bu korku ondan gitmedi. Nihayet ufuk belirdi ve:
“İnsanlar namaz
kıldılar mı?”
dedi. Bizler de:
“Evet” dedik. Bunun üzerine o:
“Namazı terkedenin
İslam’ı yoktur.”
Başka siyakında ise:
“Namazı terkedinin
İslam’da nasibi yoktur.”79
demiştir.
(79) Sayfa: 21’de
geçmişti.
Sonra da abdest suyu
istetti. Abdest aldı ve namaz kıldı. Bu kıssayı da zikretti ve:
“Bu sahabelerin
yanında söyleyen bir söz idi. Nitekim bu söze hiç birisi karşı çıkmamıştır.” Bu
hadisin bir benzeri önceden geçen Muaz b. Cebel, Abdurrahman b. Avf ve Ebu
Hureyre’den gelmişti. Bunda, sahabelerden ihtilaf içinde olanını bilmemekteyiz.
Hafız Abdulhak
El-Eşbili “Namaz” kitabında şöyle demiştir: şüphesiz sahabenin çoğunluğu ve
sonrası, bütün vakti çıkana dek kasten namazı terkedenin kafir olacağına dair
hüküm vermişlerdir. Ömer b. Hattab, Muaz b. Cebel, Abdullah b. Mesud, İbni
Abbas, Cabir, Ebu Derda, vs. bunlardandır. Aynı zamanda konu ile ilgili
(görüşü) Ali b. Ebi Talib’den de rivayet mevcuttur. Bunların hepsi
sahabedendirler. Sahabeden (olmayıp kafir olur diyenler) ise şunlardır: Ahmed
b. Hanbel, İshak b. Rahaveyh, Abdullah b. Mübarek, İbrahim en-Nehai, Hakem b.
Uyeyne, Eyyub Es-Sehteyani Ebu Davud Et-Tayalisi, Ebu Bekr b. Ebi şeybe ve Ebu
Hayseme Zuheyr b. Harb’tırlar.
Tekfir Etmeyenler Bu
Nassları Nasıl Te’vil Etmektedirler?*******************************
Tekfir olunmasından
alıkoyanlar şöyle demiştir:
“şüphesiz bu hadisleri
ve biçimlerini inkari küfür olarak değil de, nimete küfür (nankörlük) olarak
haml edilmesi gerekir. Rasulullah’ın (s.a.v.) buyurdukları gibi:
“Her kim atıcılığı
öğrenmiş ise ve sonra da bunu terkederse işte bu o nimete küfr etmek
demektir.”80
(80) Ebu Davud: 2513,
Cihad bölümünde: atıcılık babında; Nesai: 6/222-223, Atlar bölümünde: Kişinin
atını eğitmesi babında; Hakim: “İsnadı sahihtir, hadis hasen’dir” demiştir.
Bir hadiste de:
3Babalarınızdan yüç çevirmeyin.
şüphesiz bu sizin için bir küfür olur.”81
(81) Buhari: 12/47,
Faraiz bölümünde: Babasından başkasına baba diye iddia da bulunmak babı;
Müslim: 62, İman bölümünde: Kim babasından yüz çevirirse karısına beyanı
babında rivayet etmişlerdir.
buyurulmuştur. Başka
bir hadiste:
“Nesebi arınık kılın
(inkar etmeyin). şayet küçük görülüp ( inkar edilirse) bu imandan sonra küfür
olur.”82
diye buyurulmuştur.
(82) ibni Mace: 2744,
Feraiz bölümünde: Veledini inkar eden hakkında bab; Darimi: 2/242; Ahmed:
2/215, Zevaid adlı eserde şöyle denmiştir: “İsnadı sahih olup hadis te
sahihtir.”
Hadiste yine şöyle
buyurulmuştur:
“müslümana sövmek
fısk, onu öldürmek ise küfürdür.”83
(83) Buhari: 1/103,
İman’da: Mü’minin bilmediği halde amellerinin döklüleceğinden korkması babında
ve Edeb bölümünde: Sövme ve lanet etmeden nehy edilenler babında; Fitne
bölümünde: Rasulullah’ın (s.a.v.): “Benden sonra kafir olarak birbirinizin
boyunlarını vuranlar olarak ölmeyin” sözü hakkındaki babda; Müslim: 64,
İman’da: Rasulullah’ın (s.a.v.): “Müslümana sövmek....” ile ilgili hadisin
beyanı babında; Tirmizi: 1984, Birr bölümünde: 52. babda ve 2636’da ve İman’da:
Müslümana sövmek hakkındaki babda; İbni Mace: 69, Mukaddime’de ve 34, 3939 ve
3941’de rivayet etmişlerdir.
Başka bir hadiste ise:
3Kim karısına
dübüründen yaparsa şüphesiz o Muhammed’e indirilene küfr etmiş olur.”84
diye buyurulur.
(84) Ahmed: 2/408-476;
Tirmizi: 135, Taharet bölümünde: Hayızlıya yaklaşmak hakkındaki kraher babı;
Ebu Davud: 2162’de; ibni Mace: 639, Teharette: Hayızlıya yaklaşmanın keraheti
babında; Darimi: 1/259’da rivayet etmişlerdir. Bu sahih bir hadistir.
Başka bir hadiste de:
“Kim Allah’tan
başkasına yemin ederse kafir olur.”85
diye buyurulmuştur.
(85) Tirmizi: 1535,
Yeminler ve adak’da: Allah’tan başkasına yemin etmenin keraheti babında; Hadisi
Tirmizi hasen’lemiştir; Ebu Davud: 3251, Yeminlerde ve Adak’da: Babalara yemin
etmenin keraheti babında; Hakim: 1/18 ve 4/297 sahihlemiştir. Zehebi de
onaylamıştır. Ahmed de Ömer’in Müsned’inde 229 onay vermiştir. Aynı zamanda
4904, 5375’de İbni Ömer müsnedi ile de İbni Hibban sahihlemiştir. 1/77.
Bunu Hakim “sahihin”de
bu lafız ile rivayet etmiştir.
Rasulullah (s.a.v.)
bir hadisinde ise şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetimde iki şey
vardır ki bunlar onlara küfürdür. Birincisi, nesebleri inkar. ikincisi, ölünün
arkasından yapılan niyaha (cahiliyye ağıt, etek, baş, kıl saç yolmak ve vurmak
vs.).”86
(86) Müslim: 67,
İman’da; Nesebi inkar ve niyaha da kişiye küfür isminin kullanılımı babında.
Nitekim konu ile
ilgili deliller çokçadır. Kendileri devamla şöyle demişlerdir:
“Rasulullah (s.a.v.)
zina eden, hırsızlık yapan ve içki içenden87 ve müntesibten iman ismini nefy
etmiştir. ancak bir ismin gitmesini onlardan gerekli kılmamıştır. onları ebedi
cehennem ve inkari küfür olarak saymamıştır. işte namazı terkeden kişi de
böylecedir. Bunun bu fiili cuhud küfrü (apaçık, bile bile küfür) değildir. Aynı
zamanda ebedi ateşte de bırakan bir fiil değildir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
“Emanetinde durmayanın
imanı yoktur.”88
(87) Buhari: 5/86,
Mezalim bölümünde: Sahabenin izni olmadan nehy babında; İçeceklerde başındaki
bölümünü, Haddler bölümünde: Zina, içki içmek... babında; Müslim: 57 ve 102’de;
Ahmed: 7316’da rivayet etmişlerdir.
(88) Ahmed:
3/135-154-210-251’de; Beyhaki Sünen’de: 6/288; Ziya: El-Ehadis El-Muttana adlı
eserinde 2/234; Enes’den gelen iki yolla rivayet etmiştir. Ceyyid bir hadistir.
iki isnadından biri hasen’dir. şahitleri de bulunmaktadır.
Burada o kişiden imanı
nefy etmiştir. ancak emaneti koruyamayanın, eda edemeyenin, İslam dininden
çıkaran bir küfür işlediği icab etmemekte ve bu manaya gelmemektedir.
ibni abbas, yüce
Allah’ın:
“Her kim allah’ın
indirdikleri ile hükmetmezseişte onlar kafirlerin ta kendileridir.3 (Maide:
5/44)
ayeti hakkında:
“kendisine gittikleri küfr değildir bu” demiştir. Tavus ise: “İbni abbas’a bu
ayetten soruldu. O da: “Bu küfürdür. ancak kişinin Allah’ı, meleklerini,
kitaplarını ve Rasullerini vb. küfrettiği gibi küfr değildir” dediğini
bildirmiştir.
Yine ibni abbas şöyle
demiştir:
“Dinden çıkarmayan bir
küfürdür.”89
(89) Hakim: Müstedrek
adlı eserinde 2/313; ibni abbas’dan Tavus’un yolu ile rivayet etmiştir. Kendisi
hadisi sahihlemiştir. Zehebi de onaylamıştır.
Süfyan ibni Cüreyc’ten
o da Ata’dan şöyle demiştir:
“Bu, küfrün dışında
bir küfürdür, zulmün dışında bir zulm, fıskın dışında bir fısktır.”
İki Fırka Arasındaki
Hüküm Faslı Hakkında Fasıla
Bu meselede doğruyu
bilmek; imanın ve küfrün hakikatını bilme üzerine bina edilmiştir. Nitekim
bunlardan sonra nefy etmek ve ispat etmek gerçekleşir. Küfürde imanda
birbirlerine zıt olup, birisi gidecek olursa öbürü yeri işgal eder. Nitekim
imanın kendisine asıl olarak birçok şubeleri bulunmaktadır.90
(90) Müellif
Rasulullah’ın (s.a.v.): “İman altmış kadar şubedir” hadisine işarette
bulunmuştur. (Baki) Buhari: 1/48, İman bölümünde: imanın işleri babında şu
lafızla: “İman altmış kadar şube’dir. Haya ise iman’dan bir şubedir.”; Müslim:
35, iman’da: iman’ın şubelerinin adetlerini beyan babında rivayet etmişlerdir.
Her bununla olan
şubede iman diye isim alır. Dolayısı ile namaz iman’dandır. Zekat, oruç, hacc,
batıni ameller; haya, tevekkül, Allah korkusu ve O’na yakınlaşma vs. hepsi de
böylece (iman’dan) olup, yoldan eziyet verecek bir şeyi kaldırmaya dek hepsi bu
imanın şubelerinin kapsamında’dırlar. Nitekim eza verecek bir şeyi yoldan
kıldırmak bile imanın şubelerinden birer şubedir. işte bu şubenin zail olup
gitmesi ile iman gitmez, şehadet şubesi gibi. Dolayısı ile bunlareyin zail
olması ile iman mefhumu (tamamı) ile gitmez. Yoldan eziyet verecek bir şeyi
kaldırmamak gibi.
aynı zamanda bu iman
şubelerinde büyük tefavutlar içeren (aralarında yakınlaşmalar bulunan) şubeler
de söz konusudur. Bazı şubeler vardır ki şehadet kelimesi -ki en yüksek
şubedir- ona ilhak olmada, böylece de ona yakın olmuş olur. Bazen de yoldan bir
eziyet veren şeyi kaldırmaya ilhak olur, böylecede ona yakın olmuş olur.
İşte küfür konusu da
böylece olup onunda asıl olarak şubeleri mevcuttur. Nitekim her iman şubesi
iman ve her küfür şebesi küfür olarak (adlanır). Haya imandan bir şube olurken,
az haya (hayasızlık) ise küfrün şubelerinden olmaktadır. Sadaka vermek iman
şubelerinden iken, yalanda küfrün şubelerinden olmaktadır. Namaz, zekat, hac,
oruç iman şubelerinden iken, bunları terketmek küfrün şubelerinden iken,
bunları terketmek küfrün şebelerinden olmaktadır. Allah’ın indirdikleriyle
(kanunları ile) hükmetmek imanın şubelerinden iken, Allah’ın indirdikleriyle
hükmetmemek ise küfrün şubelerinden olmaktadır. Bütün masiyetler küfrün
şubelerinden olurken, bütün (allah’a ve Rasulüne) taatlerde imanın şubelerinden
olmaktadır.
imanın şubeleri iki
kısımdır. Kavli ve fiili. aynı zamanda küfründe kavili ve fiili olmak üzere
kısımları ikidir.
Kavli olan iman
şubelerinde; imanın zeval bulması ile bu şubenin zevali de gerekmektedir. aynı
zamanda imanın zevalini icab ettirecek fiili şubede bu böylecedir. (İman
bulunduğu taktirde şubeleri de bulunmakta, şubede imanın olması demek kulda
iman vardır demektir). aynı zamanda kavli ve fiili küfür şubeleri de
böylecedir. Kişi ihtiyarı ile kelime-i küfür söylediği vakit bu küfür
şubelerinden bir (kavli) küfür şubesi olmakta, puta taptığı, mushafla alay
ettiğinde bu fiili küfür şubelerinden olmaktadır. işte bu asıldır.
İşte burada başka bir
asıl daha vardır ki; o da imanın hakikati kavl ve amelden mürekkeptir. Kavl
5söz) ise iki kısımdır:
a) Kalbin sözü -ki bu
itikattir-,
b) Dilin sözü: Bu da
İslam kelimesini söylemektir.
Amel de iki kısımdır:
a) Kalbin ameli: Bu da
niyyeti ve ihlasıdır.
b) Oganların amelidir.
şayet bu dört şey
gidecek olursa iman tamamı ile gidiverir. Kalbin tasdiki gidecek olursa diğer
parçaların bir fonksiyonu kalmaz. Çünkü kalbin tasdik etmesi, itikad ve
oluşmasında faydalı olması için şarttır. Kalbin ameli de doğru bir itikat ile
beraber zail olacak olursa, işte bu mürcie mezhebi ile Ehli Sünnetin
aralarındaki savaştır. Nitekim Ehli Sünnet imanında yok olabileceğine icma
etmişlerdir. Kalbin amelinin sönmesi ile beraber tasdik etmenin fayda
vermeyeceğinde de icma etmişlerdir. iman’da kulun muhabbeti ve teslimiyetidir.
Nitekim bu; iblis’e, Firavun’a ve kavmine, yahudilere ve Rasulullah’ın (s.a.v.)
doğruluğuna inanan, hatta gizli ve açık olarak bunu ikrar edip: “O yalancı
değildir” diyen “ancak biz tabi olmayız, sana iman etmeyiz” diyen müşriklere
bile fayda vermemiştir. Dolayısı ile iman, kalbin amelinin gitmesi ile
gidiyorsa, o zaman organların amellerinin en büyüğünün yok olması ile yok
olduğu inkar edilmeyecek bir gerçektir. Özellikle de kalbin sevgi ve inkiyadına
zorunlu değilse -ki önce de takriri geçtiği gibi kesin olan bir tasdikin
olmayışında bu gerekli bir konudur- o zaman kalbin itaat etmeyişi, organların
itaat etmeyişini gerekli kılar. öyleki kalp eğer itaat edip teslim olsa
organlarda itaat ederler ve teslim olurlar. Taatinin ve tesilimiyetinin
olmayışı, itaatı gerektiren tasdikin olmayışını gerekli kılar. Nitekim o da
imanın hakikatıdır. Çünkü iman sadece tasdik etmekten ibaret değildir. az önce
açıklamasında geçtiği gibi. İman şüphesiz itaatı ve teslimiyeti ( ameli vs.) yi
icab ettiren bir tasdiktir. Hidayet de böylecedir. Hidayet sadece hakkın
bilinmesi ve beyan olunması demek değildir. Bilakis hidayeti bilmek ittibasına
uymayı ve (yaşamayı) gerekli de kılar. Gereği gibi de amel etmeyi de gerekli
kılar. şayet ilk olarak olan hidayet diye isimlendirilecek olsa, işte bu
“hidayet bulma” manasındaki bu içerii tam icab ettiren hidayet olmamış olur.
Tıpkı itikadın sadece tasdik olduğunda olduğu gibi. Tasdik olarak isilense
de... Lakin bu imanı gerekli kılan tasdik olmamıştır. Dolayısı ile sen bu
konunun aslına tüm gözlemlerle bir müracaat et!91
(91) Sözünün özü; şüphesiz
ki iman demek; her tasdik edilen şey olmayıp, tam anlamıyla teslimiyet
gösterilip, boyun bükülen bir teslimiyetteki tasdiktir. Allahu Teala şöyle
buyurmuştur: “Kalpleri ona inandığı halde zulüm ile büyüklenmeleri sebebi ile
onları inkar ettiler.” Dolayısı ile, imanın zıddı olan cahd (bilerek inkar)da
hem kesin inanmaları ve hem de bunu tasdik etmeleri bir arada bulunmuştur.
İtikadi Küfür ve Ameli
Küfür Hakkında Fasıla
Burada işte başka bir
asıl konu daha vardır! Bu da küfrün iki tür olduğu konusu: ameli küfür ve
içinde cuhud ve inad bulunan küfür.
Cuhud küfrü (bilerek
inkar etmek) şudur: Rasulullah’ın (s.a.v.) allah’ın katından getirdikleri
şeyleri bilerek inkar, Allah’ın isimlerine, sıfatlarına, fiillerine ve ahkamlarına
da inat etmektir. işte bu küfür her yönü ile imana zıtlık arz eder.
Ameli küfre gelince;
bu da imanı götüren ve götürmeyen olarak ayrılmaktadır.
Mesela: Puta tapmak,
Kur’anla dalga geçmek, Rasulullah’ı (s.a.v.) öldürmek. Ona sövmek imanı
götürür.
Mesela: Allah’ın
indirdiklerinin dışındakilerle hüküm etmek, namazı terketmek ise kesinlikle
ameli küfürden sayılmaktadırlar. Bu kişiden küfürismini allah’ın ve Rasulü’nün
itlak etmesinden sonra nefy etmek mümkün değildir.
Allah’ın
indirdiklerinin dışındakilerle hükmeden kafir olur. aynı zamanda namazı
terkeden de Rasulullah’ın (s.a.v.) nassı ile kafir olur.92 Lakin bu ameli küfür
olup itikadi küfür değildir.
(92) Sayfa: 46’da
geçen hadise işaret etmiştir.
Nitekim, yüce Allah,
kendi kanunları ile hükmetmeyenin kafir olduğunu, Rasulullah (s.a.v.) ta namazı
terkedenin kafir olduğunu isimlendirdikleri halde bunları işleyene küfür ismi
itlak edilemez demek mümteni bir konudur. Muhakkak kiRasulullah (s.a.v.) zina
işleyen, içki içen ve hırsızlık yapan kimseden iman ismini nefy etmiştir.93
aynı zamanda komşusu kendisinden emin olmayandan da iman ismini nefy etmiştir.
Nitekim kenidisinden iman ismi nefy olunca işte o zaman bu amel bakımından
kafir olmuş olur. Kendisinden cuhud ve itikad küfrü nefy olmuş (bulunmamış) olur.
(93) Sayfa: 52’de
geçmişti.
aynı zamanda
Rasulullah’ın 5s.a.v.):
“Benden sora kafirler
olarak dönüpte birbirinizin başlarını vurmayınız.”94 hadisi de yine böylece
olup, ameli bir küfürdür. Yine hadiste geçen:
“Her kim kahine
giderse onu doğrularsa ya da dübüründen hanımını yaparsa şüphesiz Muhammed’e
indirilene küfr etmiş olur.”95
kavli de böylecedir.
Hadiste şöyle de buyurulmuştur:
“Bir kimse kardeşine:
“ey kafir!” der ise kisinden birisine döner.”96
(94) Bu veda
hutbesinde Rasulullah’ın (s.a.v.) uzun hutbelerinden alınan bir parçasıdır.
Buhari: 3/458-459, Hacc bölümünde: Mina günlerinde hutbe babında ve fitne
bölümünde: Benden sonra kafirler olarak dönüpte birbirinizin başlarını
vurmayınız babında rivayet etmiştir. Başkaları da rivayette bulunmuştur. Müslim:
1679, Kasame bölümünde: Kanların haram olduğu babında; Ebu Davud: 1/1947, Hacc
bölümünde: Haram aylar babında rivayet etmişlerdir.
(95) Bak. Sayfa: 51’de
geçen adisin tahricine.
(96) Suhari: 10/428,
Edeb bölümünde: Kim tevilsiz kardeşini tekfir ederse dediği gibi olur babında;
Müslim: 60, iman bölümünde: Kardeşine; ey kafir diyen bir kimsenin hali
babında. Muvatta: 2/984, Kelam’da: kelam’da (sözde) mekruh olanlar babında
rivayet etmişlerdir.
şüphesiz Allahu Teala,
kitabından, bazısı ile amel eden ve bazısını da terkeden hakkında, amel
ettikleriyle mü4min, etmedikleri ile de kafir ismini kullanmıştır. ayette
buyurduğu şöyledir:
“Hani sizden,
birbirinizin kanını dökmeyin ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın.”
diye söz almıştık.
Sonra kabul ettiniz. Hala da şahitlik etmektesiniz.
(Bu sözünüzden) sonra
işte sizler yine birbirinizi öldürüyor, içinizden bir kısmı yurtlarından
çıkarıyor ve onlara karşı günah ve düşmanlıkla birleşip yardımlaşıyorsunuz.
Eğer size esir olarak gelirlerse fidye verip onları kurtarınız. Halbuki onların
çıkarılması size haram kılınmıştır. Yoksa siz kitabın bir kısmına
inanıyorsunuzda bir kısmını da inkar mı ediyorsunuz? içinizden böyle yapanların
cezası, dünyada horlanmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise azabın
en şiddetlisine döndürülürler. allah (c.c.) yaptıklarınızdan gafil değildir.”
(Bakara: 2/84-95)
Bu ayetle yüce Allah;
onların emr olundukları misaki (sözü) ikrar ettiklerini ve buna sarıldıklarını
haber vermiştironların bunu tasdik etiklerine delalet etmektedir. aynı zamanda
birbirlerini öldürmeyeceklerine, kimisi kimisini yurtlarından da
kovmayacaklarına dadelalet etmektedir. daha sonra da Allah’ın emrine karşı
geldiklerini, onlardan bir grubun başka bir grubu öldürdüğünü ve onlardan
kimisini yurtlarından kovduklarını haber vermiştir. işte bu da kitaptan onlara
karşı aldığı küfürlerini agöstermektedir. Sonra da bu fırkadan esirler geldiği
zaman da onlara karşı fidye verdiklerini haber veriyor. işte bu da kitaptan
onlara alınan bir iman’dır. Nitekim misakta (ahitte) amel ettikleri kadarı ile
mü4minler olmaktadırlar. Terkettikleri (ahit)ten dolayı da kafirler olmaktadırlar. Nitekim
ameli iman ameli küfre zıtlık arz eder. itikadi iman’da itikadi küfre zıtlık
arz eder.
Rasulullah (s.a.v.)
bizim ayet hakkında söylediklerimizi sahih hadiste şöyle ilan etmiştir:
3Müslümana sövmek
fasıklık, öldürmek ise küfür’dür.”97
(97) Sayfa: 51’deki hadisin tahricine bak.
Hadiste, öldürülmesi ile sövülmesini ayırt
etmiştir. iki hasletten birisini fısk birisini de küfr diye belirtmiştir. şüphe
yok ki burada kastettiği ameli olan küfür olduğudur. itikadi küfür olduğu
değil. Nitekim ameli küfür kişiyi islam dairesinden çıkarmaz ve İslam dininden tam anlamı ile götürmez. Tıpkı
zinakar, hırsız, içki içen, İslam’dan çıkmadıkları gibi. Buna binaen iman ismi
de bundan zail olmuştur ama!
İşte bu tafsilatlı açıklamalar,
kitabullahi, gereksinimleri ile İslam4ı ve küfrü çok iyi bilen sahabelerin
sözleridir. Bu meseleler de ancak onların telakkileri sonucu gelmiştir. Çünkü
sonradan gelen -müteahhirler- onların maksatlarını anlamamışlardır ve iki gruba
ayrılmışlardır:
Bir grup: Büyük günahları işleyenleri
dinden çıkarmış ve ebedi cehennemde olacaklarını söylemiştir.
Bir grup da: Onları imanları kamil
mü4minler olarak görmektedirler.
işte bu iki grupta aşırıya kaçmış ve
sakatlık yapmışlardır. Yüce allah Ehli Sünneti bu eşsiz yola ulaştırmış dinler
arasında İslam nasıl ise mezhepler arasında da vasat görüşlü olarak yine ehli
sünneti kılmıştı. İşte buradaki, küfrün dışında bir küfür, nifakın dışında bir
nifak, şirkin dışında bir şirk, fıskın dışında bir fısk ve zulmün dışında bir
zulümdür.
Süfyan b. Uyeyne, o da Hişam b. Cuheyr, o
da Tavus’dan, o da ibni abbas’dan:
“Her kim Allah’ın indirdikleri ile
hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 5/44)
kavli hakkında şöyle demiştir:
“Buradaki kendisine gittikleri küfür
değildir.”98
(98) Sayfa: 51’de geçmişti.
Abdurrezzak dedi ki:
“Bizlere Mamer haber verdi. O da Tavus, o
da babasından şöyle demiştir: ibni abbas’a, yüce Allah’ın:
“Her kim allah’ın indirdikleri ile
hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.3 (Maide: 5/44)
ayeti hakkında
soruldu. Kendisi de:
“Bu onlara küfürdür.
ancak Allah4a, meleklerine, kitaplarına, Rasullerine küfreden gibi küfür
değildir” demiştir. Başka bir rivayette de şöyle demiştir:
“Dinden çıkarmayan bir
küfürdür.” Tavus ise:
“Bu İslam’dan
çıkarmayan bir küfürdür” der iken, Veki, o da Süfyan’dan o da ibni Cüreyc’den
ve o da ata’dan: Küfrün dışında bir küfürdür, zulmün dışında bir zulümdür,
fıskın dışında bir fısktır” demiştir.
Nitekim ata’nın
söylemiş olduğu bu söz -anlayan kimse için- Kur’an’da da açıklanmıştır. Çünkü
yüce Allah, indirdikleri ile hükmetmeye ne kafir ismini vermiştir. Rasulüne
indirdiklerini bilerek inkar edeni de kafir diye isimlendirmiştir. Kafirler
aynı seviyede olmamaktadırlar. Kafir zalilarak da isimlenir. şu ayette olduğu
gibi:
“Kafirler
zalimlerdir.” (Bakara: 2/254)
Yüce Allah nikah,
talak, rica, hali konularında Allah’ın sınırlarını aşanlara da zalim demiştir. şu
ayette olduğu gibi:
“Her kim Allah’ın
sınırlarını aşarsa nefsine zulmetmiş olur.” (Talak: 65/1)
Allah’ın nebisi Yunus
(a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Senden başka hiçbir
ilah yoktur. Seni tenzih ederim muhakkak ki ben zalimlerden oldum.” (Enbiya:
21/78)
Allah’ın saf kulu Adem
(a.s.) şöyle demiştir:
“Rabbimiz! Biz
nefislerimize zulmettik.” (A’raf: 7/23)
Allah’ın kelimesi olan
Musa (a.s.) da şöyle demiştir:
3Rabbim! Ben nefsime
zulmettim. Beni bağışla!” (Kasas: 28/16)
İşte buradaki zulümler
(hakiki) manadaki gerçek zulümler değildir.
Kafir aynı zamanda
fasık olarak da isimlenir. ayette buyurulduğu gibi:
“O, bununla
fasıklardan başkasını saptırmaz. onlar ki Allah’ın ahdini sağlamlaştırdıktan
sonra bozarlar.” (Bakara: 2/26-27)
Bir ayette ise:
“Muhakkak ki biz sana
apaçık ayetler indirdik. Bunlara fasıklardan başkası küfretmez.” (Bakara: 2/99)
buyurmuştur. işte
böylece ayetler Kur’an4da çokca bulunmaktadır.
Yüce allah mü4mine de
fasık ismi verdiği mevcuttur.
ette buyurulduğu gibi:
3ey iman edenler! Eğer
bir fasık size haber getirirse (bilgisizce bir kavme sataşıp da sonra da pişman
olmamak için) iyice araştırın.” (Hucurat: 49/6)
Bu ayet ibni ebil
as’ın hükmü hakkında nazil olmuştur. Kendisi (sakat manadaki) fasık gibi fasık
birisi değildir. allala şöyle buyurmuştur:
“Muhsan (iffetli
kadınlara) iftira atanlar dört tane şahit getiremezlerse, onlara seksen celde
vurunuz. Ebediyyete dek de onların şahitliklerini kabul etmeyiniz. Nitekim
onlarda fasık kimselerdir.” (nur: 24/4)
İblis hakkında:
“Rabbinin emrinden
fasıklaştı 5çıktı).” (kehf: 18/5)
buyurdu.
“Her kim bu aylarda
haccı (kendisine) farz kılarsa, kötü söz söylemesin ve fısk işlemesin.”
(bakara: 2/197)
ayetindeki (sakat
manasındaki) fısk değildir.
Küfür iki çeşittir,
zulüm iki çeşittir, fısk iki çeşittir. aynı şeklide cehalet de iki çeşittir.
1- küfri olan cehalet:
allah bu konu hakknıda şöyle buyurmuştur:
“Af et, iyilikle emret
ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf: 7/199)
2- Küfrü olmayan
cehalet: Allah bunun hakkında ise şöyle buyurmuştur:
“Allah4ın tevbelerini
kabul edeceği kimseler kötülüğü ancak bilmeden yapanların, sonra da çarçabuk
tevbe eden kimselerinkidir.” (Nisa: 4/17)
şirk ve Nifak iki
Kısımdır
şirk de böylece olup
iki kısımdır. Dinden çıkaran şirk -ki bu da aynı zamanda büyük şirktir- öbürüde
dinden çıkarmayan şirk. Bu da küçük şirktir. Bu aynı zamanda ameli şirk de
olmaktadır. Riya gibi.
Allahu Teala büyük
şirk hakknıda şöyle buyurmuştur:
“Her kim Allah4a ortak
(şirk) koşacak olursa, allah ona cenneti haram kılar ve yeri de ateştir.”
(Maide: 5/72)
Bir ayette de şöyle
buyurmuştur:
3Kim allah4a ortak
koşarsa o, sanki semadan düşüp kuşların kaptığı yahut rüzgarın kendisini uzak
bir yere attığı kimseye benzer.” (Hac: 22/31)
Riya şirki hakknıda
ise şöyle buyurmuştur:
“Her kim Rabbi ile
kavuşmayı arzuluyorsa salih amel işlesin ve ibadetinde Rabbine kimseyi
ortaklaşmasın.3 (Kehf: 18/11)
Küçük şirk hakkında
bir hadis ise şöyledir:
“Her kim Allah’tan
başkasına yemin ederse ortak koşmuş olur.”99
(99) Ebu Davud: 3251;
Tirmizi: 1535; Ahmed ve Hakim rivayet etmişlerdir. Hakim de sahihlemiştir.
Ebu Davud ve başkaları
rivayet etmiştir. Bilindiği gibi, allah’tan başkasına yemin etmek kişiyi dinden
çıkarmaz. kişiyi kafirlerin hükmü pozisyonuna getirmez.
aynı zamanda; bu konu
ile ilgili bir başka hadis ise şöylecedir:
“Bu ümmette şirk,
karıncanın ayak adımlarından bile daha gizlidir.”100
(100) Ahmed: 4/403;
Münziri ise “Tergib ve Terhib” 1/39 adlı eserinde bunu Taberaniye her ikisi de
beni Kahil’den olan ebi Ali’ye nisbet etmişlerdir şöyle demişlerdir: “Ebi Aliye
ibni Hibban güvenmiştir. Ben de onu Cerh edeni bilmiyorum.” Bunu ebu Ya’la,
Huzeyfe hadisine benzer olarak rivayet etmiştir.
şirkin, küfürün,
fıskın, zulmün ve cehaletin, dolayısı ile, dinden çıkaranı ve çıkarmayanına bir
bak da nasıl olduğunu anla!
Nifak da böylecedir.
iki kısma ayrılmaktadır. İtikadi nifak ve ameli
nifak.
İtikadi nifak;
kur’an’da, yüce Allah’ın inkar etmiş olduğu münafıkların (nifaklarıdır).
Nitekim onlara ateşin en altında olmalarını gerekli de kılmıştır.
ameli nifaka gelince;
sahih bir hadisi şerifte Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Münafığın alametleri
üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vaad ettiği zaman cayar, emanet verildiği
zaman hainlik eder.”101
(101) Buhari: 1/83,
İman’da: Münafığın alametleri babında; şehadet bölümünde: Vaadin incazını
emreden babında; Müslim: 59, iman’da: Münafığın hasletleri babında; Tirmizi:
2633, iman’da: Münafığın alametleri hakkında bab; Nesai: 8/117, iman’da:
Münafığın alametleri babında rivayet etmişlerdir.
Yine “sahih” de geçtiği üzere şöyle buyurulmuştur:
“Dört şey kimde
bulunursa halis bir münafıktır o, Bunlardan hangi haslet vardır demektir,
bırakıncaya dek konuştuğu vakit yalan söyler, ahd ettiği zaman durmaz, kızdığı
zaman (hak ölçüsüne) uymaz, emanet verilince ihanet eder.”102
(102) Buhari: 1/84,
iman’da: Münafığın alemeti babında ve başka yerlerde; Müslim: 58, İman’da:
Münafığın hasletleri babında; ebu Davud: 4688, Sünette: İmanın artıp eksilmesi
ne delil babında; tirmizi: 2634, iman’da: Münafığın alemetleri hakkında babda;
Nesai: 8/116, İman’da: Münafığın alametleri babında rivayet etmişlerdir.
İşte bunlar ameli
nifakdandır. İmanın aslı ile beraber bunlar bir kişide toplanmış olabilir.
Lakin bunlar hep (devamlı olarak) kişidetüm kemalatı ile hüküm sürecede
5bulunacak) olursa tam olarak İslam’dan kişiyi çekip çıkartıverir. Kendisinin
müslüman olduğunu sansa da, namazda kılsa, oruçta tutsa. Çünkü iman kişiyi bu
hasletlerden alıkoyar. Nitekim kul da bunların hepsi nihayı kemalata erse ve
bunları (hasletleri) nehy edecek bir şey de bulunmayacak olsa (iman vs. gibi)
işte bu kişi halis bir şeklide bir münafık olmuştur. imam-ı ahmedin sözü de
işte buna delalet etmektedir. ismail b. Said es-Salih şöyle dedi:
“Büyük günahları
işlemekte ısrarlı olan ve bunları yapmakta çaba sarfedenin, bununla beraber
namazı terketmediği, zekatı vermemezlik yapmadığını, dolayısı ile bu halde
bulunan bir kişinin ısrarlı olup olmadığını sordum?” kendisi de: 3Kendisi şu
hadislerde geldiği gibi ısrarlı olmuş olur:
“Zina eden kişi zina
ettiği vakit mü4min değildir. imandan çıkar ve İslam4da vaki olur.”
Yine şu hadisteki:
“Kişiiçki içtiği vakit
mü4min değildir, hırsızlık yaptığı zaman kişi mü4min değildir.”103
misalleri ve yüce
Allah’ın:
“Her kim allah4ın
indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”
ayeti hakkında ibni
abbas4ın kavlinde: İsmail dedi ki: “Ben: “Bu küfür nedir?” diye ona sordum.
ibni abbas da: “Dinden çıkarmayan bir küfürdür.3 tıpkı imanın bir kısmı olup
bir kısmı olmamak gibi ve içinde hiçbir ihtilaf bulunmayan bundan bir emirin
gelinceye dek küfür de işte böylecedir” dedi” demiştir.
(103) Sayfa: 52’deki
hadis tahricinde geçmişti.
Fasıla
Burada başka asıl bir
konudaha vardır. Bu da; muhakkak ki insanda hem küfürün ve hem de imanın, hem
tevhidin ve hem de şirkin, hem takvanın, hem de bulunabileceği konusudur. işte
bu Ehli sünnetin dışındaki bid’at ehli
kimselerdir. Hariciler, mutezilelileri cehennemden çıkmaları ve orada ebedi
kalmazları meselesi de bu asıl üzerine bina edilmektedir.
Nitekim buna Kur’an,
sünnet, fıtrat ve sahabenin icması da delalet etmektedir.
allahu Teala şöyle
buyurmuştur:
3Onlar ancak şirk
koşarak iman ederler.3 5Yusuf: 12/106)
İşte bu ayette yüce
allah onlar için hem imanı ve hem de beraberinde şirkin de olduğunu sabit
kılmıştır.
Allahu Teala şöyle
buyurmuştur:
“Bedeviler “iman
ettik” dediler. Dedi ki: Siz iman etmediniz. Lakin: Teslim olduk” deyiniz. İman
henüz kalplerinize girmedi. şayet Allah’a ve Rasulüne itaat ederseniz, sizin
amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Muhakkak ki allah (c.c.) ⁄afir ve Rahim
olandır.” (Hucurat: 49/14)
Bu ayette Allah
(c.c.); islam’ı, allah ve Rasulüne itaatı onlara (burada) sabit kılmıştır,
ancak bunlara iman etmeyi de onlardan nefy etmiştir. Buda mutlak bir
iman olup, ismi de mutlakiyetine göre hak sahibi olur.
Başka bir ayeti kerime’de ise şöyle
buyurmuştur:
3Mü’minler ancak o kimselerdir ki, allah4a
ve rasulüne iman ederler. Sonra da şüphe etmezler. Malları ve canları ile de
Allah yolunda cihad ederler.” (Hucurat: 49/15)
İki görüşten en sahih olanına göre
(bedeviler) münafık değildirler. Bilakis müslümandırlar. Çünkü onlarda da
Allah4a ve Rasulüne itaat etme bulunmaktadır. Ancak mü4min değildirler. Her ne
kadar olarda imandan bir cüz bulunsa da ve onları küfürden çıkarsada.
İmamı Ahmed dedi ki:
3Her kim (münafıklığın) dört hasletini
işlerse, ya da benzerlerini ya da daha üstekilerini -zina, içki, hırsızlık,
yağmacılığı kastetmektedir- işlerse o müslüman’dır. Lakin ona mü4min ismini
vermem. Her kimde bunların alttakilerini işlerse -büyük günahın altındakileri
kastetmektedir- onu da imanı nakıs mü4min diye isimlendiririm. şüphesiz ki buna
Rasulullah’ın (s.a.v.) şu kavli de delalet etmektedir:
“kimde bu hasletlerden birisi varsa işte
onda münafıklıktan bir haslet var demektir.”104
(104) Geçen sahifede geçmişti.
Bu hadis kişide hem nifakın ve hem de
İslam’ın bir arada da bulunabileceğini gösteriyor. Nitekim bir kimsenin
amelinde bir riya söz konusu olursa işte onda hem şirk ve hem de İslam
bulunmuştur demektir. kişi allah’ın indirdikleri ile amel etmezse ya da
Rasulullah’ın (s.a.v.) küfür diye isimlendiridiğini yapacak olursa, ancak bu
İslam’a ve şeraitına bağlı ise, onda hem küfür ve hem de İslam birarada
toplanmış demektir. Biz açık olarak biliyoruz. Bütün günahlar küfürün
şubelerinden birer şubedir., Tıpkı (allah’a ve Rasulüne) itaatların hepsinin
imanın şubelerinden birer şube oldukları gibi. Bazen bu şube mü4min diye
isimlendirilir bazen de isimlendirilmez. Tipkı bu şebenin bazen küfür şubesi
olarak isimlendirilip bazen de bu ismi almadığı gibi.
işte burada iki husus belirmektedir:
1- Lafzı isimli emir.
2- Hükmü manevi emir.
Maneviye gelince; bu haslet küfür müdür
değil midir? Lafziye gelince; bunu yapan kişi kafir olur mu, olmaz mı?
İlk emir; Bunun kesin şeriyat ile
ilgilidir. ikinci emir ise; şeri olup lugat ile ilgilidir.
Namaz İman’ın Sahihliği İçin şarttır Faslı
İşte burada başka bir asıl konu daha
vardır! Bu da; kul, iman şubelerinden bir şubeyi yerine getirmiş olsa, bu
kişiye “mü’min” ismini vermenin gerekli olmadığı konusudur. Yaptığı iman ile
ilgili olsa bile. Aynı şekilde küfür şubelerinden bir şubeyi işleyen bir kişi -yerine
getirdiği küfür bile olsa- bu kişiye “kafir” ismini vermek gerekli değildir.
Tıpkı ilimden (bütün) olarak parçalardan bir parçasını bilene “Alim” isminin
(kullanılmadığı) ona vermenin gerekli olmadığı ve bazı fıkhi meseleleri ve
tıbbın bazı konularını bilen bir kimseye fakih ya da doktor (denmediği ve)
denilmesi gerekli olmadığı gibi. Böylece de iman şubelerini iman, nifak
şubelerininifak ya da küfür şubelerini küfür olarak isimlendirmek mümteni
değildir. Bazen fiil hakkında şöyle kullanılmaktadır.
“kim (namazı) terkederse kafir olur.”105
Başka bir hadiste ise:
“Kim Allah’tan başkasına yemin ederse kafir
olur.” buyurmuştur.106
Bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur:
“Kim bir kahine
giderse ve dediklerini tasdik ederse kafir olur. Kimde Allah’tan başkasına
yemin ederse kafir olur.”107
(105) Sayfa: 46’da
geçmişti.
(106) Sayfa: 52’deki hadise bakınız.
(107) Safa: 52’ye bakınız.
“Sahihin”de, bu lafız ile Hakim rivayet
etmiştir.
Her kimde küfür hasletlerinden bir haslet
bulunacak olursa, bu kimseye mutlak olarak küfür isminin verilmesi müstehak
olmaz. aynı zamanda haram olan bir şeyi işleyen bir kimseye de: “Fasıktır”
denmez. Nitekim o bu haram olan ameli işlediği için (bu işine) fasık ismi
kullanılır. ancak bu kimsede çokça bu iş husule gelmişse o zaman fasık ismi
verilebilir.
Zina eden, içki içen, hırsızlık yapan,
yağma eden de işte böylece olup, bunlara da mü’min denmez. Her ne kadar onlarda
iman bulunmuş olsa, onlara her ne kadar kafir denmese ve her ne kadar kişinin
işledikleri küfürün haslet ya da şubelerinden ise de öyleki bütün günahlar
küfrün şubelerinden, ve bütün itaatler imanın şubelerinden oldukları halde.
Sözün maksadına gelecek olursak; namazı
terkedenden imanın selbi* büyük günahlar işlemedeki imanın selbinden daha
büyüktür. Ondan İslam isminin selb
olması, müslümanların kendisinin elinden ve dilinden salim olmadıkları kimseden
dah büyüktür. Dolayısıyla namazı kılmayana mü’min de müslüman ismide verilmez.
Her ne kadar onda iman ve İslam şubelerinden bir şube bulunsa da.
(*) Selb: Gitmesi, arınması demektir.
Evet şöyle söylemek mümkündür:
“Cehennemde ebedi kalmanın olmayışı
hususunda da o kişide bulunan imanı ona fayda verir mi?” işte bu soruya da
şöyle cevap verilebilir:
“Ona bu fayda verir. ancak terkedilen şey
diğerlerinin itibarında ve sıhhatlerinde bir şart değil ise. şayet bu fayda
vermez. Bunun için, Allah’ın vahdaniyetini ve kendisinden başka bir ilahın
olmadığını kabul edenin imanı, Rasulullah’ın (s.a.v.) Peygamberliğini inkar
etmesi halinde bu ona bir fayda vermez. aynı zamanda bilerek abdestsiz namaz
kılana da namazı bir fayda vermez.
Öyleyse; iman şubelerinde bazen bir kısmı
bir kısmına bağlı olur, şartı meşrutune bağlı olur, bazen de olmaz.
Namaz konusunda duracak olursak; bu fariza
iman için bir şat mıdır? sorusu bu meselenin sırrıdır işte!
Nitekim zikrettiimiz deliller olsun
başkaları olsun, bunların hepsi, kulun namazı terketmesi halinde diğer
amellerinin de kabul edilmeyeceğine delalet ettiğidir. Namaz divanının anahtarı
olup, kazandığı malın başıdır. Malın başı olmadan da kazancı elde etmek
imkansızdır. Dolayısı ile namazı hüsran olsan diğer amelleri de hüsran
oluverir. Buna bir suret biçse bile! Nitekim bunda; Rasulullah’ın (s.a.v.):
“şayet namazı zai ederse işte o diğer
amelleri de zai etmiş olur.”108 hadisi ile
“muhakkak ki kulun amellerinden ilk hesaba
çekileceği ameli namazdır. şayet tamam ise diğer amellerine de bakılır. Eğr
tamam değilse diğer amellerine de artık daha bakılmaz.”109
hadislerine işaret etmektedir.”
(108) Bu Ömer (r.a.) efendimizin
valilerinden birisine gönderdiği mektuptan bir bölümdür. Muvatta Malik’in: 6/1,
rivayet etmiştir. Hadisin isnadı sahihtir demiştir.
(109) Bu hadisin tahrici sayfa 21 ve 32’de
geçmişti.
şüphesiz kişiyi hayrete düşüren bir konu
daha vardır ki; kişi namazı kılmamakta diretir, namaz kılması için ileri gelen
kimselerin önünde davet edilir, kılıcın parlaklığını başının üzerinde
görüverir, öldürüleceği açıklanır, gözler kamçılanır ve ona: “Namaz kıl yoksa
aksi taktirde seni öldürürüz” denilir de buna rağmen o da: “Beni öldürün ben
asla namaz kılmam” der. Namazı terkedeni tekfir etmeyenler:
“(Namaz kılmayan) hem mü4min ve hem de
müslümandır, hem yıkanır ve hem de cenazesi kılınır. aynı zamanda müslümanların
kabirlerinde de defin edilir” derken bazıları da:
“Onlar mü4min olup imanları da kamildir. imanları
tıpkı Cebrail4in ve Mikail’in imanları gibidir” demişlerdir. Dolayısı ile bu
sözleri söyleyenler -Kur’an, sünnet ve sahabe icması (namaz kılmayanın kafir
olacağına) şahitlik etmiş iken- nasıl da onlar bu (yukarıdaki) sözlerini
söylemekten haya etmemektedirler. Muvaffakiyet Allah’tandır.
Namazı Terkedenin Kafir Olacağı Hakkında
Tabii’in ve Onlardan Sonra Gelen (Tabi et-Tabiin’in) Görüşleri Hakkında Fasıla
Tabiilerden ve kendilerinden sonra gelen
alimlerden, namazın terkinin küfrü hakkındaki sözleri, bunlardan açıklamalar ve
bu konu hakkında icmanın olduğu ile ilgili (görüş bildirenler). Muhammed b.
Nasr dedi ki: Bize Muhammed b. Yahya, onlara da ebu Numan, ona da Hammad b.
Zeyd hadisi anlattı. o da Eyyüb’ten dedi ki:
“Namazın terki küfür olup bunda hiçbir
ihtilaf yoktur.”
Muhammed, ibni Mübarekten şöyle dediğini
anlatmıştır:
“Her kim özürsüz, kasten olarak vakti
çıkana dek bir namazı tehir edecek olsa kafir olur.”
Ali b. Hasan b. şakik, abdullah b.
Mübarekten şöyle dediğini işitmiştir:
“Her kim: “Ben bugün beş vakit (farz)
namazı kılmayacağım” derse işte bu eşekten bile daha kafirdir.”
Yahya b. Mein dedi ki Abdullah b.
Mübarek’e:
“Muhakkak ki ikrar ettikten sonra oruç
tutmayan ve namaz kılmayanın kamil manada mü’min olduğunu” söyleyen kimselerin
olduğu soruldu. Bunun üzerine de Abdullah b. Mübarek:
“Bizler tıpkı onların söyledikleri gibi
söylemeyiz. Nitekim her kim özürsüz olarak kasten namazı diğer vakit girinceye
dek terkedecek olursa kafir olur” demiştir.
İbni ebi şeybe dedi ki: Rasulullah (s.a.v.):
“Kim namazı terkederse
kafir olur.”110
(110) Bunu Münziri
“tergib ve Terhib” 1/386, adlı eserinde kendisine nisbette bulunmuş ve hakkında
susmuştur. Hadis sahih olup bu manada hadis çokça olup, geçmiştir.
Dolayısı ile o
kılmayana “küfürden dön” denilir. aksi taktirde imam (islam Devlet Başkanı) üç
gün erteledikten sonra öldürülür.
Ahmed b. Yessar: Ben
Sidka b. Fadl’dan kendisine, namazın terki hakkında sorulduğunu işittim ve
kendisi “kafirdir” dedi. Bunun üzerine birisi ona “karısı ondan boş olur mu?”
diye sordu. O da: “Küfür nerede boşama nerede! şayet bir erkek kafir olsa
karısı ondan boş olmaz” dedi.
Abdullah b. Nasr: “Ben
ishak’ın Rasulullah4tan (s.a.v.) “namazı terkedenin kafir olacağı” ile ilgili
sahih bir hadisi vardır, aynı şekilde Rasulullah’ın (s.a.v.) yanından günümüze
dek gelen ilim ehlinin görüşleri de: Her kim özürsüz olarak, kastın vakti
çıkana dek namazı terkedecek olursa kafir olacağını söyledikleridir” dediğini
işittim.”
Namazı Terkedenin
Amellerinin Döküleceği Faslı
Dördüncü meseleye gelecek
olursak; bu da: “Namazı terketmekle ameller 5boşa gider) dökülür mü?”
sorusudur. Nitekim bunun cevabı önceden geçmişti. Ancak biz bu meseleyi,
hususuyetinden dolayı hakkında biraz konuşacağız. Deriz ki:
“Namazı tamami ile
terketmeye gelince; işte bununla beraber diğer amelleri ondan kasul
edilmeyecektir. tıpkı şirkle bir amelin birlikte kabul edilmediği gibi. Çünkü
İslam4ın direği namazdır. Sahih hadiste belirtildiği gibi, Rasulullah (s.a.v.)
-bir çadırın ayakta kalması- ile ilgili, çadırın diğer paçlarının olduğu ipleri
ve kazıkları vs’nin bulunduğu. (Ancak çadırın bunlarla ayakta kalamayacağı...) şayet
çadırın direkleri bulunmayacak olursa diğer paçları o çadıra bir yara sağlamaz.
Dolayısı ile diğer amellerin kasul edilmesi de namazın kabulüne bağlıdır. Eğer
kılınmayacak olsa diğer amellerde kabul edilmez. Bunun hakkındaki delil
geçmişti.
Namazı bazen
terketmeye gelince; Buhari “sahihin”de Bureyde hadisinden rivayete göre;
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İkindi namazını
erkenden kılın. Çünkü her kim ikindi namazını terkedecek olursa ameli boşa
gider.”111
(111) Buhari: 2/26,
Mevakit: ikindi namazını kim terkederse babında ve bulutlu bir günde namazı
erkene almak ile ilgili babda; Nesai: 1/236, Namaz bölümünde: Kim ikindi
namazını terkederse babında rivayet etmişlerdir.
Bu hadisin manası
hakkında bazı kimseler konuşmuştur ve hiç hasıl olmayacak şeyleri öne
sürmüşlerdir.
Mühelleb şöyle
demiştir:
“Bu hadisin manası
namazı zai eden, eda etmeye gücü yettiği halde, alttan alarak vaktinden oldukça
ileri ertelemektir. Sadece namazda ameli dökülür. Yani vaktinde kılmış olduğu
gibi ecir olamaz ve meleklerin kaldırıp götüreceği bir amel gibi de değildir.”
Bu hadisin hasılı
şudur:
“Her kim bu namazı
terkedecek olursa emcirini yitirmiş olur.” Çünkü hadisin lafzı ve manası bunu
red etmektedir. Bu amelin döküleceğini ifade etmemektedir. Nitekim, muhakkak
ki, sabit oldu ki, yaptı ki.... lafızları kesinlik ifade etmektedir.
İşte şeriatteki ve
lugatteki dökülme olayının hakikatı bu sigalarla gelmesidir. Dolayısı ile
amellerinden bir amelin sevabını kaçırana “muhakkak ki ameli döküldü” denmez.
ancak “bu amelin ecrini kaçırdı” denilir.
Bir taife ise şöyle
demiştir:
“O zaman kılmadığı
zaman o günün amelleri dökülmüştür. öbür günlerinki değil. Sanki onlar önceki
geçen amellerinin hepsinin düşmesindeki zorlukları bir vakit namazın terki ile
olmaktadır. Bunun terki de onlara göre mürtetlik gibi değil ki amelleri silip
yok etsin. işte bu onlarda problem konusu olarak belirmektedir. Bu da o günün
amellerinin dökülüşnde aynı ile onlara varittir.”
Hadisten zahiren
anlaşılan -elbetteki allah (c.c.) Rasulullah’ın (s.a.v.) muradını daha iyi
bilendir- terk konusunun iki tane olduğudur:
1- külli terk: Namazı
ebediyyen kılmamak gibi. Bu kişinin bütün amellerini yok eder.
2- Muayyen bir günde
muayyen terk: Bu da sadece o günde ameli dökmesidir. Dolayısı il genel olan
birşeyin dökülmesi genel terkin mukabilindedir. Muayyen dökülme de muayyen terkin mukabilindedir.
şayet: Mürtedliğin
dışında ameller nasıl dökülür? diye sorulacak olursa buna cevap verme şöyle
olur: Evet! Nitekim Kur’an, sünnet ve sahabelerden nakedilmiştir ki; şüphesiz
kötülükler iyilikleri götürür. tıpkı iyiliklerin kötülükleri götürüp,
sildikleri gibi.
Allahu Teala şöyle
buyurmuştur:
“Ey iman edenler!
Malını sırf insanlara gösteriş olsundiye infak eden, Allah’a ve ahiret gününe
inanmayan bir kimse gibi sadakalarınızı başa kakmakla ve eziyet vremekle boşa
çıkarmayın.” (Bakara: 2/264)
Bir ayette de:
3Ey iman edenler!
Sesinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin; birbirinize yüksek sesle
hitap ettiğiniz gibi ona da yüksek sesle hitap etmeyin. Yoksa haberiniz olmadan
amelleriniz dökülür.” (Hucurat: 49/2)
diye buyurmuştur.
Aişe (r.a.), Zeyd b.
Erkam’ın annesine:
3Zeyd’e haber ver!
Kendisi veresiye olarak (faizle alış-verişi) terkedip bundan dolayı tevbe
etsin, aksi taktirde Rasulullah (s.a.v.) ile beraber gitmiş olduğu savaşları o
(yüce Allah) iptal eder.”112
(112) Darekutni:
2/311; Beyhaki: 5/330; Hadisin senedinde Aliye bulunmaktadır. Darekutni:
Meçhuldür demiştir. “Cevher en-Nuka” adlı eserde Türkmani bunu red etmiştir.
aliye bilinmektedir sözü ile. Nitekim önden kocası ve oğlu da rivayet
etmişlerdir. ikisi de imamdırlar. Bunu ibni Hibban “sigat” adlı eserinde
rivayet etmiş ve onun hadisine Sevri, Evzai, Ebu Hanife ve ashabı, Malik, ibni
Hanbel, Hasan b. Salih gitmiştirler. “Nasbur-Raye” 4/16, adlı eserde Zeylai
zikretmiş ve: “Tenkih” adlı eserde sahibi: Bu ceyyid bir hadistir demiştir.
aliye meçhul bir kadındır. Haberi kabul edilmez. Biz de dedik ki: Bilakis aliye
bilinen ve çok takdire şayen bir kadındır. Nitekim bunu “Tabakaat” adlı eserde
ibni Sa’d rivayet etmiş ve: “Aliye binti eyfa bin Serahil, ebu ishak
es-Sebii’nin karısıdır. Aişe’den işitilmiştir demiştir.
Nitekim imam-ı ahmed
de bunun hakkında böylece görüş belirtmiştir. Kendisi şöyle demiştir:
3Bir kimsenin bu
zamanda kendisine helal olmayanlara bakması için borç (para) alıp evlenmesi
gerekir. (Günah) amelizene ayeti de buna delalet etmektedir. Nitekim kötülük
kendisinden büyük bir iyilikle gider. iyilikte kendisinden büyük olan bir
kötülükten dolayı ecrini döker.”
şayet: “Sadece ikindi
namazının terkinde amelin döküleceği, başkasının zikredilmemesindeki tahsis
(özelleştirme) konusunun ne gibi bir faydası olabilir?” diye sorulacak olursa;
şöyle denilir: Hadis ikindinin dışındakilerinde döküleceğini nefy etmez. ancak
lakap mefhumu ile hariç. Bu da gerçekten çok zayıf bir mefhumdur.113
(113) Lakabın mefhumu
şudur: ismi cins ya da ismi ilmin kendisinin dışındaki mezkur isimlerin nefy
üzerine konuşulma delaletidir. Nitekim bunu sadece bazı dakik olan şaafiiler
ile bazı Hanbeliler söylemiştir. ancak Cumhur ulema buna ihtilaf etmiştir.
Çünkü lakap mefhumu ile konuşmak zahir bir mezheptir. Bunun ne bir lugatte ne
akılda ne de şeriatte dayanağı yoktur. Nitekim arap: “aliyi gördüm” denilince
bu sözü her türlü edebi uslupları ile de onlar. Eğer bu cümlede bir başka sanat
yapılmamışsa o zaman o kişi bunun doğrusunu şüphesiz onlar. aynı zamanda
Rasulullah’ın (s.a.v.): “Kim ikindiyi kılmazsa ameli boşa gider” hadisi de
böylecedir. Bunun manası dolayısı ile; ikindi namazının dışındakiler
kılınmayacak olursa ameller dökülmeyecek (manasında) değildir. Bu, düşünülsün.
“Diğer namazlardan
ayrı olarak ikindi namazının zikredilmes onun tahsisi, ikindinin şerefinden
dolayıdır. Bu yüzden de bunama Salatı Vula’dır. Sahih ve açık olarak gelen
rasulullah’ın (s.a.v.) nassı ile. Bu yüzden de yine başka bir hadiste bu namazı
özel kılmıştır. O hadiste şöyledir:
3ikindiyi kaçıranın
konumu sanki ehlini ve malını yitirmiş kimse gibidir.”114
(114) Buhari: 2/24,
Mevakit: İkindiyi kaçıranın günahı babında; Müslim : 626, Mesacid İkindinin
kaçırılması hakında ağır tehditler babında; Malik “Muvatta”sında 1/11, 12,
Namazın vakitleri bölümünde: Vakitleri cem etme babında; ebu Davud: 414, 415,
Namaz bölümünde: ikindi vakti babında; Tirmizi: 175, Namaz’da: ikindi namazını
sehv etmek hakkında bab; Nesai: 1/238, Namaz bölümünde: Seferde ikindi
namazının sayısı babında rivayet etmişlerdir.
Yani malını ve
ailesini kaybetmiş gibidir. Malsız ve ailesiz kimsedir. İşte bu benzetme;
ikindinin terkedilmesi sonucu amelinin düşmesini göstermektedir. Sanki salih
amellerle, hem metalanmak hem de faydalanmak hususunda ehli ve ailesi ile
benzetilmiştir. Dolayısıyla ikindi namazını terkedecek olursa, bu kimse malı ve
ehli olup, ihtiyaçtan dolayı dışarıya çıktığında orada malını ve ehlini (görür)
ve geri döner. Nitekim aile ve mala da ihtiyaç duyduğu zaman o kişi olarsız
dona kalıverir, onlarsız tek başına kalıverir. şayet salih amelleri onda
kalacak olursa o zaman benzetme mutabık olmaz.
Fasıla
(Amellerin) dökülmesi
iki kısımdır: Genel ve özel.
Genele gelince: Bütün
iyiliklerin mürtedlikle yok olup dökülmesi, bütün kötülüklerin de tevbe ile
silinip gitmesidir.
Özele gelince:
Kötülüklerin ve iyiliklerin bazısının bazısı ile dökülmesi. Bu nitekim cüzi
olan mutayyed (kayıtlanmış) dökülmedir. şüphesiz bunun hakkında, Kur’an’dan,
sünnetten, aser’den ve imamların görüşlerinden deliller geçmişti.
küfür ve imandan her
birisi öbürünü iptal ederken, her ikisiden birisinin şubeleri, öbürünün gitmesinde,
bazı şubelerinin yok olmasına tesiri bulunmaktadır. şayet şube büyüyecek olsa
mukabilinde birçok şubeyi de götürmektedir. Dolayısı ile mü’minlerin annesinin,
(faizli alışveriş hakkında Zeyd’in bu davranışının) imkansızlığını iyi hatırla!
Nitekim onun (Zeyd’in) aksi takdirde, Rasulullah (s.a.v.) ile beraber
yaptıkları cihadı batıl kılmıştır.115 Dolayısı ile Allah’ın savaşına ve Rasulün
savaşına, kafirleri mahf etmek için (olduğu halde), bunu iptal eden bir şey
nasıl olurda o şubeyi kuvvetli kılar. Mekruh harpler istenilen harpleri iptal
etmiş oluyor. Tıpkı buğz ettikleri halde, muharebe olunmalarını isteyen
düşmanlarına karşı savaşmayı iptal ettiği gibi. Allah (c.c.) kendisine
sığınılandır.
(115) Tahrici için
sayfa: 65’e bakınız.
Gece Namazını Gündüz
Vakti ve Gündüz Namazını Gece Vakti Kılmanın Kabulü İle İlgili Fasıl
Gece namazını
gündüzleyin, gündüz namazını da geceleyin kılındığı zaman kabul olunur mu
olunmaz mı? sorusu ile ilgili olan beşinci meseleye gelecek olursak bu konunun
iki tane açıklama şekli vardır:
1- Nass ve icma ile
kabul olunduğu görüşü: Bu da eğer kişi gündüz vakti uyku ya da unutmadan dolayı
namazı geçirmişse bunları gece vakti kılar ve bunun aksi de öylecedir.
“sahihayn”da enes b.
Malik’den gelen bir rivayette Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu sabit
olmuştur:
“Her kim namazı
kılmayı unutsa ya da uyuya kalsa bunun kefareti hatırına geldiinde
kılmaktır.”111
(116) Buhari: 2/58,
Namazın vakitleri hakkında: Namazı unutan kimse hakkındaki babda; Müslim: 684,
Mesacid bölümünde: Geçen namazın kazası babında; Tirmizi: 178, Namaz bölümünde:
Namazını unutan adam hakkındaki babda; ebu Davud: 442, Uyuyup namazını
kılamayan ya da unutarak kılamayan babında; Nesai: 2/293, 294, Mevakit’de:
Namazı unutan hakkındaki babda rivayet etmişlerdir.
Lafız ise
Müslim’indir.
Müslim’den gelen bir
hadis tayine Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
3Sizden biriniz
uykudan dolayı namazı kılamamış ya da namazı kılmaktan dolayı gafil olmuş
(unutmuş)sanız bu namazı hatırladığınız vakit kılsın. Çünkü Allah (c.c.) şöyle
buyurmuştur:
“Beni zikretmek için
namaz kıl.” (Taha: 20/14)
“Sahihi Müslim”de ebu
Hureyre’den gelen bir rivayette şöyledir:
“Rasulullah (s.a.v.)
Hayber savaşından dönünce gece bastı ve Rasulullah’ı (s.a.v.) uyku tuttu ve
orada (kafileyi) konaklattı. Bilale:
“Bizim için geceyi
geceyi bekle (gözet).”117
diye buyurdu. Bilal’de
(gece namazını) gücü yettiği kadar kıldı. Rasulullah (s.a.v.) ve ashabı da
uyudular. Fecir vakti yaklaşınca Bilal, fecre müveccih ederek bineğine
dayanmakta idi. Gözleri ise (uykudan) dolayı iyice kapanmakta idi. kendisi de
bineğine dayanmış idi. Güneş onların üzerine doğana dek, ne Rasulullah (s.a.v.)
ne Bilal ve ne de sahabelerinden birisi uyandı. (Güneş doğunca) ilk kalkanları
Rasulullah (s.a.v.) oldu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) hızlıca Bilal’e
gidip:
“ey Bilal!”
dedi. Bilal de:
“Senin nefsini alan
benim nefsimi de (uykuya) aldı. Babam veanam sana feda olsun ya
rasulallah!” dedi. Rasulullah (s.a.v.) ise:
“Bineklerin de bir şeyleri iktida edin,
iktida edin.”
(Hazırlanın) diye buyurdu. Sonra Rasulullah
(s.a.v.) abdest aldı ve Bilal’e namaz için kamet getirmesini emretti.
Rasulullah (s.a.v.) onlara sabah namazını kıldırdı. Namaz bitince:
3Her kim namazı unutacak olursa, hatırladığı
zaman kılsın. Çünkü Allahu Teala:
“Beni zikretmek için namaza kalk”
buyurmuştur.”
diye buyurdu.”118
(117) Müslim: 684, 316’da Mesacid
bölümünde: Geçen namazın kazası ve kazayı erken kılmanın müstehaplığı babında
rivayet etmişlerdir.
(118) Müslim: 680, Mesacid bölümünde: Geçen
namazın kazası ve kazayı erken kılmanın müstehaplığı babında; Muvatta: 1/13,
14, Namazın vakitlerinde: uyuyup namazını kılamayan hakkındaki babda; ebu
Davud: 435, 436, Namaz’da: uyuyarak ya da unutarak namaz kılamayan hakkında
babda; Tirmizi: 3/62, Tefsir’de: Taha suresinden ...... hakkında bab; Nesai:
1/295, 296, 298, Mevakitte: Yarından vaktinde namazı uykudan dolayı kılamayanın
iade etmesi babında ve namazı kaçıran nasıl kaza edecek? Babında rivayet
etmişlerdir.
“Sahihayn”da imran b. Husayn’ın bu kıssaya
benzer olarak rivayet ettiği bir hadis vardır. 119 “Sahihi Müslim”de bazıları
uykudan dola yı namazlarını kılamadıklarını hatırlatınca şöyle buyurdular:
“muhakkak ki uykuda tefrit yoktur. Tefrit
ancak diğer vakit gelinceye dek namazı kılmamaktır.”120
(119) Buhari: 6/425, Menakıb’da: İslam’da
nübüvvetin alametleri babında; Teyemmüm de: Temiz toprak, sudan yetecek
müslüman abdesteder babında ve teyemmüm bir defa vuruştur babında; Müslim: 682,
Mesacid’de: Geçen namazın kazası babında; Ebu Davud: 443, Namaz’da: Uyuyup
namazı kılmayacak olursa ya da unutacak olursa... Babında rivayet etmişlerdir.
(120) Müslim: 681, Mesacid’de geçen namazın
kazası babınnda; Tirmizi: 177, Namaz’da: uyuyup namazı kılmayanın hakkındaki
babda; ebu Davud: 437, Namaz’da: uyuyup namazı kılamayacak olursa ya da
unutacak olursa babında rivayet edilmiştir.
“İmam-ı ahmed’in müsnedin”de, abdullah b.
Mes’ud’un hadisinde kendisi şöyle demiştir:
“Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiyye’den (sonra)
bir gece konaklayı verdi. Biz de çok yumuşak yeri bulunan bir yerde konakladık.
Rasulullah (s.a.v.):
“Bizi kim kaldıracak?”
diye buyurdu. Bilal’de:
3Ben” dedi. Bunun
üzerine:
“Sen uyu o zaman”
diye buyurdu. Güneş
doğunca ve filanca filanca uykusundan uyanınca kalktı. uyananlar arasında
ömer’de bulunuyordu. Dedi ki:
3Hadi kılkan.”
Rasulullah (s.a.v.) ta uykusundan uyandı ve:
“Yaptığınız gibi
yapınız.”
(Nasıl kılıyorduysanız
öylece kılınız) dedi. onlar böylece yapıp (kıldıktan) sonra:
“İşte böylece! Sizden
biriniz uykusunda iken ya da unatacak olursa namazı böylece (kılsın).”
diye buyurdular.”121
(121) Ahmed: 1/386,
464; Ebu Davud: 447, Namaz’da: uyuyup namazı kılamayan ya da unutan kişi
hakkındaki babda rivayet edilmiştir. Hadis sahih olup, Münziri’de
hasen’lemiştir.
Bu hadis imamlar
arasında muttefekun aleyh bir hadistir.
İki meselede ihtilaf
etmişlerdir: Lafzı ve Hükmi’de.
Lafziye gelince: Bu
namaza eda mı yoksa kaza mı denilecek? işte bunda kesin lafızda ihtilaf vardır.
Bu, Allah’ın onlara farz kılmış olduğu bir ibadet olduğu için kazadır. (Yoksa)
uyuyan ve unutan kişi hakkında vakit itibarınca edadır. Çünkü her ikisinde de
vakit uyanma ve hatırlama vaktidir. Bu da ancak içinde kılanacağı
emredildiğimiz vakitte kılınır.
Fakihlerin
kitaplarında zikrettikleri: 3Hatırladığı zaman kılsın. Çünkü bu onun vaktidir”
sözü ziyade olup hadis kitaplarında bu yoktur. Bunun bir senedinin olduğunu da
bilmiyorum. Lakin Beyhaki ve Darekutni, ibni Zinad’ın hadisinden, o da
A’rac’den o da Ebu Hureyre’den gelen bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Her kim namazı
unutacak olursa, hatırladığı zaman onun vaktidir.”122
(122) Beyhaki,
Süneninde: 2/219; Darekutni: 1/162’de her ikisi de Hafs b. Ömer b. Ebi ataf
hadisinden almışlardır. Bunu “mecma”: 1/332 adlı eserde Heysemi Taberani’nin
“Evsat” adlı eserine -Hafsı la’lil ederek- nisbette bulunmuştur. Buhari ve
Nesai bunu zayıf saymışlardır. Hafızda: takrib adlı eserde: Zayıftır ancak bu
konu ile ilgili başka hadisler çokça vardır. Bunlardan çoğu geçti demiştir.
Beyhaki dedi ki: “Buhari ve başkaları: Bizim zikrettiimiz ebu Hureyre’den ve
başkasının Rasulullah’tan (s.a.v.) zikrettii hadistir. Hadiste: “Hatırladığı
zaman onun vaktidir” ibaresi yoktur ve geçen Ebu Katade hadisinde. ebu Hureyre
ve ikisinin dışındakilerin delaleti, kaza vaktinin dar olmadığını, eğer dar
olsaydı şeytanın mekanı için, bu namazı uyanma halinden tehir edemeyecek
konusuna daha benzer olduğunun anlaşıldığıdır. Nitekim Rasululah (s.a.v.)
şeytanı boğarak (ona fırsat vermeyerek) namaz kılandı. imam şafii şöyle
demiştir: “Namazda şeytanı boğması demek, içinde şeytan(lar) bulunan bir
vadiden daha büyük bir konudur.”
Fasıla
Hükmi meseleye
gelinecek olursa; Bu da:
3kişi uykusundan
uyandığı zaman (kılaadığı namazı) hemen mi kılacak? Yoksa bunu tehir etmesi
caiz midir?” konusudur. Bu konu hakkında iki görüş vardır. Bu iki görüşten en
sahih olanı hemen kılınmasıdır. Bu cumhur fakihlerin görüşüdür. ibrahim
en-Nehai, Muhammed b. şihab en-zühri, Rabia b. ebi abdirrahman, Yahya b. Said
el-Ensari, ebu Hanife, imam-ı Ahmed ve ashabı ile alimlerin çoğu bunlardandır. şafii
mezhebinin zahirine göre bu tercihlik manasınadır. Onlar, Rasulullah’ın
(s.a.v.) uyudukları mekanda namazı kılmadıklarını delil getirmişlerdir.
Bilakis: “Bineklerinizi hazırlayın” deyip başka bir yere de gitmişlerdir, orada
namaz kılınmıştır.
Ebu Kutade hadisinde
ise:”Uykularından uyandıkları vakit bininiz3 diye buyurdu. Bizlerde bindik ve
güneş yükselene dek yolculuk ettik ve durduk. Sonra da içinde su bulunan bir
kabı istedi, abdest aldı. Sonra da Bilal namaz için ezan okudu. Rasulullah
5s.a.v.) iki rekat namaz kıldı. Sonra da öğle namazını kıldı.123
Demişlerdir ki:
“eğer hemen kaza
yapmak icap etse idi, o zaman belirli bir yere kadar gitmeden namazı
kılıverirlerdi.” Devamla şöyle demişlerdir:
“Bu mekanda şeytan
vardır deyip te, namazı orada kılmamak özrünü söylemek doğru değildir. Çünkü
herhangi bir yerde şeytanın bulunması farz namazın tehir edilmesine bir mazeret
teşkil etmez.”
(123) Sayfa: 68’de
geçti.
İmamı şafii dedi ki:
“şayet geçen namazın,
vakti şeytanın bulunmasından dolayı tehir edildiğinde zorlaşacak olsa idi o
zaman Rasulullah (s.a.v.) şeytanı boğarak namaz kılmazdı.”124
(124) Buhari: 1/461,
Namaz bölümünde: Esir ya da Garim mescitte bağlanır babında; Müslim: 541,
Mescitler bölümünde: Namazda şeytana lanet etmenin caizliği.... babında rivayet
etmişlerdir.
Devamla şöyle
demiştir:
“Namazda şeytanı
boğması, içinde şeytanların bulunduğu bir vadiden daha büyük bir konudur bu.
Demişlerdir ki: Çünkü bulunamaz belirlenmiş vakitlerde kılınan namazlardır.
Dolayısı ile geçecek olursa hemen kaza edilmesi vacip olmaz. Ramazan orucunda
olduğu gibi. Bilakis bu daha evladır. Çünkü eda etmek -orucun dışında- namazda
daha çok genişliği bulunur. kazalarda ise genişlik daha evla sayılmaktadır.”
ebu ishak Mervezi
şöyle demiştir:
“Namazı eğer bir
özürden dolayı tehir edecek olursa hadiste de geçtiği üzere bunu tercihe göre
kaza eder. özürsüz tehir etmişse onu hemen kılar. tefritine, günahına -olmayan
bir ruhsat olarak- sabit olmasın diye böyle yapar.”
Cumhur da “Müslim’in
Sahihin”de Ebi katade’den gelen hadisini delil getirmişlerdir:
“Onlar rasulullah’a
(s.a.v.) namazın, uyumalarından dolayı geçtiğini sordular? Rasulullah (s.a.v.)
ta:
“şüphesiz ki uykuda
tefrit yoktur. Sizden biriniz namazı unutacak olursa ya da namaza kalkamayıp
uyumuş ise hatırladığı zaman kılsın. Keffareti de ancak budur.”
demiştir.”125
(125) Sayfa: 68’de
geçmişti.
“Sahihin”de yine
geçtiği Ebu Hureyre hadisinde Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
3Kim namazı unutup ta
(kılamayacak) olursa, hatırladığı zaman onu kılsın. Çünkü allahu Teala:
“Beni zikretmek için
namaz kıl.” buyurmuştur.”126
(126) Sayfa: 68’e
geçmişti.
Darekutni’nin
rivayetinde ise bu hadis şöyledir:
3Kim bir namazı
unutacak olursa, hatırlaması onun vaktidir.”127
(127) Sayfa: 69’da
geçmişti.
İşte bu lafızlar hemen
kılmanın vacipliği hususunda açık delillerdir. şöyle demişlerdir:
3Bir defa te’hir
etmenin caizliği için sizin delil getirmiş olduğunuz deliller, az bir
ertelemeye ancak delildir. öyleki kişiyi kazaya, ne ihmal ve ne de yüz çeviren
olarak götürür. Bilakis bunu namazı tamamlamak için, bir menzilden bir menzile
ihtiyarı ile olmaktadır. Dostluğun ya da cemaatin, namazının ecri çoğalsın diye
ya da buna benzer şeylerden dolayı, (cemaat) namazı tamamlamak maslahatından d
olayı beklemek ve böylece birazcık vakti tehir etmek olabilir. ancak bu sözden
nasıl olurda -maslahattan dolayı az birtehirin- caizliğinde bu birkaç senenin
kaza (namazları da kılınabilir?) denilecek?”
şüphesiz İmam-ı ahmed;
Misafirin menzilinde iken uyumasından dolayı namazı geçirecek olursa o kimsenin
başka bir yere intikal etmesine müstahabtır görüşünü vermiştir ve orada onun
kaza yapmasını hayırlı görmüştür. Buna ek olarak hemen kılması imamın
mezhebinin görüşü olduğu halde.
şayet Allah’ın ve
rasulü’nün mutlak emirleri hemenlilik üzerine ise o zaman mukayyitlik nasıl
olur? işte bu yüzden kayıtlılık hakkında hemen olması lazım diyenlerin
cevapları, mutlaklık hakknıda bunun nefy edenlerden daha çoktur.
zan kazasına kıyas
edilerek görüş bildirenlere gelince; bunun cevabı iki yönlüdür:
1- şüphesiz sünnet iki
konumun arasınıayırt etmiştir. Ramazan kazasının tehir edilmesini caiz kılmış,
unutanın hatırlaması halinde ise vacip kılmıştır. Dolayısı ile sünnetin iki
şeyin arasını ayırdığı bir konuyu bizim birleştirmemiz bize doğru olmaz.
2- Bu kıyas onların
aleyhine birer kıyastır. Çünkü Ramazanın tehir edilmesi ancak öbür ramazan ayı
gelmediği zaman caizdir. ama onlar geçenin tehir edilmesini caiz
görmektedirler. Buna ek olarak şayet birçok vakit namazı da getirseler, kıyas
nerede?
Onların: “şayet hemen
kılmak vacip olsa idi şeytanın bulunuşundan dolayı tehir edilmesi caiz olmazdı”
sözleri hakkındaki cevap az önce geçmişti. Bu da; hemen kılınması lazımdır
diyenler; sadece namazı tamalamak maslahatından dolayı az bir tehiri caiz
görmektedirler. Namazda Rasulullah’ın (s.a.v.) şeytanı boğması128 öğneği ile
vermeleri tersliğine gelecek olursak, bu şüphesiz nakzın (tersliğin) en
acayibidir. Çünkü az bir vaktin, şeytanın mekanından -adilikten dolayı- tehir
edilmesi ile namaz zaten terkedilmiş olunmaz. Vakti bile gitmiş, demek
değildir. Bu mesele aynı zamanda şeytanın kişiye namaza muarız olmasına
hilafen, namaz kılan kimsede kendisini namazdan bundan dolayı kesmez. Çünkü bu
yüzden namazı terkedecek olsa o zaman en batıl namaz onunki olacaktır. Buna
girmesinden sora da namazı kesilmiş olacaktır. Belki de ikinci namazda ona
muarız olacak olursa o namazı kesecektir ve namazı tamamı ile terkedecektir.
öyleyse iki meselede; bu açıklama nerede, öbür açıklama nerede?
Allah en iyisini bilir.
(128) Bu hadisin
tahrici için geçen hadisin tahricine bakınız: Sayfa: 70.
Fasıla
İkinci açıklama
suretine gelecek olursak; bu da: “kişi vakti çıkana dek namazı kasten
terkedecek olursa” konusu ileilgilidir. Gerçekten bu konu, insanların hakkında
tartıştıkları büyük bir meseledir. Kişiye kaza yapması fayda verir mi? Kazası
kabul edilir mi? Edilmez mi? Ya da bunu düşünmeye ebedi olarak bir çıkar yol
olur mu?
Ebu Hanife, şafii,
ahmed ve Malik:
“Kaza etmesi vaciptir”
demişlerdir. Kaçırması günahı ile ondan kaza gitmez. Bilakis kendisi ukubete
müstehak olmaktan allah’ın af etmesine dek olmaktadır.
Nitekim selef ve
haleften bir taife şöyle demiştir:
3Her kim kasten namazı
vaktinden tehir edecek olursa ve özrü de bulunmaz ise tehir yapması o kişiye
caiz olur. işte bunun istidrak edilmesine varacak bir yolu yoktur. Bunu kaza
yapmaya da ebedi olarak kudreti de olmaz. Ondan bu kabul da edilmez. aynı
zamanda tevbe-i nasihun fayda vermesi hususunda da aralarında bir husus yoktur.
Lakin kasten terk etmeye soyunduğu bu terklerin kazasından mıdır tevbesinin
tamamı ? nitekim bu namazların kazası yapılmadan tevbeleri sahih olmazmı ?
yoksa kaza’da tevbe tevakkuf olmazmı ? Böylelikle de müstakbelde namazları
kılacak nafileleride sıklaştıracak işte bu geçenlerin istidrak edilmesi
imkansız olmuştur ? işte bu ihtilaf konusudur .
Bizde şimdi her iki
fırkanın delillerini belirteceğiz:
Kaza Yapılmasını
Gerekli Kılanların Delilleri Faslı
Kaza yapılmasını
gerekli kılanlar şöyle demiştir:
“rasulullah (s.a.v.)
uyuyup unutup namazını kılmayana kaza etmesini emr etmeleri konusunda129 bu iki
özellik mazaret olup, ifrat değildirler. Asi olan bir ifratçıya kazanın vacip
olması daha evla ve doğrudur. Her ne kadar namaz sadece vaktinde sahih olduğu
halde. uyuyan ve unutan kimse hakkında ise; vaktinden sonra kaza yapması fayda
vermemektedir. Dediler ki:
“Rasulullah (s.a.v.)
Hendek günü ikindiyi akşamdan sonra kılmıştır, sahabeler de öylece
kılmışlardır.130 Bilinen şu ki; onlar uykudadeğiller idi ve sehv içinde de
değillerdi. şayet bazılarında unutma hasıl olmuşsa da bu hepsini
bağlamamaktadır.” Devamla demişlerdir ki:
“Öyleyse ifratçı kişi
mazurlu kişiden nasılda tehir etme hususunda daha iyi olabiliyor? Dolayısı ile
ifratçı kişiden hafifletip, mazeretli kişide ağırlaştırılsın.” Demişlerdir ki:
“Yüce Allah ancak
ümmete namazını kaçıranın hükmünü açıklamak için ve hemen kılınmakla sadece
değil sonraya da tedarik edebildiğini (göstermek) için Rasulünü ve sahabeleri
uyutmuştur.3 Devamla da şöyle demişlerdir:
3şüphesiz Rasulullah
(s.a.v.) ramazan ayında cima yapıp orucunu bozanın, yerine bir gün oruç
tutmasını emretmiştir.”131 Dolayısı ile şöyle de demişlerdir:
“İşte kıyas, kazanın
vacip olduğunu içermektedir. Çünkü emir, vatinde bu ibadet fiilinin mükellefin
yapmasına yöeltilmiştir. Dolayısı ile vakitte ifrata kaçacak olsa ve terketse
(ancak ileride kılsa) bu ibadet fiilini düşürmüş demek değildir.”
(129) Bu manada birçok
hadis sayfa: 67’de geçmişti.
(130) Buhari: 2/55,
56, Mevakit’de: Kim vaktin gitmesinden sonra cemaate namaz kıldırırsa babında
ve ilk namazların ilki ile kazası babında; Meğazi bölümünde: Hendek savaşı
babında; Müslim: 631, Mesacid: “Salatul vusta” ikindi namazıdır, diyenlerin
delili babında; tirmizi: 180, Namaz’da: Bir insanın kaçırdığı namazlara hangisi
ile başlayacağı babında; Nesai: 3/84, 85’de, Sehu bölümünde: Kişiye namaz
kıldın mı? sorulupta o da: 3Hayır3 derse babında rivayet etmişlerdir.
(131) ebu Davud: 2393,
Oruç’da: Ramazanda ehline yaklaşanın kefareti hakkında bab; Darekutni: 252’de,
nitekim bu ziyade ile o da oruç ile emirdir - hafızlardan başkası olmadan
tan’da bulunmuştur. abdulhak: “Ahkam”ında şöyle demiştir: “Nasbur-Raye” 2/453,
adlı eserinde Zeyla’inin naklettiği Müslim4in bu hadisteki yolları daha sahih
ve daha meşhurdur. Bunlarda: “Bir gün oruç tut. (Kefaret olarak) ne hurma ve ne
de istiğfar gerekir” ibaresi yoktur. ancak kaza mürsel olarak sahihdir. Bunu
Malik, Muvatta: 1/297’de rivayet etmiş ve: “Bu Said b. Müseyyeb’in
mürsellerindendir” demiştir. Malik, o da ata b.
Abdillah El-Horosani’den, o da Said’den. Zühri hadisinden bu lafzayı zikreden
hafızların inkarı: şüphesiz ki onun ashabı hem isnat ve hem de sika’dırlar.
Yunus b. akil, Malik ve Leys gibi onlardan hiç kimse bu lafza ile
zikretmemiştir. Bunu ondan ancak zabtı zayıf olan kişi zikretmiştir. Hişam b.
Sad ve benzerleri gibi. Hafız: “Feth” adlı eserinde: 4/150 şöyle demiştir:
“Nitekim bu hadiste kaza ile lafzı ebu Uveys, Abdulcabbar, Hişam b. Sad’ın
rivayeti ile, hepside Zühri’den rivayet etmişlerdir. Beyhaki: 4/226, ibrahim b.
Sad o Leys’den o da Zühri’den rivayet etmiştir. Bu da ziyade olmadan Zühri’den
sahih’de bulunmaktadır. Leys’in hadisi -Zühri’den olan- bunun dışında
sahihayn’da bulunmaktadır. Ziyade -aynı zamanda- Said b. Müseyyeb’in Mürselinde
ve vaki’dir. Nafi b. Cübeyr4in, Hasan’ın, Muhammed b. Kab’ın da mürsellerinde
vakidir bu. Dolayısı ile bu yolların hepsi bu ziyadenin asıl olduğunu
göstermektedir.
Kaza Vacip Olmaz
Diyenlerin Delilleri
öbürleri ise şöyle
demişlerdir:
3Rabb Teala’nın
emirleri iki tür’dür.
1- Vakitlenmemiş mutlak tür: Bunu her
vakitte yapar.
2- Sınırlanmış vakitlerle vakitlenmiş tür:
Bu da iki kısımdır:
a) Vakti, fiilinin miktarı kadar olan
kısım. Oruç gibi.
b) Bu fiilden daha geniş ve (çok) olan
kısım. Namaz gibi. İşte bu kısımı emredildiği gibi vakti içerisinde, ibadet
vakti dahilinde- kılması şarttır. Çünkü Allah (c.c.) bunu bu sıfatla kılmıştır.
Bunun dışnda bu ibadet (vaktinden) çıkar.” Devamla şöyle demişlerdir:
“Yüce Allah’ın belirli bir vakitte
kılınmasını emrettiği halde, emrolunan kişi de bunu, vakti çıkıncaya dek
vaktinde kılmasa, şer’an bunu sonraki vakitte kılması mümkünat dışıdır. Hissine
göre kılmak mümkün oluyorsa da hissen yine mümkün değildir. Çünkü vaktinin
dışında b namazı kılmak gayri meşru bir iştir.” şöyle de demişlerdir:
“Meşru olan sadece Allah ve Rasulü’nün
meşru kıldığıdır.” Devamla:
“Bundan dolayı; Cuma namazını vaktinden
sonra kılmak mümkün olmadığı gibi, vaktinden sonra Arafatta vafe de mümkün
değildir.” şöyle de demişlerdir:
3Meşru, ancak Allah ve Rasulü’nün
kıldığıdır. Dolayısı ile de onlar, namazı, orucu haccı sadece belirli, onlara
has vakitlerde meşru kılmışlardır. Dolayısı ile bu vakitler kaçacak olsa (çıkan
bir vakitte) kılmak meşru olmaz. Aynı zamanda Allahu Teala cuma namazını,
cumartesi gününe vakit kılmamıştır. Onuncu günde de, Arafat vakfesini
kılmamıştır, haccda hacc ayının dışındaki bir ayda kılmamıştır.
Beş vakit namaza gelecek olursak, şüphesiz
bunda, Nass ve icma ile sabit olmuştur ki, uyuması, unutması, aklın gitmesi ile
namazı kılamaması özründe, özrü gittiği vakit bunları kılar.132 Aynı şekilde
Ramazan orucunda da, yüce Allah, hastalık, yolculuk ve hayız özürleri ile
-bunlar gidince- kaza yapmayı kılmıştır.133 aynı şekilde iki tane namazı bir
vakitte yolculuk, hastalık ya da cem etmeyi mübah kılacak bir iş
mazeretlerinden dolayı cem etmeyi de, Rasulullah’ın (s.a.v.) kıldığı
sabittir.134 İşte bunlar, mazeretten de dolayı has vakitten başka bir vakite
dek tehir edilmesi caizdir. İttifak ile başkalarına bunlar caiz değildir.
Bilakis bunlar büyük günahlardan olur.
(132) Bu iki hadis
sayfa 67’de geçmişti.
(133) Allahu Teala
şöyle buyurmuştur: “Sizden kim hasta ya da yolculukta ise (orucunu) öbür
günlerde (kaza edip) tamamlasın.”
(134) Cem edilmesi
caiz olan namazlar; öğle ile ikindinin cemi ile akşam ve yatsının cemleri’dir.
Bu konu birçok hadislerde geçmektedir. Buhari: 2/479’da namazın kısaltılması
bölümünde: Güneş onlara meyillendiği zaman, onların yolculuğa çıkması hususunda
önce öğleyi kılıp sonra da (yolculuğa çıkmak) için bineğine binmesi babında ve
öğlenin ikindiye tehir edilmesi babında; Müslim: “704” Misafirlerin namazında:
Yolculukta iki namazın cem edilmesinin cevazı hakkındaki babda; ebu Davud:
1218, 1219, Namaz bölümünde: iki namaz arasında cem etme babında; Nesai: 1/284,
285’de rivayet etmişlerdir.
Ömer b. Hattab şöyle
demiştir:
“İki namazı özürsüz
olarak cem etmek büyük günahlardan sayılmıştır.” Lakin bunu yapması vacip
olmaktadır. Eğer bu surette, ikinci vakite dek tehir edecek ise. Çünkü bu
vakitte bir cümle (ara) bulunmaktadır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) namazlarını
vaktinden tehir eden idarecilerin bile arkalarında kılmayı emretmiştir.
Kendilerine:
3Onları öldürmeyelim
mi” diye sorulunca; Rasulullah (s.a.v.):
“Hayır, namaz
kılmazlarsa 5evet).” diye buyurmuştur.135
(135) Sayfa 26’da
tahrici geçmişti.
Onlar özellikle öğle
namazını ikindiye dek tehir ediyorlardı. Buna rağmen arkalarında kılmak ile
emredildi. Bu da namaz kılan için bir nafile (namaz) olmaktadır. Rasulullah
(s.a.v.) vaktinde namaz k ılmayı emretmekte ve onları öldürmekten de nehy etmektedir.
şöyle demişlerdir:
3Her kim gündüz
namazını tehir edecek olur ve geceleyin bunu kılarsa ya da gece namazını gündüz
vakti kılacak olursa, işte bunu yapan emrolunmamış, Allah ve Rasulü’nün meşru
kılmadığı bir şeyi yapmış olur. Bu ne sahih ve ne de
makbul olur. Devamla şöyle demişlerdir:
3şüphesiz ki
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
3Her kim ikindi
namazını terkederse ameli dökülür.”136
Bir hadiste ise:
“İkindi namazını
kaçıran kimse, ehlini ve malını yitirmiş gibidir” buyurulmuştur.137
(136) Sayfa: 64’de
geçmişti.
(137) Sayfa: 66’da
geçmişti.
şayet bunu geceye
tedarik etmesi mümkün olmuş olsaydı ameli dökülmezdi o zaman. aynı zamanda
ehlini ve malını yitiren kişi konumunda da olmaz, amellerini kaybetmezdi.” şöyle
de demişlerdir:
3Yine Rasulullah’tan
(s.a.v.) gelen sahih bir hadiste şöyle buyurmuşlardır:
3Her kim güneş gurüb
vaktine girmeden önce ikindi namazında bir rekata kavuşacak olursa o şüphesiz
ikindiye kavuşmuştur.”138
(138) Buhari: 2/46;
Mevakit: Kim sabah namazında bir rekata kavuşmuşsa babında ve akşamdan önce kim
ikindi namazında bir rekata kavuşmuşsa babında; Müslim: 608, Mesacid: Kim
namazda bir rekata kavuşursa tamamına kavuşmuş demektir babında; Muvatta: 1/6,
Namazın vakti bölümünde; Tirmizi: 186, Namaz bölümünde: Güneşin mağribe girmesinden
önce ikindi namazında bir rekata kavuşan hakkında babda; ebu Davud: 412, Namaz
bölümünde: İkindinin vakti bölümünde; Nesai: 1/257, 258, Mevakit’de: Kim
ikindinin iki rekatına kavuşmuşsa... babında rivayet etmişlerdir.
İşte böylece, her kim
güneşin doğmasından önce bir rekata kavuşacak olursa sabah namazına kavuşmuş
demektir. şayet akşam ve güneşin doğuşundan sonra kıldığı namaz mutlak olarak
sahih olsa idi, o zaman kavuşmuş olacaktı. isterse bir rekata ya da bir
rekattan azına kavuşmuş olsun veyahuta bundan bir şeye kavuşmuş olmasın. Çünkü
Rasulullah4tan (s.a.v.): şayet bir rekata kavuşursa namazı sahih olur ve günah
olmaz dediği varid olmamıştır.
Öyleki ümmet arasında
da, namazın kılınma kemalatından vaktinden darlaştırmaya dek tehir edilmesinin
helal olmadığında da ihtilaf yoktur. tedarik edilmesinen de şüphesiz namazın
sahihliği ve tamamlanması (yeterli gelmesi) kastedilmekte, sizlere göre de
sahih olmaktave yeterli gelmektedir. şayet kişi namzadaki iftitah tekfi biri
kadar bir bölümüne de yetişmiş olsa ya da hiçbir bölümüne yetişmemiş olsa hadis
elbetteki sizin dediğiniz gibi değildir.” Devamla şöyle demişlerdir:
3Muhakkak ki Allah
(c.c.) her namaz için evveli ve sonu belirli olan bir vakit kılmıştır.139 Vakti
gelmeden de orada namaz kılmayana da izin vermemiştir, vaktinin çıkmasından
sonra da kılınmasına izin vermemiştir. Dolayısı ile vaktinden önce ve sonra
kılınan bir namaz meşru değildir. Eğer vakit, namazın sıhhatinde bir şart
olmasaydı, o zaman sıhhatinde, önce ya da sonra kılınmasında bir fark olmazdı.
Çünkü bu sefer kişi iki namazı da vaktinde kılmamış olacaktır. öyleyce bu
ifratçı kişiden kaçırılmış namazlar nasıl kabul edilecek? ve ifrat edip,
vaktinden önce kıldıkları nasıl kabul edilecek?” şöyle demişlerdir:
(139) Buna yüce
Allah’ın şu ayeti işaret etmektedir: “Muhakkak ki namaz; mü’minler üzerine
belirli vakitlerde farz kılınmıştır.” (Nisa: 4/103)
“Namaz kılmak, her
halukarda vaktinde vaciptir. taki kişi bu vakit için bütün vacip ve şart
işlerini terkeder. Kişi bu vakitte abdest almaktan, kıbleye dönmekten, elbiseyi
ve bedeni temizlemekten, setr-i avret emekten ya da Fatihayı okumaktan veyahut
kıyamda durmaktan aciz olacak olursa ve bunlarla vakitten sonra namaz kılmaya
imkaniyeti olursa o kişinin namazı bunların dışında ki vaciplerin hepsini tam
kılması ile birlikte vakitten sonra namazı kılamaz. Bununla da biliniyor ki;
vakit yüce Allah’ın katında bu vecibelerden daha önceliklidir. şayet sadece bu
iki kısımdan birisi oluyorsa o zaman vaktinde, bu şartlar ve vecibeler sonra
namaza kavuşmasına bir yol olmuş olsa, o zaman vakittensonra, şartalrın ve
vecibelerinde tam bir şekilde bulunmasıyla birlikteki bu namazı, vakit içinde
bu şartlar olmadan kılınan namazdan daha hayırlı ve Allah’a daha sevimli
olurdu. ancak bu da nass ve icma ile batıldır.” Yine şöyle demişlerdir:
“Yüce Allah: “Yazıklar
olsun o namaz kılalara ki onlar naazlarında gaflet içindedirler” ayetini
buyurmakta; namazını vaktinden çıkaran kimseyi, namazı terkeden tehtdi ile
tehtitte bulunmuştur. Nitekim Rasulullah’ın 5s.a.v.) ashabı bu “sehv”, namazı
vaktinde tehir etmekle tefsir etmişlerdir. tıpkı Sad b. ebi Vakkas’dan -ki ondan merfu bir hadiste
vardır- sabit olduğu gibi. 140 Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
3Onlardan sonra bir
(topluluk) geldi. Namazlarını terkettiler ve şehvetlerine uydular, yakında da
“ğayy” ile karşılacaklar.” 5Meryem: 19/59)
(140) Sayfa: 39’daki
açıklamada geçmişti. Bakınız.
Nitekim bu ayeti
sahabeler ve tabiin buradaki: “Zai ettileri” vaktinden kaçırmakla tefsir
etmektedirler. araştırıldığına göre; namazın zai edilmesi de; hem
terkedilmesine, vaktinin terkedilmesine ve de vaciplerle rükünlerin
terkedilmesine delalet etmektedir. aynı zamanda kasten namazı vaktinden tehir
eden kişi Allah’ın sınırlarında haddi aşmış kimsedir. tıpkı vaktinden önce
kılan kimse gibi. öyleyse Allah’ın haddini 5sınırını) aştığı halde bu kimseye
de ne oluyor ki; bu 5namaz buna rağmen) kabul edilir diyorda başka bir haddi
tecavaz edildiği zaman kabul edilmez diyor?” şöyle demişlerdir:
“aynı zamanda deriz
ki: Kaza yapmaya yeişse o zaman ona:
“Bu kazayı kılmakla
emrolunduğun namazı bize haber ver. Bu, allah4ın emrettiği midir, dışında olan
mıdır?” diye sorarız. eğer bize: “tıpkı kendisidir” der ise ona:
“O zaman kasten bunu
terkeden asi değildir. Çünkü kendisi, bizzat Allah’ın o şeyi yapmayı emrettiği
bir şeyi işlemiş demektir. Dolayısıyla ona ne günah ve ne de kınama ilhak
olur.3 manasına gelir ki bu da kesinlikle batıldır.” şayet dese ki:
3Bu, bizzat Allah4ın
emrettiği değildir” ozaman da ona:
3İşte bunun
emrolunmayan bir konu olduğu sana belirdiği vakit, bu bizim sana aynı zamanda
en büyük (cevap vereceğimiz) delillerdendir” deriz. Sonra da yine şöyle deriz:
“Vakti çıkana dek
kasten namazı geciktiren kişi, sonrada bunu anlarsa; bunun namazının taat mi
yoksa masiyet mi olacağı hakkınnda ne derler?” şayet onlar:
3Namazı taattir. Bunu
kılmakla O’na itaatlıdır” delerse işte bu icmaya Kur’an’a, ve sabit olan
sünnetlere muhaliftir. şayet onlar:
3Bu masiyettir”
derlerse, o zaman onlara:
3öyleyse günahla,
masiyetle Allah’a nasıl yaklaşılır? Masiyetin yerine nasıl taati koyarız?”
denilir. şayet sizler:
3Kıldığı için
itaatkar, tehir ettiği için de asidir. Çünkü o da itaat olan fiil ile
yaklaşmaktadır yoksa masiyet olan geciktirme eylemi ile değil” derseniz.
onlara:
3Nitekim itaat
emredildiği gibi emre uygunluk, ve imtisal demektir. Dolayısı ile amazı
vaktinde çıkardığı halde geciktirmeye kastenniyet eden kişi, allah4ın ve
Rasulü’nün emrine nasıl uymakta ve böylece de itaatkar olduğu(?) denildiği
halde! öyleyse bu sabit olmuş olsa, bu mesele hakkında tartışma için bir
fasılda bulunurdu” denilir. şöyle de demişlerdir:
“Aynı zamanda vakti
olmayan bir vakitte bir ibadetin yapılması da (vaktinde olmadığı için kabul
olumaz. Nitekim gece oruç tutulmayacağı, hacc ayının dışında hacc olmayacağı,
cuma vaktinin dışında cuma kılınmayacağı gibi. öyleyse: “Ben gündüz iftar eder,
gece oruç tutarım” ya da: 3Ben çok sıcak günlerde Ramazan orucumu bozar, onun
yerine baharın bir ayda tutarım” ya da: 3Ben haccımı muharrem ayına ertelerim”
ya da: 3Ben cuma namazını son yatsı namazımda kılarım, iki bayram namazımı ayın
ortasında kılarım” diyen ile: 3Ben gündüz namazın geceye, gece namazını da
gündüze ertelerim” diyenin sözlerinin arasını ayırmaya kimin gücünün yetmesi
mümkündür acaba?” şöyle de demişlerdir:
3Muhakkak ki Allah; ibadetler
için 5belirli) imkaniyetler, zamanlar ve sıfatlar kılmıştır. Yüce Allah’ın
kılmış olduğu bir mekanın da yerine başka bir mekanı, başka bir mikat yerini
getirmek olmaz. arafat, Müzdelife, Mina, taş atma yerleri, Mubit, Safa ve Merve
vs. gibi. aynı zamanda Allah’ın kıldığı bir sıfatın yerine başka bir sıfatı
getirmekte olmaz. Dolayısı ile Allah’ın belirli bir zamannda kılınmasını vacip
kıldığı bir (amazı) zamanının dışında da kılmayı nasıl yerine getirebilir?” şöyle
de demişlerdir:
“şüphesiz ki nass ve
icma; namazı kasten vaktinden tehir eden kimsenin o namazını kaçırdığına
delalet etmektedir. tıpkı Rasulullah’ın (s.a.v.) buyurduğu gibi:
“Her kim ikindi
namazını kaçırmışsa, sanki o ehlini ve malını kaybetmiş gibidir.”141
(141) Sayfa: 60’da
geçti.
Nitekim kaçırılanın
tedarik edilmesi de elbette olanaksızdır. şayet bu mümkün olsaydı kaçırılmış
diye isimlenmezdi. İşte bu, gramer ve örfde böylecedir. şeriatte de işte
böylecedir.
Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
“Hacc, arafat gününden
fecir doluncaya dek kaçar (geçer).”142
(142) Muvatta:
1/390’da ibni ömer’den mevkuf olarak ve sahih senedli bir biçimde gelmiştir.
Beyhaki, Süneninde: 5/175; Taberani “Kebir” ve “Evsat” da ibni abbas’tan merfu
olarak rivayet etmiştir. Heysemi “Mecma”: 3/255 şöyle demiştir: 3Hadiste ömer
b. Kays Et-Mekki vardir ki kendisi de zayıf olup terkedilmiştir.” ibni ebi şeybe:
“Musannaf” adlı eserinde Zeylai’den: 3/93, naklederek rivayette bulunmuştur
şöyle demiştir: “Bu mürsel ve zayıf bir hadistir. Hadiste Muhammed b.
abdurrahman b. ebi Leyla vardır.”
Görmez misin ki? Yüce
Allah bugünden sonra diğer gününe tedarik edilemeyecek, belirli bir vakitle
(Haccı) kılmış ve vaktinin çıkması ile haccın (bittiğini) kılmıştır. ancak bu,
namazından uyuyan ve unutan kişilerin tersinedir. Çünkü kişi uyuyup ya da
unutarak namazı kılamamışsa bu namaz geçmiş bir namaz olarak isimlendirilmez.
Bu yüzden de Rasulullah’ın (s.a.v.):
“İkindi namazını
kaçıran sanki ehlini ve malını kaçırmış gibidir.”
hadisinin kapsamına
girmektedir.” şöyle demişlerdir:
“Ümmet, namazı kasten
vaktinden çıkaranın, o namazı kaçırdığında icma etmiştir. Eğer o kişiden bu
kabul edilse, vakn sonra da sahih olmuş olsa o zaman bu namazın “geçmiş, lağu
edilmiş ve batıl olmuş” diye isimlendirilmesi mümkün olmuş olurdu. öyleyse
kaçırılan bir şey nasıl tedarik edilecek (kazası olacak)?” Dediler ki:
3Aynı zamanda geçmiş
bir vakitin tedarik edilmesine yol bulmak ebedi mümkün olmaz? aynı zamanda
farzına ve vasfını da tedarik etmeye yol olmaz.” şöyle demişlerdir:
“İşte bu, Ahmed ve
başkalarının Rasulullah’tan (s.a.v.) rivayet ettikleri şu hadisin manasıdır:
“Her kim özürsüz
Ramazan4dan bir günden iftar edecek olursa, senenin orucu o kişiden bunu kaza
etmez.”143
(143) ahmed: 2/386,
442, 458, 470; İbni Mace: 1672; Daremi: 2/10; Tirmizi: 723, oruç bölümünde:
Kasten orucu bozmak ile ilgili babda; ebu Davud: 2396, Oruçta kasten orucu
bozan hakkında ağır tehditler babında; Bu zayıftır. Bunu Buhari: 3/32, Oruçta:
Ramazan’da cima ederse babında talik etmiştr. ebu Davud ve Tirmizi de bunu bu
rivayetle vasl etmiştir. Ancak zayıftır.
Dolayısı ile “hangi
aydan olursa olsun bir gün orucu kaza eder” sözleriniz de nereden gelmektedir?”
şöyle de demişlerdir:
3aynı zamanda yüce
Allah müslümanlara 5düşmanları ile savaştıkları vakit) korku namazını
-müslümanların düşmanlarına müvacehesi halinde- kılmalarını emretmiştir.144 Bu
namazlarında rükünlerinden kıssaltmış ve bu namazda daha çok fiiller işlemiş,
burada kıbleye arkalarını dönmüş ve imandan önce selam vermişlerdir. Bilakis
yürüyerek ve binekler üzerinde bile namazlarını kılmışlardır. Hatta bu bile
mümkün olmasa imaları ile kılarlardı. Vaktinde olmak üzere kıbleye dönmeden
binekler üzerinde de bu namazlarını kılmışlardır bile! şayet vaktin dışında
kılsalar ve bu sahih olsaydı o zaman daha emniyetli bir vakite ve daha (güzel)
kılmak için imkan bulunan bir vakte tehir etmek caiz olurdu. Bu da vakti
çıktıktan sonra namazın kılınmasının -bu yolda onlara isabet edenin ve
düşmanlarıyla savaşmanın özür olması ile beraber- caiz ve makbul olmadığına
delalet etmektedir.
(144) Korku namazı ile
ilgili hadisleri rivayet edenler: Buhari: 2/357, Korku namazının bablarında ve
Meğazi bölümünde: Ratu Rika savaşının hakkında bab; Müslim: 841, Misafirlerin
namazı hakkında: Korku namazı babında; Muvatta: 1/183, Korku namazı bölümünün başında;
Tirmizi: 565, Namaz bölümünde: Korku namazı babında; ebu Davud: 1237, 1238,
1239, Namaz bölümünde: Korku namazı babında; Nesai: 3/170, 171, Korku namazı
bölümünde rivayet etmişlerdir.
Öyleyse nasıl olur da;
mukim olan ve hasta olmayan bir kimseden -özrü de bulunmadığı halde- elbette
sahih ve kabul olunur. Nitekim kendisi de açık olarak Allah’ın davetçisini
işitmiş olduğu halde, vaktinden de namazı çıkartmakla sonra da başka bir
vakitte kılabilmektedir! aynı şeklide hasta olan kimsenin de tehir etmesine
izin verilmemiştir. Bilakis ona, -eğer aciz ise- yan yatarak, ayakta durmadan,
rükü ve secde etmeden kılması emredilir.145 aynı zamanda bu vaktin dışında da
sahih ve kabul olunsaydı o zaman sıhhatli olduğu vakit tehir etmesi caiz
olurdu.
(145) Buhari: 2/483,
Namazın taksiri hakkında: Oturarak kılmaya gücü yetmiyorsa yan yatarak kılar
babında; ebu Davud: 951, 952, Namaz bölümünde: Oturanın namazı hakkında bab;
tirmizi: 372, Namaz bölümünde: Oturanın namazının ayakta kılandan yarım
5sevabı) olduğu babında rivayet etmiştir.
Öyleyse bize; kitabın,
sünnetin ya da sahabe eserinin hangisinde -yüce Allah’ın belirlediği vakitte
namaz kılınması gerekli olduğu halde- namazı kasten ileri vakite tehir edenin,
bu namazını Allah’ın -vakit çıktığı halde- kabul edeceğini, sahih olacağını,
bundan zimmeti beri olacağını ve farzı işlemiş gibi bunu eda etmiş gibi sevap
olacağını kim haber verebilir? işte bunda vallahi, kıyamete kadar sizin için
bir çıkar yol bulunmamaktadır. şüphesiz bizler görüşlerimizin tıpkısını
Allah4ın Rasulü’nün ashabından almaktayız. Dediklerimiz onların dedikleri gibi
olup, sizin sözlerinizin tersinedir.”
Fasıla
çbir kimsenin bile
inkar etmediği ebu Bekir es-Sıddık’ın (r.a.) kavli hakkındadır bu fasıla.
Abdullah b. Mübarek
dedi ki: “Bizlere İsmail b. Ebi Halid ona da Zeyd haber vermiştir.” şöyle dedi:
“Muhakkak ki Ebu Bekir, ömer b. Hattab’a şöyle demiştir:
“Eğer ezberleyecek
olursan sana bir nasihatı vasiyet edeceğim: Muhakkak ki gündüz olan bir
5ibadeti) gece ve gece olan bir (ibadeti) gündüz vakti (yapanın ibadetini)
Allah’ın kabul etmeyeceği kendisi üzerine bir haktır. aynı zamanda Allah (c.c.)
farz kılınmadannafileyi de kabul etmez. Kıyamet gününde mizanı ağır gelecek
olanlarda ancak hakka tabi olanlar olup, mizan onlara ağır gelecektir. Mizana da
sadece (ağır olması için) hakkın koyulması mizan için birer haktır. Kıyamet
gününde mizanı hafif gelecek olanlar batıla tabi olanlar olup, mizan onlara
hafif kalıverir. Mizanın da, hafif olması batılın koyulmasından dolayı, izana
birer haktır bu. Muhakkak ki Allah (c.c.), cennet ehlini ve orada amellerinden
dolayı salih olanları zikretmiş, günahlarını da bağışlamıştır. şüphesiz ben
onları zikredecek olursam onlardan olamam diye korkuyorum. cehennem ehlini ve
amellerini de zikretmiştir. onları da zikrettiğim vakit: “Onlardan olurum diye
korktum.” dedim. Rahmet ve azap ayetlerini de, mü’min korksun ve takvalı olsun
diye zikretmiştir. Allah’ı haktan başkası ile temenni de bulunmayın. elinizle
de kendinizi tehlikeye atmayın! Dolayısıyla sözümden korktun ise, o zaman
gaibte olan, sana ölümden daha sevimli olmaz. şüphesiz ki bu sana gerekir. şayet
vasiyyetimi zai edersen gaib olan, sana ölümden daha çok buğzeden olmaz. Onu
acze düşüremezsin.”146
(146) ibni Mübarek
“Zühd” adlı eserde 914 rakamlı, sayfa: 319’da rivayet etmiştir. isnadında
İsmail b. Ebi Halid vardır. ibni Hibban’dan başkası ona güvenmemiştir.
Hinad b. Süra dedi ki:
“abda bize hadisi anlattı. O da İsmail b. ebi Halid’den, o da Zeyd elyami’den,
şöyle demiştir:
3Ben Ebu Bekir’in
vefatına (yakın) hazır olduğumda bunu zikretmişti.” Demişlerdir ki:
“İşte ebu Bekir
(r.a.):
“Yüce Allah (c.c.)
gündüz amelini geceleyin, gece amelini de gündüzleyin kabul etmemektedir”
demiştir. Kim bu meselede muhaliflik yapacaktır? Nitekim onlar açık olarak buna
muhalif şeyler söylemektedirler. Son yatsı namazının hacir vaktinde ve ikindi
namazının da gündüzün ortasında kabul edeceğini (söylemişlerdir).” şöyle
demişlerdir:
“İşte bu Ebu Bekir’in,
amr’ın oğlu abdullah’ın, Sad b. ebi Vakkas’ın, Selman el-Farisi’nin, abdullah
b. Mes’ud’un, Kasım b. Muhammed b. ebi Bekr4in, Huzeyl el-Ukeyli, Muhammed b. şirin,
Mutarraf b. Abdillah, ömer b. abdilaziz’in (Allah hepsinden razı olsun ve
dışındakilerden de razıolsun) görüşleridir. şube şöyle demiştir: “Ya’la b.
ata’dan, o da Abdullah b. Hurras’dan, dedi ki: “ibni ömer bir sahifeyi okuyan
bir adamı gördü ve ona: “Ey okuyucu, bu ne?:
“şüphesiz, vaktinde
namazı kılmayanın namazı yoktur. Dolayısı ile namaz kıl sonra da o (sayfadaki)
şeyleri başlar okursun” dedi.”147
(147) abdullah b.
Hurras’ın zayıflığından ötürü isnadı zayıftır.
şöyle demişlerdir:
3Sizin bu: 3Kamil
olarak namaz yoktur” konunuzdaki teviliniz bazı yönlerden dolayı sahih
değildir:
1- şüphesiz nefy
(edati), isimlendirilenin hakiki nefyini içermektedir. Buradaki isimlenndirmede
de tertib’tir. Hakikatı ise muntefi’dir. işte bu da lafzın hakikatı olmaktadır.
Öyleyse bundan çıkmanın gereksinimi nedir?
2- Sizler kemal olan
bir şeyin nefy ile müstehap olan bir kemalliği istiyorsanız işte bu batıldır.
Çünkü şeri hakikat, bunda müstehap olan nefy’den dolayı nefy etmez. Bu ancak
rükünlerinden bir rüknün nefyinden dolayı nefy etmektedir ve cüzlerinden bir
cüzün nefyinden dolayı nefy etmektedir. işte böylece her nefy, şeri hakikat
üzere varid olmaktadır. şu hadislerde buyurulduğu gibi:
“Eminliği olmayanın
imanı yoktur.”148 ve:
“Abdesti olanın namazı
yoktur.”149 ve:
“Niyyeti olmayanın
ameli yoktur.”150 ve:
“Geceden oruç için
uyumayanın orucu yoktur.”151 ve:
“Fatihatul Kitabı
okumayanın namazı yoktur.”152
(148) ahmed: 3/135,
154, 210, 251; Beyhaki: 6/288; Ziya: “Ehadis Muhtara”: 234/2’de iki yolla
enes’den rivayet etmiştir. Hadis sahihtir.
(149) ebu Davud: 101;
taharet’de: abdestde besmele babında; ibni Mace: 399 Taharet bölümünde:
abdestde besmele babında; ahmed: 2/418, 4/80, 5/382, 6/382’de rivayet
etmişlerdir.
(150) Bunun manası
sahih bir hadistir. Buhari: 1/7, 15, Vahyin başlaması bölümünde: şüphesiz
amellerin niyetlerle olduğu hakkında bab ve başka bablarda; Müslim: 1907, imare
bölümünde: Rasulullah’ın (s.a.v.) buyruğu: “Ameller ancak niyetlerledir.3 ebu
Davud: 2201, Talak’da: Talakı ve niyetleri kastetmesi babında; tirmizi: 1647
Cihadın faziletinde: Dünya ve Riya için savaşan babı; Nesai: 1/59, 60,
Teharette: abdeste niyet etmek babında rivayet etmişlerdir.
(151) Bu hadisin
manasındaki rivayet için bak: ebu Davud: 2454, Oruç’ta: Oruçla niyet etmek
babında; Tirmizi: 730, Oruç’ta: Geceleyin oruca azmetmeyenin orucunun olmadığı
babında; Nesai: 4/196 ve 197’de Oruç bölümünde oruçta niyet etmek babında;
Darimi: 2/6 Oruç’ta: Geceleyin orucunu toplamayan 5birleştirmeyenin) hakkında
babda rivayetedilmiştir. isnadı da sahihtir.
(152) Buhari: 2/199 ve
200, Namazın sıfatı hakkındaki bölümde: İmama ve uyanlara kıraatin vacibliliği
babında; Müslim: 394, Namaz bölümünde: Her rekatta Fatiha’nın okunmasının gerekliliği
babında; ebu Davud: 822, Namaz’da kim kıraatinde Fatiha4yı terkederse babında;
Tirmizi: 247, Namaz’da: Namazında kim kıraatinde Fatiha’yı terkederse babında;
Tirmizi: 247, Namaz’da: Fatih4sız namaz olmaz hakkında babda; Nesai: 2/137,
138, İftitah bölümünde: Namaz’da Fatiha4yı okumak babında rivayet etmişlerdir.
şayet bazı
müstehaplarını nefy etmedendolayı hakikat nefy olacak olsa, o zaman bunda
Allah4a, cinsinden daha yüksekte olan bir ibadet olmuş olur. Nitekim bizlere
açıkladığınız üzere vakitte namazın vaciplerindendir. şayet namazın bir vacibi
nefy olacak olsa o zaman namaz ne sahih ve nede kabul olur.”
3- şüphesiz ki
müsammanın hakiki nefyi olmayacak olsa, o zaman sıhhatini ve itidadını nefy
konusu, müstehap olarak kemalliğini nefy etmekten daha yakın olur.
Muhammed b. Müsenna
dedi ki: “Abdul Ala bize hadisi anlattı. Onlara da Said b. Ebi Urvebe
anlatmıştır. o da Katade4den dedi ki: “Bize abdullah b. mes’ud’un:
3şüphesiz namazda,
tıpkı haccın vaktinin bulunuşu gibi vakiti vardır.153 Öyleyse namazı
vakitlerinde kılın” dediği zikrolunmuştur.” İşte abdullah; kendisi bizlere,
haccın vakti gibi namazında vaktinin bulunduğunu açıkça söylemiştir. öyleki
hacc vaktinin dışında yapılamıyorsa o zaman namaz nasıl vaktinin dışında
olabilmektedir? abdurrezzak şöyle demiştir: “Mamer’den, o da Bedil el-Akili4den
şöyle dedi:
(153) abdurrezzak’ın
Musannıfında geçirmektedir. 3747.
“Bana: 3Kul vaktinde
namazı kılınca semadaki bir nurun fışkırması ile yükseliverir ve namaz: “Beni
muhafaza ettiğin için allah’da seni muhafaza etsin” der. şayet vaktinin dışında
namazı kılmışsa, yumuşak bir elbise gibi dürülür ve bununla yüzüne vurulur”
sözü anlatılmıştır.”
(154) abdurrezzak’ın
Musannıfı: 2234; Bu munkati bir rivayettir.
Namazın Kaza Olacağını
Kabul Edenlerin Delilleri Faslı
Namazı vaktinden
çıkarıp, bununla da zimmetin beride olacağını belirtenlerin görüşlerine gelecek
olunursa, lafız ebu ömer ibni abdilberr4in4dir. Çünkü kendisi bu meseleyi en
güzel vetam yöüyle belirtip yardımcı olmuştur. Bizlerde onun sözünün tıpkı aynısını
zikredeceğiz. Kendisi: “İstizkar” adlı eserinde “uyuyup namazı kılamama
babında” şöyle demiştir: “Ben abdulvaris’den, Kasım4ın kendilerine şöyle hadis
anlattığını kendisinden okudum. Onlara da ahmed b. Züheyr, onlara da ibni
isbahani, onlara da Ubeyde b. Hamid, hadisi anlattı. o da Yezid b. Ziyad’dan, o
da Temim b. Seleme’den, o da YMesruk4tan, o da İbni abbas’dan şöyle demiştir:
3Rasulullah (s.a.v.)
bir seferlerinde iken gecenin son vaktinde uyumak için konaklayıverdiler. Güneş
doğuncaya dek de uykularından uyanamadılar. Sonra da Bilal4e emretti ve ezan
okudu. Sonra da iki rekat namaz kıldı.” ibni abbas’da:
3Beni ne dünya ve ne
de içindekiler bu ruhsat kadar sevindirmemiştir.” demiştir.”155
(155) ahmed: 1/259,
Yezid b. Ebi Ziyad4dan o da birisinden o da ibni abbas’dan rivayette
bulunmuştur. “Mecma” adlı eserde: 1/321; Heysemi, ebu Ya’la’ya, Bezzar’a,
Taberaniye, Yezid b. ebi Ziyah, o da Temim b. Seleme o da mesruk o da ibni
abbas’tan olmak üzere nisbette bulunmuştur. Ebu Ya’la’nın ricali ise güvenilirdirler.
Ebu ömer şöyle
demiştir:
3Bu bana göre
-Allahualem-; Yüce allah4ın namazda iken kullarına bu muradı -vakitlenmiş de
olsa- namazı kim vaktinde kılamazsa, unutmuş, uyumuş, ya da kasten terketmişse,
hatırladığı zaman bunu kaza yapacağını mutlak olarak gösteren (bir delil olup);
bu ashaba ve diğer ümmetine Rasulullah’ın (s.a.v.) öğretme sebebidir.”
İbni Sihab, o da Said
b. Müseyyeb’den bu babda gelen Malik hadisine bakmaz mısın? Nitekim Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kim namazı unutmuşsa,
hatırladığı vakit onu kılsın.”156
(156) Muvatta: 1/14;
Hadis mürsel’dir. Müslim: 309’da bunu mesacid bölümünde: Geçen namazın kazası
ve kazasının erken yapılmasının müstehaplığı babında vasl etmiştir.
Unutmak olayı arab
lisanında, kasten terketmek ya da hatırlamamak manalarına gelmektedir. Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
“Onlar Allah’ı
unuttular, Allah’da onları unutuverdi.”
Yani: Allah’a itaat
etmeyi ve Rasulullah’ın (s.a.v.) getirdikleri şeylere iman etmeyi terkettiler.
Bundan dolayı da Allah (c.c.) rahmetinden onları terkediverdi. işte bunda bir
ihtilaf bulunmaz. Bunu nitekim, Kur’an’ın tevilini azıcık da olsa bilen,
anlamazlık etmez.” şayet:
3Kim uyuyup ya da
unutup namazı kılamamışsa, hatırladığı zaman kılsın”157
(157) Sayfa: 67’de
hadisin tahrici geçmişti.
hadisi niçin sırf bu
hadiste gelmiştirde başka hadislerde yoktur? denilecek olursa; şöyle denilir:
3Uyku ve unutmadan
dolayı bu kimseden günahın kalktığı hakkında yazının kalktığı için, kişide de
bu hasletlerden dolayı kötü zannı ve vehimi ortadan kalksın diye uyuyan ve
unutan kişi has olarak gelmiştir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) ta, bu iki
hasletlerden dolayı kişiden günahın düşmesi ile farzın gerekliliğinin
düşmediğini de açıklamaktadır. Çünkü hatırlandığı zaman namazı yerine getirmek
farzdır. Her iki haslettendolayı -hatırlayınca- vaktin çıkışından sonra bunları
kaza eder, hadiste bu iki hasletin yanında kasten terkeden de delil
getirilmemiştir. Çünkü uyuyan ve unutan da vehim edilen illet bunda
yoktur. Farzın terkedilmesi hususunda (kasten terkedene) bir zöür olamaz.
Hatırlıyorsa amazı kılması vaciptir.
şüphesiz ki yüce
Allah, her ikisinin hükmünün arası ile, vakitlenmiş namaz ve Ramazan ayında
vakitlenmiş orucun arasını Rasulü4nün dili üzerine eşit kılmıştır. Bilakis her
ikisinden birinde bile vaktinin çıkışından sonra kaza etmektedirler.
Dolayısıyla namazını uyku ve unutmadan
dolayı kılamayan nasıl nass edilmişse -bizim vasf ettiğimiz gibi- aynı
zamanda oruç hakkında hasta ve misafirin durumu da nass edilmiştir.158 Ümmette
bunda icma etmiştir.
(158) Muvatta:
1/304’de Malik4in rivayet ettiği gibidir. abdullah b. Ömer şöyle diyordu:
“Yolculuk ya da hastalıktan dolayı iftar eden peşpeşe olmak üzere Ramazan kaza
orucu tutar.3 isnadı sahihtir.
Nitekim “el-Kaffe”
adlı eserde nakledildiğine göre; Her kim -Ramazan orucunun farz olduğunu
bildiği halde- kasten orucu terkedecek olursa -nitekim bunu yapmakla çok şerli
bir iş ve büyüklenme göstermiş olur- sonra da bunlardan dol tevbe ederse o
kişiye bunları kaza yapmak düşer. Namazı kasten terkeden de işte böylecedir.
Nitekim namazını unutan ve yada kasten kılmayan, namazı kaza etme hususunda ve
orucu kaza etme hususunda eşittirler. Her ne kadar günah hususunda (şiddetleri)
farklı da olsa. Malları kasten telef edip cinayetlik yapan ile unutarak yapan
gibi. Bu ikisi eşittirler ancak günah hususunda farklıdırlar. Nitekim bu
türdeki hüküme haccdaki cemrelerin atılması -ki ne kasten ve ne de unutan bunu
vaktinin dışında yerine getiremez, nitekim yerine kanın akıtılması gerekir-
buna hilaftır. aynı zamanda kurban kesmede bu hükmün tersinedir. Çünkü kurban
kesmek farzın gereksinimlerinden değildir. Namaz, oruç her ikisi de farzdır,
vaciptir. Devamlı verilecek, ödenecek, bir borçtur. şayet hem oruç ve hem de
namaz için belirlenmiş vakitleri çıkmış olsa da (kazaları yapılır). Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ın borcu ifa
edilmeye (yerine getirilmeye) en layık olandır.”159
(159) Buhari: 4/169,
170, oruç’da: Kim orucu borcu olarak ölürse babında; Müslim: 1148, oruç’da:
ölümün yerine orucu kaza etme babında; ebu Davud: 3310, Yeminler ve adaklar’da:
“Kişi ölürse ve oruç kazası varsa yerine velisi tutar” babında; tirmizi: 716,
Oruç’da: ölümün yerine oruç tutma babında rivayet etmişlerdir.
Namazı unutarak ya da
uyuyarak kılmayan kişiler vaktinden sonra kılmak için mahzurlu olduklarına
göre, kasten terkeden de, terkettiği için onda günah hasıl olmuş olur. kendisi
kılmasa yine de ondan namazın farzı düşmez. Ona namazı yerine getirmesi
istenilir. Çünkü, namazı kasten kılmayışındaki isyanından dolayı tevbe etmesi,
vaktinde kılamadığı, terkettiği namazlardan dolayı pişmanlığı, o namazı eda ve
ikamet etmiş olduğunu göstermektedir.”
nitekim bazı zahir
ehli kimseler çok şaz görüşler ile, müslümanların yollarından ve müslüman
alimlerin cumhurun hilafına görüşleri ileri sürüp şöyle demektedirler:
“Kasten namazı
vaktinden çıkaran kimse bu namazı başka bir vakitte kılması ona caiz olmaz.
Çünkü o uyuyan ya da unutan kimse değildir. Muhakkak ki Rasulullah (s.a.v.):
“Kim uyuyup ya da
unutup namaz kılamayacak olursa hatırladığı zaman kılsın.”160 buyurmuştur.”
Devamla:
“Kasten namazı
kılmayan dolayısı ile uyku uyuyan ya da unutan kimse pozisyonunda olmamaktadır”
demiştir.
(160) Sayfa: 67’de bu
hadis geçmişti.
Yine şöyle demiştir:
3Kasten kılmayanı bu
ikisi üzerine kıyas etmek caiz değildir. tıpkı avı öldürenin bizlere yeterli
gelmediği gibi.”
Nitekim Cumhur ulemaya
iki meselede muhalefet etmişlerdir. Kendisi, tabiinden bazılarının bu konuda
-müslüman alimler bu rivayetin şaz olduğunu belirttikleri halde- şaz olan
rivayeti musteti etmeyi zanetmektedir. şüphesiz ki kendisi alimlerden delil
getirmekte olup, onlara uymakla memurdur. Dolayısı ile bu zahiri olan zat hem
nazar ve hem deitibara muhalefet etmektedir. Değerli alimler topluluğunda şaz
olarak ortaya çıkmaktadır. Kendisi aynı zamanda bu konuda gittiği usulde
akıllara sahih ve doğru deliller de getirmemektedir.”
Delillerden birisi de
şudur:
3şüphesiz ki namaz;
-tıpkı oruç da olduğu gibi- vaktinden sonra hem kılınır ve hem dekaza edilir. şayet,
kendilrine rucu etmek ve onların yollarından çıkmayı terketmekle- onlardan şaz
olarak emreden ümmet, icma etmiş de olsa, şu gelen hadiste delilden ihtiyaçsız
kalır. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
3Her kim güneş
batmadan ikindinin bir rekatına yetişirse ikindiye yetişmiş olur. Kimde güneş
doğmadan önce sabahın br rekatına kavuşmuşsa sabaha kavuşmuş olur.”161
(161) Sayfa: 75’de
tahrici geçmişti.
Nitekim hadiste de
kasten terkeden unutan kişiden istisna edilmemiştir.
Yine “kaffe” adlı
eserden nakledildiğine göre rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
3Her kim batmadan önce
ikindi namazında bir rekata yetişirse, ikindi namazına tamamını battıktan sonra
kılar.”162
(162) Buhari: 2/32,
Mevakitte: Gruptansonra kim hak dinin bir rekatına kavuşursa babında ebu
Hureyre şöyle demiştir: “Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Sizden biriniz
güneş batmadan önce ikindi namazının bir secdesine yetişirse namazını
tamamlasın...3 hadisi. Buradaki “Secde” rekat demektir.”
Bu da hepsine göre
vakit çıktıktan sonradır. ikindi namazının hepsinikasten kılamayanın, unutanın
ve tefrit gidenin bunu kılması aeli ile, bazısının amel edilmesi arasında bir
fark yoktur. Ne nazar ve ne de iibar açısından da!” Başka bir delil ise şudur:
“Savaşta müşriklerin
dikipte alıkoymalarından ötürü, güneş batana dek öğle ve ikindiyi Hendek günü
ne Rasulullah (s.a.v.) ve ne de ashabı kılmıştır. (Güneş battıktan sonra
kılınmıştır). o gün uyumamış, unutmamış olduğu ve müslümanlarla kafirler
arasında büyük çekişmeli bir savaşda o gün olmadığı halde, öğle ile ikindiyi
geceleyin kılmışlardır.”163
(163) Sayfa: 72’de
tahrici geçmişti.
Başka bir delil de
şudur:
“Rasulullah (s.a.v.)
Hendek günü ayrılınca, Medine’de ashabına:
“Sizden biriniz beni
Kurayza’ya varmadan ikindi namazını kılmasın.” diye buyurmuştur.164
(164) Buhari: 2/314,
Meğazi bölümünde: Hiziplerde Rasulullah’ın (s.a.v.) yeri ve Beni Kureyza’ya
çıkarma yapması babında; Müslim: 1770, Cihad ve Siyer’de savaşta mübadiren
olmak ve iki mutearız olan işin en önemlisiin takdimi babında rivayet
etmişlerdir. Dikkat et! Bu hadis Müslim4in kitabında: Zuhr (öğle) lafzı ile olup Buhari’deki (ikindi)
lafzının yerine gelmiştir. Hafız: “Fetih” adlı eserinde 7/314 şöyle demiştir:
3Bazı alimler bu iki rivayetin arasını bazıları emirden önce olur ihtimalinden
dolayı cem etmişlerdir. Öğleyi kılıyor idi. Bazıları da onu kılmadılar3
demiştir. o namazı kılmayanlara da: 3Hiç biri öğleyi kılmasın” denilmiştir.
Kılana da: “ikindiyi kimse kılmasın3 diye denmiştir. Bazı alimlerde bunu
onlardan bir taifenin olduğu taifeden sonra gitmeleri ihtimali ile cem
etmişlerdir. dlayısı ile ilk taifeye: “Öğle namazı”, ikinci taifeye ikindi
namazı” denilmiştir. Bu ikisi de cem edilir. Bunda bir beis yoktur. ancak
hadisin mahrecinin bir olması uzak düşmektedir. Çünkü şeyhayn’da baştan sonuna
dek tek senetledirler. Dolayısıyla da isnadlarındaki ricalden hepsinin, iki
yönlü olarak anlatılması uzak düşürmüş oluyor...” Daha sonra şöyle demiştir:
“Bana göre zikredilen bu lafızdaki ihtilaf, bazı ravilerin hıfzından
kaynaklanmaktadır...”
Bunun üzerine
mübadiren yola çıktılar. onlardan bazıları sözleşilmiş vakit çıkar korkusu ile
Beni Kurayza4ya varmadan ikindiyi kılarken, bazıları da Rasulullah’ın (s.a.v.):
3Sizden biriniz Beni
kureyza4ya varmadan ikindiyi kılmasın”
kavlindendolayı
güneşin batışından sonra Beni kureyza’da ikindiyi kılmışlardır. Nitekim
rasulullah 5s.a.v.) her iki taifeye de bir şey söylememiştir. üstelik hepsi de
uyanık olup unutmuş dadeğillerdi. Bazıları da vakit çıkana dek tehir etmiş
sonra dakılmışlardır. Bunuda şüphesiz rasululah 5s.a.v.) biliyord ve onlara:
3şüphesiz ki namazı
vaktinde kılmadın, vakti çıktıktan sora kaza edemezsin” de dememiştir.” Başka
bir delil:
“Buda Rasulullah’ın
(s.a.v.) şu kavlidir. “Benden sonra namazlarını vakitlerinin ilerisine tehir
eden idareciler bulunacaktır.” Bunun üzerine (ashab) “onlarla beraber namaz
kılalım mı?” deyince “evet” diye buyurdular.
Bize, Abdulvaris bin
süfyan hadisi tahdis etti. On da Kasım bin Esbağ, onada İshak bin Hasan El-
harbi,Ona da Ebu Huzeyfe Musa bin Mesud, Ona da Süfyan Es-sevri hadisi tahdis
etmiştir.Oda Mensur bin Hilal bin Yessaf’dan , O da Ebil Müsenna El-hansi’den
rivayet edip şöyle demiştir “Bana Ubade
bin Samit in hanımından gelen habere göre Ubade bin Samit şöyle demiştir. “biz
Rasulullah (s.a.v. )ile beraberce oturur iken şöye buyurdular .”Benden sonra
bazı idareciler gelecek .Onları bazışeyler engellecek, taki onlar namazlarını
vakitinde kılmayacaklardırda.” Bunun üzerine (ashab) “Ya Rasulullah
onlarla birlikte namaz kılalımmı? “diye
sorunca Rasulullah (s.a.v.) “Evet” diye buyurdu.”165
(165) Ahmed: 3/314,
315.
Ebu Ömer şöyle
dedi.”Ebu Müsenna el-hansi .Emlüklü olup sika bir ravi ‘dir. “
İşte bu hadiste;
Rasulullah (s.a.v.) vaktinden ileriye namazın tehir edilmesini mübah saydığı
alaşılmaktadır. Nitekim:
“şüphesiz ki namaz
sadece vaktinde kılınır.”
demiştir. İdarecilerin
namazlarını, vakit çıkana dek tehir etmeleriyle ilgili hadisler gerçekten
çokçadır. Beni Umeyye’den olan idarecilerin çoğu cumayı güneşin batma anında
kılarlardı.166
(166) Bak.
abdurrezzak’ın 3Musannaf” adlı eseri: 3792, 3795.
Nitekim Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
3Muhakkak ki tefritçi
ancak, namazını başka bir vakit gelee dek kılandır.”
Bu hadisle öğle
namazının vaktinin, hali hazırda ikindi namazının vaktinin girmediği zaman
olarak tarif etmektedir.
Nitekim bu hadis
birçok sahih yönle yine Rasulullah’tan (s.a.v.) mevcuttur. Bunların bazısını
“El-İstizkar” adlı kitabın başında “vakitler” bölümünde zikrettim.”
abdullah b. Muhammed
b. raşid bize hadisi tahdis etti. Ona da Hamza b. Muhammed b. Ali, ona da Ahmed
b. şuayb en-Nesevi, ona da Suveyd b. Nadr, ona da Abdullah -yani ibnil Mübarek-
hadisi tahdis etti. O da Süleyman b. Muğire’den, o da Sabit’ten, o da Abdullah
b. Rebah’dan, o da Ebu Katade’den, şöyle demiştir:
“Muhakkak ki
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ukuda tefrit olmaz.
Tefret ancak, diğer vakit girinceye dek namazı kılmamaktadır.”167
(167) Sayfa: 68’de
geçti.
şüphesiz Rasulullah
5s.a.v.) bunu yapanı ifratçı diye isimlendirmiştir. Tefritçi ise mazeretli
değildir. özür yönünden tüm alimlere göre uyuyan ve unutan kimse gibi değildir.
Muhakkak ki Rasulullah (s.a.v.) tefritinden az bir bölüm de olsa işleyenin
namazını caiz kılmıştır.
ebu Katade hadisinde
rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
3Yarın gelince,
vaktinde namazı kılsın.”168
(168) Müslim: 681,
Mesacid bölümünde: Geçen namazın kazası hakkında babda rivayet etmiştir.
İşte bu; hatırlamada
ve hatırlamadan sora namaz için ifratçının eda etmesi hususunda en geniş ve en
açık kavildir. şüphesiz ebu Katade’nin hadisinin isnadı sahihtir. ancak
manasına, İmran b. Husayn’nın seferde Rasulullah’ın (s.a.v.) uyuyup sabah
namazına kalkamayışı hakkında rivayet ettiği hadisi muarız olmaktadır. Bunun
üzerine ashab:
için namazı kılmayalım mı? Ya Rasulallah!”
deyince, Rasulullah (s.a.v.):
3Hayır. Muhakkak ki
Allah (c..) size riba’den (farzdan) alıkoymayıp sonra da onu sizden kabul
etmez.”169
(169) ahmed: 4/441;
Hadiste Hasan el-Basri4nin ananesi bulunup, bu Mecma ez-Zevaid: 1/322’de,
Taberani’nin “Evsat3 adlı eserindeki rivayettendir.
Nitekim bunun benzeri,
Rasulullah’tan (s.a.v.) Ebu Hureyre hadisinden de rivayet edilmiştir.170
Bunların hepsinin isnatlarını biz “Tevhid” adlı eserde zikrettik.
(170) Müslim: Rakam
680; mesacid bölümünde: Kaçan namazın kazasının müstehipliği ve kazanın acele
edilmesinin müstehaplığı babında; Nesai: 1/298, Mevakid: Namazı kaçıran nasıl
kaza eder babında; ahmed, müsnedinde: 2/428, 429.
Abdurrahman b. Alkame
Es-Sekafi -kendisi ashabtan zikrolunmuştur- rivayet edip dedi ki:
“Sekif topluluğu
Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına geldiler. Ona sorular sormaya başladılar. O
zamanda öğleyi ikindi ile beraber olmadan kılmamıştır.”171 İşte bundaki en az
olan 5miktar), içinde meşguliyeti, işi vs. olduğundan dolayı, kıldığı namazın
vaktinden tehir edilişidir. abdurrahman b. Alkame’de tabiin’in sikalarından ve
büyüklerindendir.
(171) Nesai: 6/279;
umri bölümünde: Kocasının izni olmadan kadının bir atiyye vermesi babında;
ishak b. Rahaveyh, Yahya El-Hamaniy, ebu Davud et-Tayalisi, 3Müsnetlerinde” Ebu
Huzeyfe, o da abdulmelik b. Nesir, o da abdurrahman b. Alkameden gelen yollarla
rivayet etmişlerdir. ebu Huzeyfe ve abdulmelik mechul kimselerdirler.
“şüphesiz alimler;
namazı kasten vaktinden çıkarıp da kılmayanın Allah4a bir asi kul olduğunda
icma etmişlerdir. Bazıları da bunun büyük güahlardan biri olduğunu söylemiş,
asi olanın günahından dolayı pişman olması ve tevbe etmesi, ve daha dönmemeye
itikad etmesinin gerekli olduğu hususunda icma da etmişlerdir. Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
3topluca yüce Allah4a
tevbe edin ki felaha ulaşasınız.” (Nur: 24/31)
Her kim Allah4a ya da
kullarına hakkı gerekli kılıyorsa, ondan çıkması o kişiye gerekli olur. Nitekim
Rasulullah (s.a.v.) Allah’ın hakkını insanların haklarına benzetmiştir ve:
“Allah’ın hakkı ifa
edilmeye en layık olandır.” diye buyurmuştur.”172
(172) Sayfa: 84’de
geçti.
Ne acayiptir ki: Bu
zahiri olan kişin nakz ettiği bu (yanlışının) aslı onun cealetinden ve şazlara
olan sevgisinden kaynaklanmaktadır. Gerçek ashabı, icma ile farizalardan vacip
olan konu hakkında: “Ancak bu misli gibi bir icma ile düşer ya da kabul edilmesinde ihtilaf
bulunmayan sabit sünnet ile düşer. Nitekim beş vakit namaz icma ile vaciptir
(farzdır). Sonra dadeğerli alimlerin görüşlerinin dışında bazı şaz olan
ihtilaflar türedi. Bunu da, bu konuda sünnetten rivayet edilmeyen (asılsız
sözler) takip etti. Bu da, vücubiyetinde icma edilen bir farizayı ortadan
kaldırma, aslını nakz etme yoluna giriverdi ve kişi de nefsini unutu verdi.”
Sonra da şunu
zikretmiştir:
“şüphesiz Davud ve
arkadaşlarının mezhebinde: Kişi kasten namazı kaçıracak olursa o namazın
kazasını yapması vaciptir.” Sonra da:
“İşte bu Davud’un
görüşüdür. işte bu zahirilerde bir yöndür. Ben o zahiriyi halef ve selefin
mezhebinin cemaatından çıkmış olarak görüyorum. aynı zamanda bu kişi fakihlerin
topluluklarına da (bu görüşleri ile) ihtilaf etmektedir, onlara şaz
düşmektedir. Nitekim kişi ilimden şaz olanları almakla ilimde önder olamaz.
Kendisi kitabında, sahabe ve tabiin’den bir selefin olduğunu vehm etmiştir ki
bu da ondan kayaklanan bir cehaletten başkası değildir. Nitekim İbni Mes’ud’dan
da, Mesruk’dan ve ömer b. Abdulaziz’den, Yüce Allah’ın:
“Namazı zai ettiler.”
(Meryem: 19/59)
ayeti hakkında bunun
namazı vaktinden tehir etmek manasında olduğunu, aksi taktirde namazı
terkederlerse kafir olacaklarını173 onlardan da zikretmiştir. Nitekim kendisi,
kasten namazı terkedenin tekfirine dair bir söz söylememiştir. Eğer namazın
ikametini yapmadığı zaman. aynı zamanda namazı o ikrar ediyorsa onu öldürmeyi
de gerekli kılmamıştır. şüphesiz onlara muhalefet etmiştir. öyleyse onlara
nasıl delil getirileek? Bilinen şu ki: Namazı kaza yapan kimse namazın zai
olmasıdan datevbe de bulunmuş olmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“şüphesiz ki Ben,
tevbe edip, iman edecek ve salih amel işleyecek sonra da hidayet üzere olacak
kimse için çokça bağışlayayım.” 5Taha: 20/82)
Namazı zai edenin
tevbesi ancak eda ettiği vakit sahih olur. Tıpkı insanın borcunun ancak eda
edilmesi ile sahih olacağı gibi. Her kim namazı kaza etse sonra da ifrat etse o
(namazında) ve sonra da tevbe etse ve salih amel işlese, şüphesiz ki allah
(c.c.) iyilik işleyenin ecrini asla zai etmez.”
(173) tahrici
geçmişti.
Selman’dan şöyle
dediği zikrolunmuştur:
3Namaz bir terazidir.
Her kim ifa etse ona da ifa edilir. Her kimde azaltırsa o zamanda siz
mutaffifin suresind yüce Allah’ın neler buyurduğunu bilmektesiniz.174 Bu da
hakkında hücceti olmayandır. Çünkü manasının zahirinde mutaffif (eksik yapan);
bazen namazının, rüküsunun, secdesinin, hadlerinin kemalatını yapmayan kimse
olarak anlaşılmaktadır. şayet vaktinde kılsa bile.”
(174) Taberi tefsiri:
16/74’de zikretmiştir.
İbni ömer’den (r.a.)
zikrolunduğuna göre şöyle demiştir:
3Namazı vaktinde
kılmayanın namazı yoktur.”175
Biz de:
3Kamil cüzleri ile
namazı yoktur” deriz. Hadiste geldiği gibi:
“Mescidin yanındaki
komşu (ev halkı için) sadece mescitte kılınan namaz vardır.”176
Başka bir hadiste ise:
3emaneti olmayanın
imanı yoktur.” buyurulmuştur.177
(175) abdurrezzak
Musannıf: 3750’de Sevri, o da ebu Nasr, o da Salim b. ebil cad, o da Selman’dan
rivayet etmiştir.
(176) Beyhaki: 3/257;
Darekutni: 1/161; ebu Hureyre hadisinden rivayet etmiştir. İkisinin isnadında
Süleyman b. Davud Yemani vardır. Buhari ve Ebu Hatim’in dediği gibi onun
hadisleri münkerdir. Buhari şöyle dedi: 3Ben kime münkiril hadis dersem onun
rivayeti helal olmaz.3 Darekutnide de Cabir hadisinden rivayet edilmiştir.
isnadında Muhammed b. şikkin vardır kendisi zayıftır. Bu yüzden de ibni Hacer
“Telhis” adlı eserde sayfa: 123’de: “Mescidin yanındaki komşu sadece
mescitte...3 ile ilgili hadisin insanlar arasında meşhur olduğunu ve zayıf
olduğunu bunu sahavi4nin de: 3Mekasid” adlı eserinde: İsnadları zayıftır”
dediğini” belirtmiştir.
(177) Sayfa: 81’de
geçmişti.
Her kim namazı kaza
ederse şüphesiz onu kılmış demektir. Terki ile amelini unutmasından da tevbe
eder.” İşte bu manada zikrolunanların hepsi sahih değildir. onun bunda hiçbir
delili de yoktur. çünkü zahiri tevil ettiklerinin tersine olmaktadır.
Fasıl
Vaktinden sonra
sıhhatini ve kabülünün men edenler şöyle demişlerdir:
“şüphesiz siz
yıldırımları kopartıp şimşekler çaktınız 5ateş püskürttünüz)!
anlattıklarımızda, selef mezhebinden naklettiklerimizde ve delillerimizde
insaflı yönden bunlara davranmadınız.
şüphesiz ne biz ve ne
de başka islam ehlinden olan asla: 3Muhakkak ki namazın vaktinin çıkışı ile
namazın düşeceğini ve celbettiklerinizle de bize celbetmeniz, ayıbınızı da
üzerimize ayıplamanıza dek bu (namaz) vacip olarak da geriye kalmaz” sözünü
söylemez. Bilakis bizim ve hikaye ettiğimiz sahabe ve tabiin sözleri, namazı
tehir eden ve kaçırandiye belirtilen sözlerinizden daha şiddetlidir. Çünkü
kesin olarak akıbeti belirir. Sonra da tevbe hariç bunu tedarik etmeye bir yol
olmamakta ve günah lekesine ve istinaf ameline bulaşmaktadır.
Nitekim biz
redetmenize hiçbirçıkar yol bulunmayan delilleri zikrettik. Eğer red edecek bir
yol bulmuşsanız o zaman ilminizi konuşturun. Hani nerede? ve kiminle birlikte?
Muhakkak ki maksad sadece Allah’a ve Rasulüne itaat etmek getirdikerini dered
edilecek olanları açıklayacağız. Sizin:
“Güneşin doğmasından
sonra kıldığı namazdan ötürü ibni abbas’ın sevinmesi. Çünkü bunu, Rasulullah4ın
(s.a.v.) ashabına ve diğer ümmetine, allah4ın kullarına -şayet vakitlenmiş de
olsa- vaktinde kılamayanın kaza etmesine, unutarak olsun uyumuş olsun ya da
kasten terketmiş olsun 5kaza) edip kılacağına birer muradının olduğunu
öğretmesine bir sebebin olduğunu” söylediğiniz sözünüz; şüphesiz bunu ibni
abbas’ın kesin olarak böylece dilediği sizin varsayımlarınızdır. Bilinen şu ki;
ibni abbas’ın sözü, bu delalet yönlerden hiç birisine uymamaktadır. Ou anımsatmaz
bile. Üstelik İbni abbas’ın bundan dolayı sevinmesi Rasulullah (s.a.v.) ve
ashabı ile beraber namaz kıldığı, onların yaptığı gibi yaptığı, sahabelere
gelen ecir nasibi gibi kendisine de ecrin gelebileeği için çokça sevinmiş de
olabilir! Bu namazında böyece olduğunun has kılınmış olması, işitecek kimsenin
bu namazınkuşluk olduğuna dikkatleri çekmektedir. Dolayısı ile güneş doğduktan
sonra namaz kılndı. Nitekim bunun nakis bir namaz olduğu, onda ecrin
bulunmadığı zannedilemez. 3Ne dünya ve ne de içindekiler beni bunun kadar
sevindirmiştir” sözünden de, sizin İbni abbas’tan anladığınız bu fehimden
(anlayıştan) daha evlada değildir. Belki de bununla, uyuyup ta namazını
kılamayan, tehir etmede ifrata kaçmayan hakkında ümmetin uyması için, Allah’ın
rahmetinden olduğunu kastetmiştir. Öyleyse onun, bundan dolayı sevinmesi
hakkındaki sözü, nasıl olurda namazı kılmayana, kasten gece namazını gündüze,
gündüz namazını da gece vaktine tehir edenin yaptığı bu fiilinin ondan sahih
olacağına, kabul edilih zimmetinin de beri olacağına delalet edebilir?
Bunların, ibni
abbas’ın sözünden anlaşılması, en hayretle karşılacak bir meseledir.
Dolayısıyla onun sözünden sizin böylece algılamanızın nasıl türediğini ve hangi
yollarla böylece anladığınızı bize haber verin?
Fasıl
Sizin: “şüphesiz ki
unutmak arap lugatinde terketmek manasına gelmektedir. Yüce Allah’ın buyurduğu
gibi:
“Allah4ı unuttular,
allah ta onları unuttu.” (Tevbe: 9/67)
vs. diye” sözlerinize
gelecek olursak; Evet! Allah’ın verdiği ömür hakkı için diyorum ki: unutmak
Kur’an4da iki yönde olmaktadır. Terk olan unutmak ile sehv olan unutmak. ancak
hadisi kastenterk manasındaki unutmaya haml etmek dört yönle batıldır:
1- Rasulullah (s.a.v.)
“Hatırladığı vakit
kılsın”
diye buyurmuştur. Bu
da gösteriyor ki, buradaki hatırlama kavramı sehv manasındaki hatırlamadır.
Kasten unutma manasında asla değildir. aksi taktirde hadis: “Hatırlayacağı
vakit” şeklinde olur ki bu kelamda da bir fau’de yoktur. Dolayısı ile unutmak
hatırlama ile kabul görürse ancak sevh unutması olur.
Ayette buyrulduğu
gibi:
“Unuttuğun vakit
Rabbini hatırla!” (Kehf: 18/24)
Hadiste ise şöyle
buyurulmuştur:
“Unuttuğum zaman bana
hatırlatın.”
(178) Buhari: 3/75,
Sehv’de: Beş rekat kıldığı zaman babında; Müslim: 572 Mesacid: Namazda sehv ve
bundan dolayı secde etme babında rivayet etmişlerdir.
2- Rasulullah
(s.a.v.):
“Bunun keffareti,
hatırladığı zaman onu kılmasıdır.”
diye buyurmuştur.
Malumdur ki: Kim kasten namazı terkedecek olursa, vakitten sonra kaçırma günahı
ondan kefaret olmaz. işte bunda ümmet arasında bir ihtilaf yoktur. Nitekim bunu
Rasulullah’a (s.a.v.) nisbet etmek caiz değildir. öyleki; hadisin manası: Kim
namazı kasten vaktinden çıkana dek terkedecek olsa, günahının kefareti vakitten
sonra kılacağı namazdır” diye kalıverir. işte bu büyük kavlin şenaati sizin
bize: “Fayda vermez, kabul olunmaz” diye söylenilen bizim şenaatimizden daha
büyüktür. Öyleyse bu sözlerinizin neresinden gelmektedir?
3- Hadiste unutan
uyuyana mukabil gelmiştir. işte bu mukabele bunun sehv yapan olduğunu da
gerektirmektedir.şeriat ehlinin bir cümlesinin dediği gibi:
“Uyuyan ve unutan da
sorumlu tutulmazlar.”
4- şari olanın
kelamında unutan kişiye bazı hükümler ta’lik edildiğinde, onun maksadı sehv
yapan olmamaktadır. İşe bu kelamının tümünde bu kuralla gelmektedir:
“Kim unutarak yer ya
da içerse orucuna devam etsin. Çünkü Allah (c.c.) onu yedirmiştir.”179
(179) Buhari: 4/135,
Oruç’ta: oruçlu unutarak yer ya da içirse babında; Müslim: 1155, oruç’da:
unutanın yemek yemesi, bir şey içmesi ve cima etmesi orucunu bozmaz babında;
Tirmizi: 721; Ebu Davud: 2398’de rivayet etmişlerdir.
Fasıl
Sizin: “Yüce Allah her
ikisinin de hükmünü eşit, benzer kılmıştır. Yani; Rasulü4nün dili üzere; kasten
kılmayan ve unutarak kılamayanla vakitlenmiş namazın ve ramazan ayında diye
vakitlenmiş orucun arasını benzer kılmıştır. öyleki her ikisinde de vakit
çıktıktan sonra da kaza edilir. Dolayısı ile namazını uyku ya da unutmadan
dolayı kılmayan nasıl nass edimişse -bizim vasf ettiğimiz gibi- aynı zamanda
oruçta da hasta ve misafirin durumu da nass edilmiştir. ümmette bunda icma
etmiştir.
Nitekim “El-Kaffe”
adlı serde nakledildiğine göre: Her kim -Ramazan orucunun farz olduğunu bildiği
halde- kasten orucu terkedecek olursa- ki bunu yapmakla çok şerli bir iş ve
büyüklenme göstermiş olur. Sonra da bunlardan dolayı tevbe etse, o kişiye
bunları sonuna dek kaza yapması düşer” ile ilgili kavlinize bazı yönlerle cevap
verilir. Bunlar:
Sizin: “muhakkak ki
Allah (c.c.), kasten terk edenle unutanın arasını eşit kılmıştır” diye
söylediğiniz sözünüz mutlak olarak batıldır bir defa! asıl olarak yüce Allah’ın
kasten terkedenle unutanın arasını eşit kılmasında bizim bu kasten terkeden
hakkındaki kelamımızda bir defa o: Son derece tefritte bulunan ifratçı ve
günahkar bir asidir” demektir. öyleyse namaz ve oruçta bu ikisinin hükmü
arasında Allah’ın vereşitlik nerede bulunmaktadır?
aynı zamanda sizin:
“Vasfettiğimiz gibi, uyuyan ve unutan hakkında nasslaşmıştır” sözünüze gelecek
olursak; Namaz da zikredilen unutkanlık geçmişti. Bunu hangi yönle olursa olsun
ahde hamletmek sahih omaz. aynı zamanda hadiste nass olarak beliren, uykunun
bir benzeri olan sevih unutkanlığıdır. Kasten terkedene burada arz olunmaz.
Oruçta, misafirin ve hastanın üzerine nass olmasına gelince; eğer her ikisi de
kasten oruçlarını bozacak olurlarsa da namazdaki kasten bırakma hükmü gibi bun
değerlendirmek mümkün olamaz.
Allah ve Rasulü’nün,
namazı kasten ve şerli olarak vaktinden çıkanadek terkeden ile, hastalık ya da
yolculuktan dolayı orucu terkedenin arasını -ta ki öbürü ötekisinden hükmünü
alana dek- eşit kılmamışlardır. Hastalık ya da yolculuktan dolayı orucun
ertelenmesi tıpkı uyku ya da unutmadan dolayı namazın tehir edilmesi gibidir.
İşte bu ikisinin hükmünü Allah ve Rasulü eşitlenmiştir. Misafir ve hasta
hükmünü oruçta, yüce Allah mazeret olarak kılmıştır. Rasulullah (s.a.v.) ta
uyku ya da unutmasından dolayı namazı kılamayanı bu konu da mazeretli
kılmıştır. Her ikisinin hükmünü de oruç ve namazda eşit kılmışlardır. Lakin
kasten ve ifratı ile günah işleyen kişinin hükmü nerede? Mazeretli olan hasta,
misafir unutan ya da uyuyanın hükmü nerede?
İşte bu da gösteriyor
ki orucun hastalık ile bozulması, bazen vacip olup oruç tutması haram bile
olabilmektedir. Yolculuktan dolayı bozulması da; selef ve halef’ten bir taifeye
göre vacip olmaktadır. Onlardan başkalarına göre ise; bozmak (bu merhalede)
oruç tutmaktan daha faziletlidir ya da her ikisi de eşittir. Veyahut
başkalarına göre; Eğer zorlanmıyorsa oruç tutması bozmasından daha
faziletlidir. Dolayısı ile tüm bu açıklamalara göre; namaz ve orucu kasten
terketme, ve düşmanlık gösterme ilhakı, ilhakların en fasidi ve kıyasın en
batıl olanıdır. işte bu konu bütün alimler indinde de gözden kaçmaz bir
meseledir.”
Aynı zaman da sizin:
“Ümmette bunda icma etmiştir.” Nitekim “El-Kaffe” adlı eserde nakledildiğine
göre:
“Her kim Ramazan
ayında kasten orucu tutmazsa -ki çok şerli bir iş işlemiş ve büyüklenmiş olur-
sonra da tebe ederse, o kişiye kaza etmesi düşer” diye söylediklerinize,
gelince size şunları söylemek gerekir:
“Bize öyleyse
sahabelerden bu sözü söyleyen on tane sahabe bulun. Nitekim bunlardan birisi
bile bunu söylememiştir, ona varacak bir yolda bulamazsınız. şüphesiz imamlar
da bunu red etmiştir.
imam-ı şafii, ahmed b.
Hanbel ve başkaları bu ilim elde edilmeyen icmaları, hilafla olduğunu,
ihtilafın olmamasındaki ilimle olmadığı söylemişlerdir. şüphesiz ki bunda,
sadece Rasulullah’ın (s.a.v.) getirdiklerinde zaruri olarak bilinen şeyler
hariç, buna bir çıkar yol yoktur. şeri delillerin kendisine ikame olduğu
sşeylere gelinecek olursa; bunu diyenin ilmi yeterli olmadığı için, bunun
hükmünü nefyetmesi caiz değildir. Çünkü delilin medlulüne tabi olması vaciptir.
Bunu söyleyenin ilminin olmayışı, olmayan bir yöne muarız olması sahih
değildir. işte bu; kendilerine uyulan bütün imamların yoludur işte.”
Oğlu olan abdullah4ın
rivayeti ile ahmed b. hanbel şöyle demiştir:
“Kim icmayı iddia
etmişse (bu konuda) o yalancıdır. Nitekim insanlar ihtilaf etmişlerdir (belki)!
işte bu, murisi ve sağır olanların davetidir.” Lakin şöyle demiştir:
3tebliğ edilmediğinden
insanların ihtilafını bulmemekteyiz.” Mervezi4nin rivayetinde ise:
“Bir insanın 5bunda
icma ettiler” demesi nasıl caiz olabilir ki? Dolayısı ile ben onların “İcma
ettiler” dediklerini işe onları azarlamaktayım. Keşke: “Ben bunda muhalif bir
kimse bilmiyorum” dese idi. Nitekim bu daha doğrudur” demiştir.
ebu Talib4in
rivayetinde de şöyle demiştir:
3Bu yalandır.
İnsanların (bu konuda) icma ettiklerini bilmiyorum” demiştir ve devamla:
“keşke: “Ben bunda bir ihtilaf bilmiyorum” desin. işte bu insanların icma meselesi
hakkında en güzel sözdür.”
ebul-Haris’in
rivayetinde de şöyle demiştir:
3Hiç kimsenin icma
olduğunu söylemesi yaraşır bir iş değildir. Belki insanlar ihtilaf
etmişlerdir.” Muhammed b. Hasan’a münazarası esnasında İmam-ı şafii şöyle
demiştir:
3Hiçbir kimsenin
beldelerden ima ettikleri bilinene dek “icma ettiler” demeleri doğru değildir.
Onlardan, evlerini inleten sözlerden de kabul olunmaz ve sadece bir cemaatin
bir cemaatten haberi ancak yakın olur.3 (Sonra da) bana: “Bu gerçekten çok dar
bir konudur” deyince, ben de ona: “Nitekim bu, darlığına rağmen mevcut da
değildir” dedim.
Başka bir yerde ise
şöyle demiştir:
“şüphesiz bu konudaki
icma meselesinin zayıflığı ortaya çıkmış bulunuyor. Münazara eden kişide bu
istemiş olduğu konularda aciz olduğunu görünce, münazara eden ona:
“Bunda icma var
mıdır?” dedi. Bende: 3Evet. Elhamdülillahi Kesiran. Bilinmezliği olmayan bütün
farzlar işte bunda icma vardır. Nitekim senin: “insanlar icma ettiler” dediğin
zaman icma bu manaya gelir. Hiç kimseyi de sen, sana: “Ben icma değildir”
diyeni bulamazsın. İşte bu, icmanın olduğunu doğrulayan kimsenin yoludur.”
Sonra da münazarasında
hikaye ettiğine göre, uzun sözümü söyledikten sonra şöyle devam etmiştir:
“şüphesiz
Rusulullah’tan (s.a.v.) sonra hiçbir kimse bu konuda bir icma belirtmedikleri
halde, hiç kimsede bunda ihtilafa girmediği halde nasıl olurda senin zamanında
bu icma olabiliyor ve bu (icma olmadığı halde) icma demenin ayıbı nasıl sana
yeterli gelecektir?” Münazara edende: şüphesiz bu sizden bazılarınızın
iddiasıdır” dedi. Bende: “Kendisinden idda edileni sen de övdün mü?” dedim. O
da: “Hayır” dedi. Bende: “Öyleyse delillerin çoğu çürüttüğü halde, senin bu
konuya girip -yolunda icmanın olmayacağı belli olduğu halde- nasıl da bu konuya
giriverdin? Nitekim icmanın iddiasını terketme de (geçmişti)?! Dolayısıyla sen:
“Bu icmadır” dediğin vakit kendi içinde de görüş açısını iyi yapmamış olursun.
aynı zamanda sen yanıbaşındakilerin: “Allah bunu icma etmekten korusun”
diyenleri bile duyarsın” dedim.”
İmam-ı şafii
3Es-Risale” adlı eserinde:
“İçinde ihtilafın olup
olmadığını bilmediğimiz konularda icma olmaz” demiştir.
İşte bu icma meselesi
hakkında, ilim ehlinin önderlerinin söyledikleri sözlerdir gördüğün gibi.
Dolayısıyla maksada dönecek olursak deriz ki:
“Rasululah’ın (s.a.v.)
ashabından:
“şüphesizki kim kasten
vakti çıkana dek namazı özürsüz terkederse, o kişiye vakitten sonra kılması
fayda verir, zimmeti hem kabul edilir ve hemde beri olur?” diyen kimdir acaba?
Allah’a yemin olsun ki Allah (c.c.); Bizlerden ashaptan bir kimsenin bile bunu
söylemediğini, açıkça söylediğimizi bilmektedir.
Nitekim biz öncede
hikayeleri geçtiği gibi sahabe ve tabiin’den (bu konu ile ilgili görüşlerini)
nakletmiştik. şüphesiz Hasan-ı Basri de söylediklerimizin aynısını açıkça
belirtmiştir.
Muhammed b. Nasr
El-Mervezi “Namaz” adlı kitabında şöyle demiştir:
3Bize İshak hadisi
anlattı. Ona da Nadr hadisi anlattı. O da Eşas’den, o da Hasan’dan, şöyle
demiştir:
3Kişi kasten tek
namazı terkedecek olursa onu kaza edemez” Muhammed dedi ki: “Hasan’ın bir sözü
iki manaya gelmesi muhtemeldir:
1- Kasten namazı
terkettiği için küfrüne haml etmiştir. Bu yüzden de kaza etmesini gerekli
görmemiştir. Çünkü kafir, küfrü anında farzlarda terkettiklerini kaza yapmakla
emrolunmamıştır. 5Tevbe hariç hiçbir şeyi kabul edilmez).
2- Namazı terketmesi
ile onu tekfir etmediği ihtimali. Kendisi yüce Allah’ın sadece belirli bir
vakitte namazı kılmasını emrettiğini belirtmiştir. Dolayısı ile vakti çıkana
dek onu terkederse, yerine getirmekle memur olduğu namazı vaktinde kılmadığı
için -farzı terkettiği için- günah kazanmaktadır. öyleyse vaktinden sonra bunu
kılacak olursa, o zaman emredilmemiş bir vakitte namazı kılmış olur. Nitekim
emredildiği halde, bu kimsenin emrolunmayan bir vakitte bu namazı yerine
getirmesi ona fayda vermez. Bu görüşte bakıldığı zaman hiç de karşı çıkılacak
bir görüş değildir, şayet alimler bu tersine icma etmemişlerse de.” Dedi ki:
“Bu yolda giden kimse;
vakti çıkana dek unutanda ve uyuyandada şayet Rasulullah’tan (s.a.v.):
3kim namazı unutarak
ya da yatarak kılamıyacak olsa uyandığı vakit kılsın.”
hadisinin haberi
gelmemiş olsa (o zaman başka). Fakat bunun gelmesi ile burada öğle namazını
kılmayıp uyuyan kişiyi zikretmiştir. Nitekim bu namazı -bakışta kaza yapması
gerekli olduğu halde- vaktin çıkmasından sonra kaza yapar. Rasulullah’tan
(s.a.v.) böylece bir haber geldiğinden dolayı bu kişinin kaza yapması vaciptir.
5Başka), görüş açıları da iptal olmuş olur. Muhammed’de bunun hilafını açık
olarak nakletmiştir. Kendisi bu ümmetin hilafına icma ettiklerini de
zannetmektedir. Nitekim bu daiki manaya muhtemeldir:
1- İcma’nın ihtilaftan
icmayı bozacağını öngörmemektedir. Nitekim bu iki mesele hakkında da bilinen
ihtilaflar mevcuttur.”
“şayet haber (hadis)
olmasaydı kıyas uyuyan ve unutanın kaza etmemesini gerektirirdi” ile ilgili
sözüne gelecek olunursa, işte bu sizin zannettiğiniz gibi değildir. Çünkü
uyuyanın ve unutanın vakti onların hatırlama ve uyanma vakitleridir. Nitekim
önce de geçtiği gibi onların başka vakitleri olmaz. Allahu Alem.
Sizin: “Kaffe” adlı eserde
nakledildiğine göre: ümmette; her kim Ramazan orucunu tutmazsa -büyüklenerek ve
şerli olarak- o kimsenin kaza etmesinin hakkında icma ettikleri söz konusudur”
ile ilgili sözünüze gelecek olursak: “Bunun hakkında gelennakiller de nerede
öyleyse. Nitekim Rasulullah4ın (s.a.v.) ashabından birçok gelen (aksine olarak)
rivayetler mevcuttur.”
Ehli Sünen’in ve
Ahmed’in “Müsned”indeki Ebu Hureyre’den rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
“Her kim özürsüz
Ramazan’da bir orucu bozarsa, oruç tutsa da bütün senenin orucu bozarsa, oruç
tutsa da bütün senenin orucu ondan kaza etmez.”180
(180) Sayfa: 78’de
geçti.
Bu rivayet bilinen bir
rivayettir. öyleyse:
“Kim Ramazanı bozarsa
ya da bir bölümünü tutmazsa onun misli gibi tutması ona yeterli olur” kavli ile
ilgili Rasulullah’tan (s.a.v.) ya da ashaptan gelenrivayet de nerededir?”
Sizin:
“şüphesiz ki namaz da
oruç ta ebedi olarak eda edilmesi gereken bir sabit borçtur. Dolayısı ile
taktirlenmiş vakitten bu iki fariza çıkacak olursa, Rasulullah’ın (s.a.v.) şu
hadisinden dolayı (kaza edilir).”
“Allah’ın borcu ifa
edilmeye (yerine getirilmeye) en layık olandır.”181
(181) Bak. Tahrici
sayfa: 84’de geçti.
ile ilgili sözünüze
gelecek olursak bizler de bu delilin iki mukaddime olarak bina ederiz” deriz.
1- şüphesiz ki namaz
ve oruç, bunları kasten terkeden kimsenin zimmetinde sabit birer borçtur.
2- Bir defa bu borç
eda edilmesine mukabil olup, dolayısı ile eda edilmesi vaciptir.
İlk maddeye
(mukaddime’ye) gelcek olursak; bu daha evla olup bunda bir ihtilaf yoktur.
Hiçbir ilim ehlinin de, tehir etmesi sonucu kişinin zimmetinden bunun
düşeceğini söylediğini bilmemekteyiz.
Sizlerde her halde
bizim böylece söylediğimiz vehmine kapıldınız. Bizlere de çirkin davrandınız ve
kötülülükte bulunmaya çalıştınız. Bizler bunu böylece söylemediğimiz halde ve
hiçbir ilim ehli de bunu böylece kastetmedikleri halde.
ancak ikindi
mukaddimeye gelecek olursak, işte ihtilaf konusu bunda vakidir. Nitekim
sizlerde buna birer delil ikame edemediniz. Buna getirdiğiniz iddialarda tıpkı
aynısı ile tartışma konularına çağrış yollarından olup, bunları delilin
mukaddimelerinden (baş maddelerinden) kıldınız. Kendisi ile hükmüde ispat
ettiniz. ancak tartışmış olduklarınız da şunları söylemektedirler:
“Bu kaçan namaz
vaktini kişinin bunu tedarik etme yolu mükellef için kalmamıştır. Muhakkak ki
allahu Teala bu hakkı (farizayı) ancak vaktinde ve kılındığı sıfatı ile eda
edildiği zaman kabul eder. Muhakkak ki onlar bunun üzerine işittiğiniz delilleri ikame etmektedirler. Öyleyse
namazın şer’an mahdutlanmış vaktinin dışında bunu eda etmenin ve vaktini
çıkışından sonra bunun yine ibadet oluşunun da bulunduğunu (söylemenizle) bu
edanın hakka kabil delili de nerededir acaba?” Rasulullah’ın (s.a.v.):
“Allah’ın (borcunu)
kaza edin. Muhakkak ki Allah’ın (borcu) yerine getirilmeye en layık
olandır.”182
(182) Geçmişti.
kavline ve:
“Allah’ın borcu ifa
edilmeye en layık olandır”
kavline gelecek
olursak; bunu bir defa ifratçının değilde mazeretli olaın hakkınnda
buyurmuşlardır. Bizlerde deriz ki:
“şüphesiz ki bu borç
kaza yapılmaya kabildir. Aynı zamanda Rasulullah (s.a.v.) bunu iki taraf
hakkında da sınırlanmış bir vakti olmayan mutlak adak hakkında söylemişlerdir.
“Sahihayn”da ibni
abbas’tan gelen bir rivayet şöyledir:
“Bir kadın: 3Ya
Rasulallah! Muhakkak ki annem vefat etmiş olup üzerinde adak orucu (borcu)
vardı. Onun yerine tutayım mı?” deyince, Rasulullah (s.a.v.):
“Annenin üzerinde
borcu olmuş olsaydı ve senkaza etmiş olsan ondan da bunun eda edildiğini
sanarmısın?” kadın da:
“Evet” dedi. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Annenin orucunu tut.”
buyurdular.183
(183) Bu hadisin
yollarını ve rivayetlerini bilmek için bak. sayfa: 84 ve 97.
Bir rivayette
şöyledir:
3Bir kadın denizde (gemi ile) giderken. (Boğulmadan
dolayı) eğer Allah (c.c.) onu kurtaracak olursa bir ay oruç tuacağına dair adak
adadı. Allahu Teala’da onu korudu ve kadın orucu ölene dek tutamadı. Sonra bu
kadının bir akrabası Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına gelip bunu zikretti ve
Rasulullah (s.a.v.):
“O kadının yerine
orucu tut.” diye buyurdular.”184
(184) Nesai: 7/20,
Yeminler ve Nüzür: Kim oruç tutmak için adak adasa sonra da oruç tutmadan ölse
babı; ebu Davud: 3308, Yeminler ve adaklar4da: Ölüden adak kaza etme babında
rivayet etmişlerdir.
Bunu sünen Ehli
rivayet etmiştir. Aynı zamanda Rasulullah’tan (s.a.v.) geldiği üzere bu borcun
kazası, -vaktinde yapılması caiz olan hacc da- ancak ömrün son bulması ile
olacağıdır.
“Müsned”de, “Sünen”de
abdullah b. Zübeyr’den gelen rivayette şöyle demiştir. Haşam (kabilesinden) bir
adam Rasulullah’a (s.a.v.) gelip:
3Babam şüphesiz
İslam’akavuşmuş olup kendisi çok yaşlı oluşundan bineğine binmeye gücü
yetmemektedir. Hacc ise kendisine farzdır. Onun yerine hacc edeyim mi?”
deyince, Rasulullah (s.a.v.):
“Sen onun en büyük
çocuğu musun?” diye buyurdular.
O da: “Evet” dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Babanın bir borcu
olsa ve sende onu kaza etsen sence bu ona yeterli gelir mi?” diye buyurdu.
O da: “Evet” dedi.
Bunun üzerine:
“Onun yerine hacc et”
diye buyurdular.”185
(185) ahmed: 4/5;
Nesai: 5/117, 118, Hac bölümünde: Hacc kazasının borç kazasına benzetilmesi
babında; Hadisin senedinde Yusuf b. Zübeyr el-Mekki vardır. ibni Hibban hariç
ona güvenen olmamıştır. Onun Hasan deresine kadar yükselen şehitleri
bulunmaktadır.İbni abbas’tan gelen bir rivayette; Cuheyne kabilesinde bir kadın
Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına gidip:
“Annem hacc etmek için
adak adamıştı ancak öldü. Yerine ben hacc edeyim
mi?” dedi. Rasulullah (s.a.v.):
“Evet! Yerine hacc et.
Annenin borcunu kaza eden olmak istemez misin? Allah’ın borcu ifa edilmeye
(yerine getirilmeye) en hak sahibi olandır.” diye buyurdu.”186
(186) Buhari: 11/507,
Yeminler ve adaklar4da: Kim adağı olduğu halde ölürse babında; Hac bölümünde:
ölünün yerine adak ve hacc babında rivayet etmiştir. Müslim’in lafzında: “şüphesiz
Çihayne kabilesinden bir kadın ile ilgili hadis yoktur. Bilakis bunda ibni
abbas’dan o da Fadl’dan gelen şöyle bir rivayet vardır: “Haşame kabilesinden
bir kadın...3 ibaresi vardır. Rakam: 1334 ve 1335; Nesai: 5/116, Hac bölümünde:
Hacc etmeyi adayıp sonra da ölen kişinin yerine hac etme babında rivayet
etmişlerdir.
Sahihliği hususunda
hadiste ittifak edilmiştir.
Yine ibni abbas’tan,
kendisi şöyle demiştir:
“şüphesiz ki babam
öldü. Kendisinde de İslam4ın haccı bulunmaktaydı. (Haccı yapamadı). Yerine ben
hacc edeyim mi?” dedi. Rasulullah (s.a.v.):
“Babanın bir borcu
bulunsa sen onu yerine getirmek istemez misin?” diye buyurdu. o da:
“Evet” dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
“Babanın yerine hacc
et” diye buyurdular.”187
(187) Darekutni sayfa:
272 rivayet etmiştir. Hadis hasen’dir, sahihtir.
Bunu Darekutni de
rivayet etmiştir.
İşte bizler bu borcun
eda için mukabil olma misli gibi:
“Allah’ın borcu ifa
edilmeye en layık olandır. zikrolunan kazada -hadislerdeki bu kaza- iki
taraflı, belirlenmiş vakitteki ibadetin kazası gibi değildir. Nitekim namazı,
büyüklenerek ve düşmanca geçirmesi Allah4a isyanı açıkça göstermektedir. İşte
bu borç müstehak olup, bu (namaz) ancak şari tarafından koyulan sıfatla ve
vakitle olur ve kabul edilir. Dolayısı ile bu sıfatındışında namazı kılacak olursa
bu ona bir fayda vermez” diyoruz.
Fasıla
Sizin: “Namazı unutan
ya da uyku ile kaçıran kimse mazeretli olup, bunlar vakit çıktıktan sonrada
kaza ederler. Kasten terkedende daha öncelikli olur” sözünüze gelecek oluruna
cevap vermek şu yönlerle mümkündür:
1- Kendisinden ya da
benzerinden daha sahih olan bir şeyin muarız olması. Bu da:
“Kendisine emrolunduğu
fiilinde bir tefrit bulunmayan, Allah’a ve Rasulü’ne itaat eden mazeretli bir
kimseden, vakitten sonra kaza etmesinin sıhhati (sahihliği) ilzam olmaz. Ondan
bunun kabul edilmesi -sıhhatinin- ile Allah’ın haddlerini aşan, emrini zai
eden, kasten ve düşmanca hakkını terkeden bu kazanın k abul edilmesine gelince;
ibadetin sıhhatinde ve kabul edilişinde bir burada zimmetinin beri olmasınnda
bunun buna kıyas edilmesi hiç şüphesiz en fasit kıyaslardan birisidir..
2- Uyku ya da
unutmaktan dolayı mazeretli olan bir kimse, namazı vaktin dışında kılmaz.
Bilakis Allah’ın vakitlemiş olduğu vakitte kılar. Çünkü bu kimsenin vakti
uyandığı ve hatırladığı vakittir. Rasulullah’ın (s.a.v.) buyurduğu gibi:
3Her kim namazı
unutacak olursa onun vakti hatırladığı vakittir.”
Bunu Beyhaki ve
Darekutni rivayet etmiştir.188
(188) Sayfa: 79’daki
hadise bakınız.
Bu da geçmişti
nitekim. Dolayısı ile vakit iki tanedir: İhtiyar vakti ile özür vakti.
Dolayısıyla uyku ya da unutma yolu ile mazereli olan kimsenin vakti hatırlama
ve uykusundan uyanma vaktidir. İşte bu kimse sadece vaktinde namazı kılar.
Öyleyse bu, vaktinin dışında kasten ve düşmanca kılmayanla nasıl kıyas
edilebilir?
3- Muhakkak ki şeriat;
kaynaklarında ve ilkelerinde kasten terkedenle, unutarak terkedenin, özürlü ile
başkasının arasını mutlaka ayırt etmiştir. Dolayısı ile birisini başkasına
katmak asla caiz değildir.
4- Bir defa bizler
-sizin zikrettikleriniz bizlerin aleyhine delil olana dek- namazı, mazeretliye
emretmekte, kasten terkeden ifratçıdan da bunu düşürmemekteyiz. Bilakis biz
namazı o haddi aşan ifratçı kişiye daha tedarik edemeyeceğine yol bulamayışı
gibi çok ağır tehditli bir yönü (sözü) söylemeyi, ifratçı olmayanla, mazeretli
kimseye de kaza edeceğinin cevazını vermeyi gerekli görmekteyiz.
Fasıla
Sizlerin:
“Rasulullah’ın (s.a.v.):
“Her kim güneş
batmadan ikindi namazının bir rekatına yetişirse ikindiye yetişmiş olur.”189
kavli ile delil
getirmenize gelince; sizin hadis hakkında (yorumlarınızı) ben doğru bulmuyorum.
Bu hadisi görüşlerinizin içeriği olarak da görmüyorum. Çünkü siz:
“Böyle olan kimseye
ikindinin hiçbir şeyini kılmamış olsa bile elbetteki ikindiyi kılmıştır”
demektesiniz. Yani: Fiili ile kavuşmuş, ondan sahih olmuş ve zimmeti de beri
olmuş olur manasını gütmektesiniz. şayet namaz vaktinin çıkmaından sonra sahih
olmuş olsaydı, ondan kabul edilecek olsaydı, o zaman o namaza kavuşması rekat
ile ilintili olmazdı. Malumdur ki Rasulullah’ın (s.a.v.):
“Her kim ikindiden bir
rekata kavuşacak olursa günahsız olarak namazı sahih olur” demeyi
kastetmemiştir. Bilakis ittifakla o kimse bunu kasten yapması ile günahkardır.
Çünkü o hepsini vaktinde kılmakla emrolunmuştur. Bundan da anlaşılıyor ki;
kauşma günahı ortadan kaldırmamaktadır. Bilakis o kimse kavuşmuş ve
günahkardır. şayet güneş battıktan sonra sahih de olsa. Dolayısıyla vakitten
bir rekatına kavuşması ile hiç birisine kavuşmaması arasınnda hiçbir fark
yoktur.
(189) Sayfa: 75’de
geçti.
şayet sizler:
“Eğer namazı güneş
battıktan sonraya tehir edecek olursa bunun günahı en büyük olan olur”
derseniz, sizlere:
“Muhakkak ki
Rasulullah (s.a.v.) rekata kavuşmak ile kavuşmama arasını, günahlığın çokluğu,
azlığı hususunda ayırmamıştır. Kendisi bu ikisinin arasını kavuşmakla,
kavuşmamak arasında ayırtetmiştir. şüphe yok ki; bir vakitte namazın hepsinin
kaçırılması o namazdan çoğunun kaçırılmasından daha büyük bir konudur. Bu
vakitte namazın çoğunun kaçırılması da ondan bir rekatın kaçırılmasından büyük
bir konudur” deriz. aynı zamanda bizler, sizlere şunu soruyoruz:
“Rekat ile hasıl
olanbu kavuşma nedir? Bu kavuşma ile günah kalkar mı?”
İşte bunu (günahın
kalkacağını) hiç kimse söylemez. Ya da kavuşmak sahih olduğunu gösterir” demeyi
de kimse teleffuz etmez. öyleki bunu tamamen kaçırması ile bir rekatını
kaçırması arasınnda bir fark olmamış olur?
Fasıla
Sizlerin:
“Rasulullah’ın (s.a.v.) Hendek günü uyku ve unutkanlık olmadan namazı tehir
etmeleri sonra da kaza yapmaları190 ile ilgili delil getirmenize gelecek olursak;
buna da:
“Ya Allah’ım! Ne kadar
da şaşılacak bir açıklamadır deriz. Çünkü bu getirdiklerimizin aynısını bizler
söylesek hemen kıyametinizi kopartırsınız. Bizim de kıyametimizi bizlere
saldırıp bizlerekötü davranmakla ikame edersiniz. Sizler nasıl olur da namazı
kaçıranı; Allah’a asi olan, günahkar, Allah’ın haddlerini aşan, kaçırmasıyla
akıbetine müstehak olan kimseyi, Allah’ın en takvalı ve itaatli, Allah’ın en
sevdiği ve razı olduğu, Allah’ın emrine en çok tabi olan kulu olduğu halde
(Rasulullah’ın) bu konuda da tehir etmesini Allah’a itaat, Rasulullah’ın
(s.a.v.) bunda, Allah’ın razılığına tabi olduğu ile delil getirirsiniz?
Nitekim Rasulullah’tan
(s.a.v.) bunun tehir edilmesi ya unuttuğundan dolayı ya da kasten tehir
etmesinden dolayı olabilir. Bu iki
takdir üzere, sizlerin bunda hiçbir yönle deliliniz bulunmamaktadır.
(190) Sayfa: 72’de
geçti.
Nitekim Rasulullah
(s.a.v.) eğer unutmuş olsaydı, bizler vediğir ümmet de bunun mucibini
söylerdik. Çünkü unutan kimse hatırladığı vakit namazı kılar. şayet Rasulullah
(s.a.v.) kasten (tehir etmişse) -bu da bir vakitten bir vakite olan tehiridir-
kendisine bunda izin verilmiştir. tıpkı misafirin ve mazeretlinin öğle namazını
ikindi vaktine, akşamında yatsı vaktine tehir edip kılması (cem etmesi)
gibidir.
Kişi düşmanla
savaşmakla meşgul iken, namaz vakti gelse, bu kişinin namazı hakkında insanlar
üç görüşle ihtilaf içerisinde girmişlerdir:
1- Namazı tehir
etmeden, haline göre savaş halince (durumunca) namazı kılar. Bazıları:
“Hendek günü namazın
tehir edilmesi mesuhtur” demiştir. Bu İmam-ı şaafi’nin, İmam-ı Malik’in ve
mezhebinden meşhur gürüşünden birisi olan Ahmed’in görüşüdür.
2- Bu kimse tıpkı
Hendek günü Rasulullah’ın (s.a.v.) tehir ettiği gibi namazı tehid eder. Bu da
Ebu Hanife’nin mezhebine göredir.
İlk görüşü belirtenler
buna:
“Bunun korku namazı
kılınmadan önce olduğu, korku namazı meşru kılındığı vakit başka bir savaşta
dah namazı tehir etmemiştir” diyerek cevap vermişlerdir. Hanefiler ise:
“Korku namazı bu
yönlerle ancak savaş şiddetlenmediği zaman kılınmakla meşru kılınmıştır. Çünkü
onlara Yüce Allah’ın emrettiği gibi, korku namazını iki saf yaparak -bir safın
kılması diğer safında nöbet beklemesi şeklinde kılmaları mümkün olur. ancak
savaş şiddetlendiği zaman bu ise mümkün değildir. Dolayısıyla namazı ertelemek
de savaşla meşgul olmaktan dolayı olmuş oluyor. İşte bunun bir yeri ve öbürünün
de bir yeri bulunmaktadır. İşte bu gördüğün gibi kavilde olandır” demişlerdir.
3- üçüncü taife ise:
“Namazın takdim
edilmesi ve namazın duruma göre ifa edilmesi konusunun arası ile namazın
kılınması mümkün olana dek tehir edilmesi konusunun arası muhaylerliğe
bırakılır. Bu da şam4lılardan olan bir grubun görüşüdür. Aynı zamanda bu
Ahmed’in iki rivayetinden bir görüştür. Çünkü sahabeler böylece yapıyorlardı.
Bunun örneği Beni Kurayza kıssasında da sabittir. Nitekim bunu inşaallah
ileride zikredeceğiz.
Dolayısıyla bu üç
görüş de:
“(Namazı kaçıran) asi,
ifratçı ve haddi aşan bu kişi, nitekim bunu kaçırmanın günahı ile Allah’ın
akıbetini de almış ve bu konudaki yönlerden bir yönde onun için delil
olamamıştır.”
Muvaffakiyet
Allah’tandır.
Fasıla
İşte bununla; sizin:
“Sahabelerin ikindi namazını kasten güneş batana dek tehir etmeleri ile ilgili
delil getirmenize karşılık cevap çıkmış oldu. Öyleki Rasulullah (s.a.v.):
“Sizler Beni Kureyza
hariç ikindiyi bir yerde kılmasın.”191
diye buyurunca; namaz
yolda iken taifeyi yakalayınca onlar:
“Bizden namazı tehir
eden olmadı” dediler ve dolayısı ile yolda namazı kıldılar. Öbür taife de bunu
bırakıp Beni kureyza da (ikindiyi) yatsıdan sonra kıldılar. Rasulullah (s.a.v.)
ta bu iki taifeyi kınamadı. şüphesiz namazı tehid ederlerdi Rasulullah’a
(s.a.v.) itaatkarlar olup, tehir edilmesinin vücubiyetine inanmışlardı. şüphesiz
emredildikleri namazın vakti de, öyleki Beni Kureyza’da kavuştuklarıdır.
Öyleyse asi olan ve Allah’ın haddlerini aşan kimse nasıl olurda ona itat eden
ve emrine uyana kıyas edilebilir?
şüphesiz bu kıyasın
dünyadaki en batılı ve en fasit olanıdır. Muvaffakiyet Allah’tandır.
Namazlarını Beni
Kureyza4ya ulaşıncaya dek tehir edenleri, namazlarını yolda kılanlar üzerine
faziletli kılan bazı alimlerdeşöyle demiştir:
“Çünkü onlar hakikaten
Rasulullah’ın (s.a.v.)emrine imtisal eylemişlerdi. Öbürleri ise tevil etmişler
ve yolda kılmışlardı.”
(191) Sayfa: 85’de
geçti.
Fasıla
Sizin: “Vaktinden
namazlarını zai edip başka vakitte kılan idarecilerle beraber nafile namaz
kılma emri veren Rasulullah’ın (s.a.v.) hadisi,192 ile ilgili delil getirmenize
gelince; bunda da (sizlerin lehine) bir delil yoktur. Çünkü onlar gündüz
namazını geceye ve gece namazını da gündüze tehir etmezlerdi. Bilakis onlar
öğle namazınıikindi vaktine dek bazen de ikindiyi güneşin sararma vaktine dek
tehir ederlerdi.”
(192) Sayfa: 86’da
geçmişti.
Biz deriz ki:
“Ne zaman iki cem
namazından birini ötekisinin vaktine tehir edecek olursa, onu ikinci vakitte
kılar. Özürü, bulunmazsa bile. Aynı şekilde ikindi namazını güneşin sararma
(batmaya yakın olan zamanına) tehir edecek olsa da. Bilakis ondan bir rekatlik
kadar bir kısım kalsa da. Çünkü onu nass ile kılar.
Nitekim Rasulullah
(s.a.v.), Medine’de korku ve yağmur olmadan (iki namazı) cem etmiştir. Bununla
da ümmete birzorluk vermemeyi kastetmiştir.193 İşte bu tehir namazın sıhhatine
mani değildir.”
(193) Buhari: 2/19,
Namazın vakitleri bölümünde: Öğlenin ikindiye tehiri babında ve Nafileler
bölümünde: Kim farzlardan sonra nafileler kılmazsa babında; Müslim: 705,
Misafirlerin namazı bölümünde: Mukim iken iki namazın cem edilmesi babında;
Muvatta: 1/144, Namazın kasr edilmesi bölümünde: Hem hazın ve hem de seferde
iki namazın cem edilmesi babında: ebu Davud: 1210, 1211, 1114, Namaz bölümünde:
iki namazın arasını cem etme babında; tirmizi: 187, Namaz bölümünde: Hazırda
(mukim iken) iki namazın cem edilmesi babında; Nesai: 1/290, Mevakit bölümünde:
Mukim iken iki namazın cem edilmesi babında rivayet etmişlerdir.
Sizlerin: “şüphesi
Rasulullah (s.a.v.) öğle namazını ikindi vaktine -öğlenin vaktinden
çıkarmasındaki tefriti ile beraber- tehir etmesine caiz kılmıştır” ile ilgili
sözünüze gelecek olursak, şöyle cevap verilir:
“şüphesiz ki vakit,
cümlede iki namaz arasnıda müşterektir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) Medine’de
hiçbir korku, ve hastalık bulunmadığı halde namazı cem etmiştir. şüphesiz ki
bunda bir ihtilaf yoktur. Lakin Rasulullah (s.a.v.), uyku ve unutma olmadan,
kuşluk vaktinde sabah namazını kılmayı caiz görmüş müdür?”
Sizin: “Ebu Katade,
Rasulullah’ın (s.a.v.) sabah namazını kılamayıp uyuyankimse hakkında sorulan
hadis rivayitinde, Rasulullah (s.a.v.):
“şayet yarın olunca
onu vaktinde kılsın” diye buyurmuştur.194
(194) Müslim: 681’de
geçmektedir. Nitekim bu sayfa: 87’de geçmişti.
Nitekim bu hadis
hatıradığı zaman ve hatırladıktan sonra, tefritçi kişinin namazı eda edeceğini
gösteren apaçık delildir. Bu hadis aynı zamanda isnadı sahih olanbir hadistir”
ile ilgili sözlerinize gelecek olursak; Ya Rabbim! Bu ne kadar da acayip bir
yorum! Bu hadis, delalet yönlerinden hangi yönü ile, nassda, zahirinde ya da
imasında olsun, namazı vaktinden çıkararak, Allah’ın haddlerini aşan isyankar
kişinin, vakitten sonra namazı (kılması) ile sahih olacağını, zimmetinin beri
olacağını, ondan bunun kabul olunduğunu göstermektedir? Ve sanki sizler: “Eğer
yarın olursa namazı vaktinde kılsın”kavlini yarına tehir etmesi olarak
anladınız ki bu (açıklamanız) kesinlikle batıldır. (Yarına tehir edilmesi)
rasulullah’tan (s.a.v.) varid olmayıp, hadisten bunun batıl olduğu açıktır.
Çünkü Rasulullah (s.a.v.) kişiye, uykusndan uyandığı ya da hatırladığı zaman
namazı kılmasını emretmiştir. Sonra hadisin tamamında:
“Eğer yarın olursa
namazı vaktinde kılsın”
ibaresi ziyade
gelmiştir. Nitekim insanlar da bu ziyadenin manası ve sıhhati hakkında ihtilafa
girmişlerdir. Bazı hadis hafızlar şöyle demiştir:
3Bu ziyade; Abdullah
b. Rebah’tan -ki kendisi de ebu Katade’den ya da ravilerdenbirisinden rivayet
etmiştir- olan bir vehimdir.”
Buhari’den şöyle
dediği rivayet olunmuştur:
3Namazı hatırladığı
zaman kılsın, yarından olan vaktinde (kılsın)” ile ilgili kavile uyulmaz.”
İmam-ı Ahmed’in
“Müsned”inde imran b. Husay’dan gelen bir rivayette şöyle demiştir:
3Ben Rasulullah (s.a.v.)
ile birlikte bir gece yürüyordum. Gecenin sonu olduğu vakit konaklayıverdik.
Güneş üzerimize doğana dek de uykudan uyanamadık. O arada bir adam hızlıca
abdest almaya koştu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) sakin olmalarını
emretti. Sonra da yolculuğa devam edildi. Güneş tepeye gelinceye dek yürüdük.
(Sonra da) Rasulullah (s.a.v.) abdest aldı ve Bilal’e emretti. Bilal’de ezan
okudu. Sonra da Fecr’den önce iki rekat namaz kıldı. Daha sonra kamet getirdi
ve namaz kıldık. Bizler:
3Ya Rasulallah! Bunu
vaktinde yarın iade etmeyecek miyiz?” dedik. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Rabbiniz sizleri
Riba’dan (faiz’den) nehyedip ve sizden bunu kabul eder mi ki hiç?” diye
buyurdu.195
(195) Sayfa: 87’de
geçmişti. Hadis ahmed4in Müsnedinde geçmektedir: 4/441.
Hafız ebu abdillah
Muhammed b. abdulvahid el Makdisi şöyle demiştir:
“İşte bu hadis de
Buhari’nin söylediklerine delil vardır. Çünkü imran b. Husayn (r.a.) seferi
değildi. Ebu Katade’den abdullah b. Rebah’ın söylediklerini ise zikretmemiştir.
Bana göre ise: Her iki hadisin arasınnda bir çelişki bulunmamaktadır. Nitekim
Rasulullah (s.a.v.) yarından sonra iade edilmesini emretmemiştir. Kendileri
bizzat ikinci fiili vaktinde emretmiştir. Çünkü vakit uyku ve unutmak ile
düşmez. Bilakis kendisinin durumuna geri döner. Allahu alem.”
“Abdurrahman b. Alkame
es-Sekafi’den rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir:
“Sakif’den bir grup
Rasulullah’ın 5s.a.v.) yanına geldiler. Ona soru sormaya başladılar. Rasulullah
(s.a.v.) ta o zamana kadar öğleyi ikindi ile beraber (ikindinin) sonuna doğru
kılmaktaydı.”196
ile ilgili kavle
gelince; bunun ve benzerinin cevabı ile ilgili açıklamalar defalarca geçmişti.
Çünkü buradaki tehir (ertelem) Allah’a bir itaat ve yakınlaşmaktan dolayı idi.
Bunun gayesi ise şudur: Rasulullah (s.a.v.) iki namaz müslümanların işlerinden
olan mühim bir işden dolayı iki namazı cem ettiğidir. Dolayısı ile namazı
(keyfen) tehir edip, Allah’ın haddlerini tecavüz eden bir kimsenin namazı
nasılda sahih olabilir ki? aynı bu mesele gibi şu meselede de aciz kalmış ve
verilen cevap bunlara da yeterli gelmiştir:
3Kasten namazı
vaktinden çıkarıp terkeden kimseyi, cumhur ulema büyük günahlardan
zikretmemiştir” kavli. Ya Rabbi! Ne kadar da şaşılacak bir açıklama! Hiç
bumeselede ihtilaf olabilir mi ki? Namazı terketmek, büyük günahların en
büyüklerinden hiç olmaz olur mu?
(196) Sekif topluluğu
ile ilgili hadis sayfa: 88’de geçmişti.
şüphesiz Rasulullah
(s.a.v.) ikindi namazını kaçıranı amellerinin dökülmesi ile kılmıştır. öyleyse
-namaz hariç- büyük günahlardan hangisi aynı zamanda amelleri dökme kadar
tesiri olabilmiştir.*
(*) Büyük günahlardan
sayılan şirk konusu hariç. Çünkü bu da amelleri
yok eder. (Mütercim)
Ömer b. Hattab’dan
(r.a.), kendisi şöyle demiştir:
“Özürsüz olarak iki
namazı cem etmek büyük günahlardandır.” Bu sözüne sahabeden hiçbir kimse
muhalefet etmemiştir. Bilakis sahabeden gelen bütün eserler (nakiller) buna
muvafıktırlar. işte o ve iki namazı cem eden kişi bu iki namazı vakitte,
özürden dolayı kılmıştır. Öyleyse (cem ile alakası olmayan) sabah namazını kuşluk
vaktinde kasten ve düşmanlıkla kılmayana
ya da ikindiyi özürsüz olarak gecenin yarısında kılana nediyeceğiz o zaman?
ebu Bekir (r.a.): Yüce
Allah’ın bu namazı kabul etmediğini açıkça bildirmiştir. Hiçbir sahabe Ebu
Bekir’e (r.a.) karşı çıkmamıştır da. Nitekim yüce olan Allah, namazı sehv eden
ya da zai edip kılmayan kimselere veyl ve ğayyi de* tehditle vaad etmiştir.
(*) Veyl: Yazıklar
olsun manasına da gelen bu kelime cehennemde bir yerinde ismidir. ⁄ayy:
cehennemde biri nehirin ismidir. (Mütercim).
Sahabeler -ki
kendileri bu ümmetle tefsiri en iyi bilenlerdir- şöyle demişlerdir:
“Önceden de hikayesi
geçtiği gibi bu, vaktinden namazı tehir etmektir.”
Ya Allah’ım! Ne kadar
da şaşılacak bir durum! Amelleri dökenden daha büyük büyük bir günah mı olur. öyleki
bu (namaz kılmama) konumu kişiyi ailesiz ve alsız bir konuma sürüklemektedir?
özürsüz olarak gündüz namazını gece vaktine, gece namazını da gündüz vaktine
tehir etmek büyük günahlardan olmazsa o zaman özürsüz olarak Ramazan orucunu
bozmak, şevval ile bedel orucu tutmak büyük günahlardan olmazdı.
Biz diyoruz ki:
“Bilakis bu, allah’a
ortak koşmaktan sonra gelen en büyük günahtır. Çünkü kul, bütün günahları ile
-şirk hariç- Allah’la karşılaşması, o kişiye, gündüz namazını geceye, gece
namazını da gündüze düşmanca, kasten ve özürsüz olarak tehir etmesiden daha
hayırlıdır.
Hişam b. Urve, o da
babasından, o da Süleyman b. Yessar, oda Musevvir b. Mahreme’den rivayete göre;
Kendisi ibni abbas ile beraber Taun hastalığına yakalandığı sıra ömer’e
gittiler. ibni abbas:
3Ey mü4minlerin emiri
namaz” dedi. Ömer:
“Tabii ki kılacağım. şüphesiz
namazı zai edenin İslam’da hiçbir nasibi yoktur.” dedi.”197
(197) Sayfa: 21’de
geçti.
İsmail b. Aliyye, o da
Muhammed b. Sirin’den şöyle dedi:
3Bana, ebu Bekir ve
ömer’in insanlara İslam’ı öğretip: Allah’a kulluk etmen, O’na hiçbir şeyi ortak
koşmaman, vakitlerinde Allah’ın farz kıldığı namazları kılmanı bunların
tefritlerinde helakın olduğunu söyledikleri” haber verilmiştir.”
Muhammed b. Nasr
Mervezi dedi ki:
3Ben ishak’ın: “Rasulullah’tan
sahih olarak gelen bir rivayette şöyle buyurduklarını ondan duydum:
3Namazı terkeden
kafirdir.”198
Aynı şekilde
Rasulullah’ın (s.a.v.) yanında yetişen ilim ehli kimselerden günümüze dek hepsi
de namazı özür olmadan, kasten, vaktı çıkana dek terkedecek olursa kafir
olacağını söylemişlerdir. vaktin çıkması (gitmesi); öğleyi güneş batıncaya,
akşamı gecrin doğuşuna dek tehir etmektir. Nitekim namaz vakitleri
zikrettiğimiz gibi kılınmıştır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) yolculukta iken
Arafatta ve Müzdelife de iki namazı cem etmiştir.199
(198) Bu konu hakkında
hadisler vardır. Bunlardan bazıları şylecedir: Müslim: 82’de geçen Cabir b.
abdullah hadisi. Dedi ki: “Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim: “şüphesiz
kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.” tirmizi: 2623; Nesai:
1/231, 232; ibni Mace: 1079, Bunu ibni Hibban’da siahihlemiştir. 255, “Mevarid”
adlı eserde; Hakim: 1/7, bunu Zehebi4de bureyde (r.a.) hadisi ile onaylamıştır.
Rasulullah’tan (s.a.v.) şöyl buyurmuştur: “Bizimle onlar arasındaki ahit
namazdır. Kim onu terkederse kafir olur.”; tirmizi: 2624; Hakim: 1/7, abdullah
b. şakik’den şöyle dedi: “şüphesiz Muhammed’in (s.a.v.) ashabı namaz hariç
hiçbir amelin terkini küfür saymazlardı.”
(199) Buhari: 3/415,
Hacc’da: Arafat arası nüzül ve cem edilmesi babında ve her ikisini kılıp nafile
kılmazsa babında; Müslim: 703, 1288, Hacc bölümünde: Müzdelife’ye Arafat’dan
ifade (tavafı) babında ve Müzdelife’de akşam ile yatsı namazlarının cem
edilmesinin müstehaplığı babında; Muvatta: 1/400, Hacc bölümünde: Müzdelife’de
namaz babında; Ebu Davud: 1926, 1933, Menasik bölümünde: Namazı cem ederek
kılma babında rivayet etmiştir.
Bu iki namazdan
birisini diğerinin vaktinde kılmıştır. Rasulullah (s.a.v.) iki namazdan ilkini
öbürü için o halde bir bir vakit kılması ve öbürünü de ilki için o halde bir
bir vakit kılması ile, özür halinde ikisinin vaktinide tek vakit olarak kılmış
oluyor. Tıpkı hayızlı kadına -temizlendiği zaman- güneş batmadan önce öğle ve
ikindiyi kılmasını, gecenin sonunda da akşamla yatsıyı kılmasını emrettiği
gibi.
Güneşin, şeytanın iki
boynuzunun arasına gelmesine dek tehir edilen kinidi namazı bizzat
Rasulullah’ın (s.a.v.) nassı ile bir münafıkın namazıdır.200
(200) Müslim: 622;
Mesacid: İkindiyi erken kılmanın müstehaplığı babında; Ebu Davud: 413, Namaz
bölümünde: ikindinin vakti babında; Tirmizi: 160, Namaz bölümünde: ikindinin
acele kılınması ile ilgili babda; Nesai: 1/254, Mevakit’de: İkindinin tehir
edilmesindeki tehtitler babında rivayet etmişlerdir.
Dolayısıyla yatsı vaktine
dek ikindiyi (özürsüz) tehir eden kimseye, annemi ve babamı feda ettiim
Peygamber neler söylemektedir, görüyorsunuz.
Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
“Sizi yasaklanan büyük
günahlardan kaçınırsanız, sizin (küçük) günahlarınızı örteriz.” (Nisa: 4/31)
Dolayısıyla kişi nehy
edildiği büyük günahlardan kaçınacak olursa, sabahı da kuşluk vaktinde,
ikindiyi de yatsıdan sonra kılmaya dadevam ederse, sizin sözünüze göre elbette
mağfiret olunmuş ve günahsız olacaktır. Ancak bunu huç kimse söylemez. Bu
zahiri mezhebinden olan bu şahısa da şaşılır yani! Nasılda asıl olanı
nakzetmiş! Nitekim kendisi: “İcma ile vacip olan bir şey sadece vacip olan bir
şeyle düşer” demektedir. Buna şöylece
denilir:
“Bunun gayesi şudur:
Bir defa sizin tartışmanızda zıtlık mevcuttur. Zıtlığın sizin sözlerinizi
düzelteceği (sahih kılacağı) bir şeyi yoktur. Her ne kadar sizler bunu
istishabla delil getirmeyi kastetmiş iseniz de. şüphesiz namaz icma ile onun
zimmetindedir. Ancak icma ile düşmektedir. Nitekim bu da kaybolmuştur.” Sizlere
şöyle denilir:
3Kimmiş namazı tehir
etmekle bunun zimmetinden düşeceğini ve beri olacağını söyleyen? Kim bu şekilde
söylerse işte onun sözü, alehine delile ihtiyaç duymamızdan batıllık olarak
daha açık (olarak batıldır).”
şüphesiz
tartıştıklarınız size şöyle seylemektedirler:
“Bir defa bu, sadece
kendi ayni vaktine dönmesi hariç, bunu eda etmeye ve tedarik etmeye giden bir
yolu olmayan bir yönle zimmetinde istikrar bulmaktadır. Bu daimkansızdır. Sonra
bu icmaya kendi misli gibi ya da ondan daha güçlü birisi ile arıza teşkil
etmekteyiz ve şöyle deriz:
“Namazın vaktini zai
etmesi ile o kişinin ifratçı, asi, ve haddi aşan bir kimse olduğu hakkında
müslümanlaricma etmişlerdir. Bu icmada ancak kendi mislince bir icma ile
yükselir. Vakitten sonra namazı ifa etmesi ile ondan günahın ve düşmanlığın
kalkacağı hakkında icma etmemişlerdir. Bilakis bunu her halde kimse
söylememiştir.
İşte iki taraftan da
gelen delillerin açıklama bağlantıları. Bizim iki tarafında görüşlerini
vermekten başka güttüğümüz bir şey yoktur. şüphesiz kitap, sünnet ve selefin
görüşlerine bu konuda da daha çok uyarı ve doğru hareketi işlemiş olanıda
belirttik.”
Ancak Allah’a
sığınılır.
Fasıla
şayet: “Rasulullah
(s.a.v.), Ramazan da gündüz vakti kasten orucu bozana kaza etmesini şu iki
konumda olmak üzere etmiştir:
1- Cima etmede.
2- Kusma’da.
“Sünen”de ebu
Hureyre’den (r.a.) gelen hadiste şöyle demiştir:
“Bir adam
Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına geldi. Kendisi Ramazanda (gündüz vakti) ehli ile
cima etmişti.” Hadisin hepsinizikretti ve:
“İçinde 15 sa’ kadar
hurma bulunan bir sepeti getirdi” dedi. Rasulullah (s.a.v.):
“Bunun hepsi senin ve
evindeki ehlinindir. Bir gün oruç tut ve Allah’tan mağfiret dile”
diye buyurdular.”201
İbni Mace’de ise:
“Yerine bir gün oruç
tut” geçmektedir.202
(201) Sayfa: 73’de
geçti.
(202) İbni Mace: 1671,
Oruç’ta: Ramazan da bir gün oruç bozanın kefareti hakkında babda rivayet
etmiştir. Busiri “Zevaid” adlı eserde şöyle demiştir: “Bu ziyade yani, bir gün
yine tut” ibaresini İbni Mace tek olarak rivayette bulunmuştur. Hadisin isnadında
Abdulcabbar b. Ömer vardır. Kendisi zayıftır. Bu Müslim’in dışında olup bunu
Ebu Davud: 2393’de rivayet etmiştir. Bak. 73’deki hadise, burada bu ziyadenin
asıl olduğunu bulacaksın.
“Sünen”de ve
“Müsned”de, Ebu Hureyre’den (r.a.) gelen bir hadiste, Rasulullah’ın (s.a.v.)
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
3Kim bilmeden kusarsa
ve oruçlu ise kaza etmez. Her kimde kusmak 5isterde) kusarsa kaza gerekir.”203
denilecek olursa şöyle
cevap verilir: Bir defa bu iki hadis illetli hadisler olup sabit değildirler.
Ramazanda cima yapanlar ile ilgili bu kıssayı ashabı “Sahih”204 rivayet
etmiştir. onlardan hiç kimse bu ziyadeyi zikretmemiştir. Nitekim zikrettiği bu
ziyade delil olamaz.
(203) Ahmed: 2/498;
Tirmizi: 720, Oruç’ta: Kasten kusan kimse hakkında bab; ebu Davud: 2380; ibni
Mace: 1676; İbni Hibban 907’de sahihlemiş; Hakim: 1/427’de sahihlemiştir. Bunu
Darekutni “Sünen” adlı eserinde sayfa: 240 rivayet etmiş ve: “Bütün ricali
güvenilirdir” demiştir. Darimi: 2/14, Hadis sahihtir. Bunun tahrici için şeyh
Nusruddin El-Bani’nin “İrvaul-⁄alil” adlı esere müracaat ediniz.
(204) Buhari: 11/516,
Yeminlerin kefareti hakkındaki bölümde: Zengin ve fakire ne zaman kefaret vacip
olur babında; Oruç bölümünde: Ramazanda kişi cima etse tasadduk edeceği,
vereceği bir şeyde yoksa kendiside tasadduk ederse kefaret olur babında ve
başka bablarda; Müslim: 1111, Oruç bölümünde: Oruç tutanın güdüz vakti
Ramazanda cima etmesinin haramlılığı ile ilgili tehditler babında rivayet
etmişlerdir.
Çünkü bu Abdulcabbar
b. Ömer El-Eyli’nin rivayeti olup, imamlar onu zayıf saymışlardır. Yahya b.
Main:
“O bir şey değildir
bile. Onun hadisi yazılmazda” der iken bir defasında da: “O zayıftır” demiştir.
Ebu Zur’a, Sadiy, Nesai de bunun aynısnı söylemişlerdir.
Buhari’de: “Münker
kişilerin hadisleri bile onun yanında kavvetli olamamışlardır” demiştir.
İbni Adiyy:
“Rivayet ettiklerinin
genelinde muhaliflik söz konusudur. Nitekim zayıflık onun rivayetlerinde ortaya
çıkmaktadır” demiştir. Aynı zamanda bunu İbni şihab’ın ashabındanda imamlar da
ondan rivayet etmiştir. imam-ı Malik ve başkaları gibi.205 Onlar:
3Yerine bir gün oruç
tut” lafızını zikretmemişlerdir. ebu Mervan El-Osmani, o da ibrahim b. Sad’dan,
o da Leys4den, o da ibni şihab’dan, o da Humeyd’den, o da ebu Hureyre’den,
rivayete göre Rasululah (s.a.v.) bu kıssada ona şöyle demiştir:
“Yerine bir gün kaza
et.”
(205) Malik “Muvatta”
adlı eserinde: 1/296, tahriç etmiştir.
Bu ayna zamanda
Daraverdi’den de o da ibrahim b. Sad, o da Leys’den olmak üzere rivayet
edilmiştir.
Beyhaki şöyle
demiştir:
“İbrahim ona göre
Zühri’den bu kelime olmadan hadisi mevcuttur.”206
(206) Bak. Beyhaki:
4/226, Çünkü onda bu nakil mevcuttur.
Bunu Haccac b. Ertad,
o da ibrahim b. amir’den,207 o da ibni Müseyyeb’den, o da Zühri’den, o da
Humeyd’den, o da Ebu Hureyre4den rivayet etmişlerdir. Bunu Haccac, o da amr b. şuayb’dan
o da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir. amr’da bu hadiste:
3Rasulullah (s.a.v.)
ona yerine bir günü kaza etmesini emretti” demiştir.208
(207) Asıl olan Ali
olduğudur. Tashih Beyhaki’nin süneninden yapılmıştır.
(208) Beyhaki: 4/226.
Bunu Hişam b. Sad, o
da Zühri4den, o da Ebu Seleme’den, o da ebu Hureyre’den, rivayet edilen hadiste
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
3Yerine bir gün oruç
tut ve Allah’tan istiğfarda bulun.”209
rivayetinnde insanlara
muhalefete bulunmuştur. Hadis de Hümeyd’den o da, ebu Hureyre’den rivayet
edilen hadistir.
ibsni ebu Uveys’de
rivayet edip şöyle demiştir:
3Bana babam ibni şihab’a
Humeyd’den haber verdiğini belirtmiştir. O da ebu Hureyre’den o da
Rasulullah’tan (s.a.v.) rivayete göre, O’nun: Ramazan’da iftar eden kişinin o
günün yerine bir gün tutmasını emrettiğini tahdis etmiştir.”210
(209) Beyhaki: 4/227.
(210) Beyhaki: 4/226.
Lakin bu ibni şihab’ın
ashabının rivayetine muhaliftir. Çünkü onlar bu ziyadeyi zikretmemişlerdir.
şafii şöyle demiştir:
“Bizlere Malik, ona da
Ata el-Horasani, ona da ibni Müseyyeb haber vermiştir. Dedi ki: “Bir Bedevi
Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına, geldi ve hadisi zikretti hadisin sonunda da:
“İsabet ettiğin günün
yerine bir gün oruç tut.”210
diye buyurdular. İşte
bu mürseldir. Ancak ibni Müseyyeb’in mürsellerindendir.
(210) Muvatta: 1/297.
Bunu Davud b. ebi Hind
o da Ata’dan rivayet etmiş ve “Yerine bir gün oruç tut” ibaresini
zikretmemiştir. Ata’yı ibni Müseyyeb yalanlamaktadır. ibni Hibban dedi ki:
“Hıfzı az olup, hata
yapabilen, ilimden yoksun da olan bir kimsedir. Aynı zamanda kendisi ile delil
getirmede batıl olmaktadır.”
Kasten kusan ile
ilgili hadise gelecek olursak; Bu Ebu Hureyre’nin (r.a.) Rasululah’tan (s.a.v.)
gelen şu hadisidir:
3Kim bilmeden kusarsa
ve oruçlu ise kaza etmez. Her kimde kusmak
(isterde) kusarsa kaza gerekir.”211
(211) Hadisin tahrici
için geçen sayfaya bakınız.
Tirmizi:
“Bu hadis hasen
gariptir” demiştir. Muhammed -yani Buhari- de şöyle demiştir:
3Ben onu mahfuz (korunmuş)
olarak görmüyorum.” Ebu Davud dedi ki:
3Ahmed b. Hanbel’in:
“O hiçbir şey olamaz”
dediğini işittim.”
Tirmizi “İlel” adlı
kitapta şöyledemiştir:
“Ali b. Hucr bize
hadisi anlattı. Onlara da İsa b. Yunus, onlara da Hişam b. Hassan, onlara da
ibni Sirin, ona da Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurduğunutahdis etmiştir:
“Her kim bilmeden
kusarsa ona bir kaza yoktur. Kimde kasten kusacak olursa kaza gerekir.”
Tirmizi dedi ki:
3Ben ebu abdullah
Muhammed b. İsmail El-Buhari’ye bu hadis hakkında sordum. Kendisi de bunu
sadece İsa b. Yunus’un, o da Hişam b. Hassan, o da İbni Sirin’den, o da ebu
Hureyre’den gelen hadisten bilmektedir. Kendisi:
3Ben bunu mahfuz
görmüyorum” demiştir. şöyle de demiştir:
3Yahya b. Ebi Kesir, o
da ömer b. Hakem’den rivayet etmiş ve Ebu Hureyre’nin (r.a.), oruçlu kişinin
kusması ile orucunun bozulmayacağını öngördüğünü belirtmiştir.”
Hadisin
sıhhatinintakdiri ile bunda bir delil yoktur. Öyleki bundan maksad, kendisinin
kusmasını caiz görenmazeretli kimse ya da kusmaya ihtiyacı olan ve kusan
hasadır. Çünkü normalde kusmak özür sahibi kimse için meydana gelen bir
olaydır. aksi takdirde ihtiyacı olmadığı haldehiçbir akıl sahibi kusmayı
istemez. Böylelikle kusan kimse kusması ile tedavi olmaktadır. Tıpkı ilaç
içmesi ile tedavi olması gibi. İşte bundan kaza kabul olunur ya da ittifakla
ona bu emredilir.
Fakihler gündüz vakti
Ramazanda cima yapan kişi hakkında, eğer kefaret verirse iftar ettiği gün için
(o günün yerine) oruç tutar mı? konusu hakkında ihtilafa girmişlerdir. Bunun hakkında
üç görüş vardır. Bu şafii’de böylecedir:
1- Vaciptir.
2- Vacip değildir.
3- şayet köle azad
etse ya da yemek yedirirse oruç tutması vaciptir. şayet orula kefaret getirirse
o günün yerine oruç tutması vacip değildir.
Cemaatle Namaz
Kılmanın Hükmü Hakkında Fasıla
Altıncı meseleye
gelecek olursak; bu da tek başına namaz kıın namazı -kendisi cemaatle kılmaya
gücü yetiği halde- sahih olurmu olmaz mı? sorusudur. İşte bu mesele iki asıl
şey üzere bina edilmiştir:
1- Cemaatle namaz
kılmak farz mıdır yoksa sünnet midir? şayet biz: “Bu farzdır” desek.
2- Öyleyse bu namazın
sıhhatinin şartı mıdır yoksa terkedenin isyanı ile beraber bunun olmayışı ile
sahih olur mu? İşte asıl bu iki mesele hakkındadır.
İlk meseleye gelince;
Fakihler bunun hakkında ihtilafa girmişlerdir. Bunun cemaatle namazın vacip
olduğunu söyleyenler: Ata b. Ebi Rbah, Hasan El-Basri, ebu ömer, Evzai, Ebu
Sevr, mezhebinin zahirine göre Ahmed’dir. Aynı zamanda “Muhtasar El-Muzni”
eserinde İmam-ı şafii de bunu belirtmiş ve:
“Cemaatla namaza gelince;
ben özür olmadığı sürece bunu terketmeye ruhsat vermiyorum” demiştir.
ibni Münzir “Evsat”
adlı kitapda şöyle demiştir:
“Evleri mescide uzak
da olsa, körlerin cemaatle namaz kılmak için orada hazır bulunmaları
zikrolunmuştur. İşte bu da cemaatle namaz kılmanın farz olduğuna mendup
olmadığına delalet etmektedir.” Sonra da İbni Ümmü Mektum’un hadisini
zikretmiştir. Nitekim kendisi:
3Ya Rasulallah! şüphesiz
benimle mescit arasında ağaçlıklar ve hurmalıklar vardır. Evde namaz kılmama bu
imkan verir mi?” deyince Rasulullah (s.a.v.):
“Kameti işitiyor musun?”
diye sordular. O da:
“Evet” dedi. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Öyleyse (mescide)
gel.” diye buyurdular.212
(212) Ahmed: 3/423;
Heysemi: “Mecma” adlı eserinde: “Ricali sahih ricaldır” demiştir.
İbni Münzir şöyle
demiştir:
“Yatsı ve sabah
namazlarını cemaatle kılmayanın nifakındanğu da zikrolunmuştur.” Sonra da
devamla bu konu hakkında:
“Özürsüz olarak
cemaatle namaz kılmanın farzlığına zikrettiğim deliller delalet etmektedir.
aynı zamanda ibni Ümmü Mektum’un kavli de buna delalet etmektedir. Kendisi de
kör olduğu halde ona:
“Senin için bir ruhsat
bilmiyorum.” buyurmuştur.213
(213) Ebu Davud: 552,
Namaz’da: Cemaatle namazı terkeden hakkında tehditler babında; ibni Mace: 792,
Mesacid’de: Cemaattan geri durmak hakkında ağır tehditler babında rivayet
etmişlerdir. İsnadı hasen’dir.
Dolayısı ile köre bile
bunda ruhsat yok iken, gören bir kimsenin ruhsatının olmayışı daha
önceliklidir.”
İbni Münzir
Rasulullah’ın (s.a.v.) cemaatle namaz kılmyanların evlerine gidip onları orada
yakması ile ilgili214 sözünün ihtimamı hakkında da, işte bu cemaatle namaz
kılmanın farzlığını gösteren en açık
delildir. Öyleki eğer cemaatle namaz kılmak farz olmasaydı ya da mendub
olsaydı, Rasulullah’ın (s.a.v.) hiddetlenmesi söz konusu olmazdı” demiştir.
(214) Buhari: 8/108,
Cemaatle namaz kılma bölümünde: Cemaatle namazın ve başkasının vacibliği
babında; Müslim: 651, Mesacid’de: Cemaatle namazın fazileti babında; Muvatta:
1/129, 130, cemaatle namaz bölümünde: Cemaatle namazı tek başına namazdan daha
faziletli olduğu babında; Tirmizi: 217, Namaz’da: Nidayı işittiği halde icabet
etmeyenin hakkındaki babda; Nesai: 2/107, imamet bölümünde: Cemaatten
geridurmak hakkında ağır tehtitler babında rivayet etmişlerdir.
şöyle de demiştir: Ebu
Hureyre’nin hadisi de bunu desteklemektedir:
“Müezzin ezan
okuduktan sonra mescitten ayrılan bir adam hakkında Rasulullah (s.a.v.):
“şüphesiz ki o adam
Ebu Kasıma isyan etmiştir” buyurmuştur.215
(215) Müslim: 655,
Mesacid’de: ezandan sonra mescitten çıkmanın nehyi babında; Ebu Davud: 536,
Namaz bölümünde: ezandan sonra mescitten çıkmanın keraheti hakkındaki babda;
Nesai: 2/29; ibni Mace: 733; ahmed: 2/506, 537 rivayet tmişlerdir. işte burada
hadisin Rasulullah’a 5s.a.v.) raf edilmesiyle ilgili tasrih (açıklam)
bulunmaktadır. Çünkü sahabenin: 3Kim böyle yaparsa Rasule isyan etmiştir vs.
gibi sözlerinde ve tercihe şayen görüş bunun merfu olduğudur. Bak. Tedribur
Ravi, sayfa: 64.
Dolayısı ile kişi
cemaatle namaz kılmak ve terketmek hususunda muhayyer olmuş olsaydı, o zaman
hazır olması vacip olmayandan geri de kalması (kılmaması)ndan dolayı isyan etmiş sayılmazdı. Yüce Allah
korku halinde iken de cemaatle namaz kılmayı emretmiş iken, işte bu da emniyet
ortamı bulunan bir halde cemaatle kılmanın daha gerekli olduğunu
göstermektedir. özürlüler için cemaatla namaz kılmama ruhsatının babları
hakkında zikredilen haberler, özürü bulunmayan kişiye cemaatle kılmasının farz
olduğuna delalet etmektedir. şayet özür hali ile özür olmama hali eşit olsaydı
o zaman cemaatle namaz kılmamadaki ruhsatın özür konularında bir manası
kalmazdı. Nitekim cmeatle namaz kılmanın farziyetine Rasulullah’ın (s.a.v.):
“Kim nidayı (ezanı)
işitirse ve icabetle bulunmazsa onun namazı yoktur.”216
hadisi
desteklemektedir.” Devamla da bununla ilgili hadisi belirtmiş ve şöyle
demiştir:
“şafii der ki:
“Yüce Allah ezanı
namaz ile zikretmiştir ve:
“Namaza çağrıldığınız
zaman...” (Maide: 5/58)
ve:
“Cuma günü namaz için
çağrıldığınız zaman Allah’ı zikretmeye koşun.” (Cuma: 62/9)
diye buyurmuştur.
(216) İbni Mace: 793,
şu lafızla: “Kim nidayı işittiği halde gitmezse -özür hariç- onun namazı
yoktur.3 Bunun isnadı sahihtir. Bunu yakın rivayetle ebu Davud: 551, Namaz’da:
Cemaati terkedenin hakkında tehtil babında rivayet etmiştir. Senedde Yahya b.
Ebi Hayya vardır, çok tetlisi olduğundan onu zayıf saymışlardır; Hakim: 1/425,
“şeyhay’nın şartlarına göre sahihtir” demiştir. Zehebi de onaylamıştır;
Darekutni: 161.
Rasulullah (s.a.v.) ta
farz namazlar için ezanı sünnet kılmıştır. Bunu da; cemaatsiz olarak ne mukim
olanlar ve ne de misafir olanlar kalsın diye, onlar cemaatle de namaz kılsınlar
diye, bütün farz namazların sadece cemaat ile kılınması tahakkuk etsin diye
bununla vasfı en uygundur. şüphesiz ki ben özrü olmadığı halde cemaatle namaz
kılmayı terkederse hiçbir ruhsat vermiyorum. Dolayısı ile birisi tek başına
kılsa ve cemaatten ayrılsa ona bunu iade etmesi gerekmez. Cuma namazı hariç
imamdan önce ya da sonra kılar. Her kim o namazı öğleleyin imamınnamazından
önce kılacak olursa bunu iade etmesi lazım. Çünkü yerine getirmesi farzdır.” Bu
lafızların hepsi İbni Münzir’in idi.
Hanefiler ve Malikiler
şöyle demişlerdir:
“Cemaatle namaz kılmak
müekked bir sünnettir. Lakin müekked sünnetleri terketmekle insanlar günahkar
olmaktadırlar. Bunun dışında namazı sahih yaparlar. Bunlarla: “Bu vaciptir”
diyenler arasındaki ihtilaf sadece lafızi bir ihtilaftır. Aynı şekilde bazıları
da vacip olduğunu belirtmiştir.
Vacip diyenler şöyle
demiştir:
“Yüce Allah:
“Sende aralarında
bulunup onlara namaz kıldırdığında, bir kısmı seninle birlikte namaza dusun ve
silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (diğerleri) arkanızda
bulunsunlar. Namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber (bir
rekat) namaz kılsınlar.” 5Nisa: 4/102)
Bu ayette delil
getirme konusu şu yönlerle olmaktadır:
Birinci Delil: Yüce
Allah onlara cemaatta namazı kılmalarını emretmiştir. Sonra da yüce Allah bu
emri ikinci defa olarak ikinci taife hakkında
döndermiş ve şöyle buyurmuştur:
“Namaz kılmamış
olan diğer taifede gelsin, seninle
beraber (bir rekat) namaz kılsınlar.” işte bu ayetle de anlaşılıyor ki cemaatle
namaz kılmak farzı ayındır. öyleki Allahu Azze ve Celle bunu ikinci taifeden
ilk (birinci) taifenin fiili ile düşürmemiştir. şayet cemaat sünnet olsaydı ilk
özürlüler bunun düşmesi ile korku özrü olurdu. şayet farzı kifaye olsaydı ilk
taifenin fiili ile düşerdi. İşte bu ayetten bu cemaatle kılmanın farzı ayın
olduu anlaşılmaktadır. işte bununda üç yönü bulunmaktadır: İlk önce bununla
emretmiştir, sonra da ikinci taifeye bunu emretmiştir. Ve yüce Allah onlara
korku anında bunu terketmeye ruhsat vermemiştir.
İkinci Delil: Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
“Baldırın açılacağı o
günde onlar secde etmeye davet edilecekler de, edemeyecekler. Gözleri önlerine
eğilmiş, kendilerini de bir zillet kaplamış olarak. Halbuki onlar sapasağlam
iken secdeye çağırılıyorlardı.” (Kalem: 68/42-43)
Yüce Allah onları
dünyada secde etmeye davet ettirdiği zaman onlar ile secde arasına bir engel
kılıverdi. Böylelikle de onlar davetçiye uymaktan yüzçevirdiler. Nitekim bu da
sabit olduğu vakit işte davetçiye icabet etmek, mescide gidip cemaate iştirak
etmek demek olur bu. Yoksa evde tek
başına (farz) namazı kılmak demek değildir. işte tıpkı bu şekilde Rasulullah
(s.a.v.) icabeti de tefsir etmiştir.
Müslim’in “sahih”inde
ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste şöyle demiştir:
“Kör bir adam
Rasulullah’a (s.a.v.) geldi ve:
“Ya Rasulallah! Beni
mescide götürecek bir götürenim yoktur” dedi. Kendisi bu konuda Rasululah4tan
(s.a.v.) ruhsat istiyordu. Rasulullah (s.a.v.) ta ona ruhsat verdi. O adam
dönüp gittiğinde kendisin çağırtıp:
“Nidayı işitiyor
musun?”
diye sordu. Adam da:
“Evet” deyince,
Rasulullah (s.a.v.):
“O zaman icabet et”
diye buyurdular.217
(217) Müslim: 653,
Mesacid’de: Nidayı işiten kimsenin mescide gitmesi vaciptir babında; Nesai: 21,
109, imame bölümünde: Namazlara çağrıldığı vakit namazları muhafaza etmek ile
ilgili babda rivayet etmişlerdir.
Nidayı işittiği zaman,
evinde o adamı Rasulullah (s.a.v.), namazında icabet eden kılmamıştır. İşte bu
da emredilen icabetin cemaatle namaz klmak için mescide gitmek olduğunu
gösteriyor. ibni Ümmü Mektum’un da hadisi buna delalet etmektedir. Kendisi:
“Ya Rasulallah! şüphesiz
ki Medine’de çokça çöllük arazi ve yırtıcı hayvanlar mevcuttur” deyince
Rasulullah (s.a.v.):
3Sen Hayyales-Salah ve
Hayyalel Felah-ı” duyuyor musun?” diye buyurdu. o da:
“Evet” dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
“Haydi öyleyse
(mescide) git.”218
(218) Ahmed: 3/423;
ebu Davud: 553, Namaz’da: Cemaatı terketmenin tehtilleri hakkıdaki babda;
Nesai: 2/110, imame’de: Namazlara çağrıldığı vakit onları muhafaza etme
hakkındaki babda rivayet etmişlerdir. Hadisin isnadı sahihtir.
Bunu Ebu Davud ve
İmam-ı ahmed rivayet etmiştir. Hadiste geçen “Hayhele” isim olup emri fiil’dir.
Manası ise: “(Mescide) git, icabet et” demektir. Bu da açıkça gösteriyor ki; bu
işe (emre) icabet tmek cemaatle namaz kılmaya hazır olmakla mümkündür. Nitekim
cemaatle kılmayıp tek kılan kimse buna icabet etmemektedir.
Seleften başkaları da
yüce Allah’ın:
“Onlar sapasağlam
oldukları halde secdeye çağrılıyorlardı” ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu
müezzinin: “Haydi namaza, haydi felaha” deiş olduğu kavlidir.3 İşte bu delil
iki mukaddime üzerine bina edilmektedir:
- Bu icabetin vacip
oluşu.
- İcabet ancak
cemaatle namaz kılmak ile hasıl olmaktadır. İşte icabeti, bu ümmetin en
bilgilisi ve en fakihleri olan sahabeler böyece anlamışlardır. allah hepsinden
razı olsun.
İbni Münzir “Evsat”
adlı kitapta şöyle demiştir:
“Bzlere İbni Mesud’dan
ve Ebu Musa’dan rivayet olunduğuna göre ikisi şöyle demiştir:
3Her kim nidayı işitir
sonra da icabet etmezse (özür olması hariç) namazı o kimsenin başından
yükselmez.”219
(219) Bunu Heysemi,
Mecma: 2/42 adlı kitapta Taberani’nin 3Kebir” adlı eserine nisbetle
bulunmuştur. şöyle demiştir: “Hadisin senedinde kays b. Rabi’ vardır. şube ve
Süfyan ona güvenirken, cemaatte onu zayıf görmüştür.
şöyle demiştir:
“Aişe’den şöyle dediği
rivayet olunmuştur:
“Kim nidayı işitirde
icabet etmezse, hayırı istememiş ve ona ulaşmamış olur.”220
(220) Beyhaki: 3/57,
rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre’den şöyle
demiştir:
“şüphesiz bir
Ademoğlunun iki kulağının içine eritilmiş kurşun akıtılması onun nida edeni
(ezanı) işitip te sonra da icabet etmeyenden daha hayırlıdır.”221
(221) Ben bunu elinin
altında bulunan kaynaklarda göremedim.
Bu ve başka hadislerde
sahabeye göre icabetin; cemaata katılmak olduğunu, gitmeyenin de icabet etmeyen
olduğunu ve dolayısı ilede asil olduğunu göstermektedir.
Üçüncü Delil: Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
“Namazı kılınız,
zekatı veriniz ve rükü edenlerle beraber rükü ediniz.” (Bakara: 2/43)
Bu ayette delil
getirme yönü ise şöyledir: Yüce Allah hiç şüphesiz onlara rükü etmelerini
emretmiştir. Bu da namazdır. Namaz rükü olarak tabir edilmiştir. Çünkü namazın
rükünlerinden birisidir. Namaz rükünleri ve vacibatları ile kendisinden tabir
edilmiştir. tıpkı yüce Alah’ın namazı, sucüd, Kur’an ve tesbih olarak
isimlendirdiği gibi. Aynı zamanda (rükü edenlerle beraber...) kavlinde başka
bir faydalı konu daha söz konusudur. Bu da namazın sadece namaz kılanlarla
beraber cemaat olduğunu göstermektedir. Buradaki “maiyye” (beraberlik) kelimesi
bunu ifade etmektedir nitekim.
Durum böyle olunca,
sıfata ya da hale mukayyet olan bir emir, ancak bu sıfat ya da hale uygun
olarak yerine getirme (cemaatle kılma) ile, emrolunan kişi imtisal sahibi
olmaktadır.
şayet: “Bu, yüce Allah’ın:
“Ey Meryem! Rabbin için kunut yap, secde et
ve rükü edenlerle beraber rükü et.” (Al-i imran: 3/43)
ayeti ile çelişmektedir. Çünkü kadının
cemaatle beraber olması vacip değildir” denilse buna şöylece cevap verilir:
“Buayet, böylece bunun bütün kadınlara da
şamil olduğunu göstermemektedir. Bilakis Meryem özel olarak bunda
emredilmiştir. şu ayetin hilafına olarak:
“Namazı kılınız, zekatı veriniz ve rükü
edenlerle beraber rükü ediniz.” 5Bakara: 2/43)
Meryem (r.a.) de olupta diğer kadınlarda
olmayan özellikleri mevcuttur. şüphesiz onun annesi onu, Allah (c.c.) için
hürasını, ona kulluk etmesi ile beraber mescitte de devamlıca kalmasına dair
adakta bulunmuştu. Nitekim kendisi mescidden de hiç ayrılmamıştır. ehli ile
birlikte rükü etmesi ile emrolunmuştur. Allahu Teala kendisini seçince ve bütün
alemlerdeki kadınlardan onu tahir kılınca, ona itaatinden, diğer kadınların
üzerine onu has kıldığı emriyle emretmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Hani melekler: “Ey Meryem! şüphesiz ki allah
seni seçti. Seni arındırdı ve seni alemlerin kadınlarından üstün tuttu”
demişlerdi. ey Meryem! Rabbine itaat et, secdeye kapan,
rükü edenlerle beraber rükü et.” (Al-i İmran: 3/42-43)
şayet:
“Onların rükü edenler
ile birlikte rükü etmeleriyle memur olmaları, onlarla -rükü haline- rükü
etmenin vücubuyetini göstermemektedir. Bilakis şu ayette geldiği gibi
yaptıklarının aynı misli iyerine getirmeyedelalet etmektedir:
“Ey iman edenler!
Allah’tan korku ve doğru söyleyenlerle beraber oluuz.” (Tevbe: 9/119)
Nitekim birliktelik
fiilde de ortaklığı icap ettirmektedir. Bunda yakınlığı istilzam etmez”
denilecek olursa şöyle cevap verilir:
3Bir defa birliktelik
kelimesinin hakikatı, hem öncesi ve hem de sonrasına uygunluk (arkadaşlık)
ettiğidir. İşte bu dostluk, arkadaşlık ortaklığa zaid bir takdiri ifade
etmektedir. Özellikle de namazda. Öyleyse: “Cemaatle namaz kıldı” denildiğinde
ya da: “Cemaatla namaz kıldın mı?” denilecek olursa bununla sadece namazda
birliktelik, cemaat anlaşılmaktadır.”
Dördüncü Delil: “Sahihayn”da
sabit olduğuna göre, lafzıda Ebu Hureyre rivayeti ile Buhari de geçen hadiste
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
3Nefsim elinde olana
yemin olsun ki; Ben bir odun alıp onu rmayı, sonra da namazı emretmeyi, ezanın
okunması ile beraber, bir kimseyi insanlara imam olsun diye (yerime geçirmeyi) emredip, sonra da
(namazı cemaatle) kılmayanlara yönelmeyi, evlerini üzerlerine (o tutuşturduğum
odunla) yakmayı içimden geçirdim. Nefsim elinde olana yemin olsun ki; Eğer
sizler semiz bir hayvanı (koyun vs.) ya da güzel etlerle dolu bir (kuzu vs.)
alacağınızı bir bilseydiniz yatsı namazına gelip (cemaatle) şahit
olurdunuz.”222
(222) Buhari: 2/104,
Cemaatle namaz kılma bölümünde: Cemaatle namazın vacibliği babında ve Husumat
bölümünde: Bildikten sonra asilen ve hüsumluları evlerinden çıkarma babında;
Müslim: 651, Mesacid: Cemaatle namazın fazileti babında; Muvatta: 1/129, 130’da
rivayet etmişlerdir.
Ebu Hureyre’den gelen
bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“şüphesiz münafığa en
ağır gelen namaz yatsı ve sabah namazlarıdır. şayet bunlardaki (fazileti vs.)
bilselerdi hemen gelirlerdi, kılmış olsalarda. şüphesiz ben namazla emredip,
ikame edilmesini sonra da insanlara namaz kıldırmak için birisini (seçip)
emretsem, sonra da yanıma iplerle odunlar bağlı kişileri alıp namaz
kılmayanlara gitmeyi, onların evlerini ateşle yakıvermeyi içimden istedim.”223
(223) Buhari: 2/118,
Cemaat ile ilgili namaz bölümünde: Cemaatle yatsı namazının faziletine dair
babda; Müslim: 651, Mesacid’de: Cemaatle namazın faziletine dair babda.
Hadisin sıhhati
hususunda ittifak edilmiş olup, lafız müslim’indir.
İmam-ı ahmed’in
rivayetinde Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“şayet evlerde
kadınlar ve zürriyyetler (çocuklar vs.) bulunmasaydı yatsı namazını ikame eder,
hizmetçilerime evlerde olanlarıateşle yakmalarını emrederdim.”224
(224) Ahmed: 2/367,
İsnadı zayıftır.
Cemaatle namaz
kılmanın vacipliğini iskat edenler (düşürenler) şöyle demiştir:
“Bunlar cemaatle namaz
kılmanın vacipliğine delalet etmemektedir. şu yönlerden dolayı:
1- Bir defa bunlar
hakkındaki tehdit cuma namazına gitmeyenler hakkındadır. “Sahih” adlı kitabında
Müslim’in abdullah b. Mes’ud hadisinden rivayeti buna delildir. Rasulullah
(s.a.v.) cuma namazından geri durup (kılmayanlar) hakkınnda şöyle demiştir:
“Keşke insanlara namaz
kıldırması için bir kişiye emretsemde sonra cumayı kılmayan kişilerin başına
evlerini yakıversem.”225
(225) Müslim: 652,
Mesacid bölümünde: Namazı cemaatle kılmanın fazileti babında rivayet etmiştir.
2- Eğer bu caiz ise o
zaman mali ukubetlerde caiz olmazdı. Sonra da mali ukubet’in neshedilmesi ile
nesh olmuştur.
3- Rasulullah (s.a.v.)
sadece içinden geçirmiştir. Ancak bunu yapmamıştır. şayet ateşle yakmak caiz
olsaydı o zaman vacip olurdu. Çünkü ceza iki taraf için mustevi olmaz. Bilakis
ya vacip ya da haram olmuş olur. Dolayısıyla Rasulullah (s.a.v.) ta bunu
yapmadığına göre bu bunun caiz olmadığını gösterir.
Demişlerdir ki:
3Hadis cemaatla
kılmanın farzlığını düşermeye delalet etmektedir. Çünkü bundan geri durmayı
içinden geçirmişti. Bu da vacibin terki için önem olmaz.”
şöyle de demişlerdir:
“aynı zamanda
Rasulullah (s.a.v.) onların nifaklarından dolayı evlerini ateşle üzerlerine
geçirmeyi içinden istemiştir. Cemaatten geri durduklarından dolayı değil.”
Vacip diyenler ise
şöyle demişlerdir:
“Bir defa sizin
zikrettiklerinizde hadisin delaletini düşürecek bir şey yoktur.. Sizin:
“şüphesiz ki tehdit
sadece cumayı terkeden hakkındadır” diye demiş olduğunuz sözü gelecek olursak;
evet bu hem cumayı terkeden kimsenin ve hem de cemaatla namazı terkeden
kimsenin hakkındadır. Nitekim ebu Hureyre’nin (r.a.) hadisi de apaçık olarak
bunun cemaati terkedenin hakkında olduğunu gösteriyor. Bu hadisin başında ve
sonunda da açıklanmıştır üstelik. aynı zamanda ibni Mesud’un hadisinde de bunun
cumayı terkeden için olduğu da açıktır. ancak her iki hadis de birbirine ters
olmamaktadır.
Sizin: “şüphesiz ki bu
mesuhtur” diye sözünüze gelecek olursak; bu davet, ne kadar da zor ve ne
kadarda ispatı zor birkonu. Öyleyse sonra çıkacak mukavemette muarız olan bir
şeyin varlığındaki nesih’in şartları nerede? Nitekim sizler ve hiçbir yeryüzü
ehli bunu ispat etmeye bir yol bulamayacaksınız. Ancak bu davetin arınması ile
bulursunuz.
Muhakkak ki,
insanların çoğu davetin neshi ve icma ile, Rasululah’tan (s.a.v.) gelen birçok
sabit olan sünneti iptal etme yoluna girmişlerdir. İşte bu doğru değildir.
Rasulullah’ın (s.a.v.) sahih sünnetlerini icma ve nasih davetler ancak, açık,
sahih olan ve imamlarla hafızlar tarafından (kontrol edilip), muteahhir
nakillerle meydana gelen nasihler ile terkedebilir. Öyleki ümetin, ezberlemesi
gerekli olan nesh edeni zai etmesi ve amel edilmesi batıl olan mesuh’u da
ezberlemesi imkansızdır. Dinden bir şey kalmamış olur. Nitekim (fikirleri) yeni
doğmuş mutaassıb kimselerin çoğu, kendi mezheplerine ters gelen bir hadisi
gördükleri vakit onu hemen tevile sokarlar ve hadisin zahiri manasının tersini
alıp böylece bir yol izlerler. Kendilerine galip gelecek bir hadis onlara
geldiği zamanda hilafına olmak üzere icma (manasına) koşarlar. ihtilaftan da icma
daveti ile beraber kendilerine imkan vermeyecek bir şeyi görseler bu seferde
bunun mesuh olduğunu söyleyiverirler. İşte bu gidişat İslam’da yürüyen
imamların gidişatı asla değildir. Bilakis İslam’da yürüyen imamların hepsi
bunun tersine hareket etmektedirler. Onlar ki Rasulullah’tan (s.a.v.) açık
sahih bir sünneti görseler onu asla tevil ile batıl kılmazlar, icmaya ve neshe
de yöneltmezler. şüphesiz şafii ve ahmed bu olayı inkar edenlerin en büyük
şahsiyetlerindendirler. Muvaffakiyet Allah’tandır.
Muhakkak ki Rasulullah
(s.a.v.), kendisini men ettiğinihaber verdiği bir manici için, içinden
geçirdiği şeyi yapmaz. Bu da evlerde insanlara şamil olan kadınlara, çocuklara
vs.’ne cemaatle namazın vacip olmadığı kimselerdir. şayet onların üzerlerine
evleri yakmış olsaydı o zaman akıbet kendilerine vacip olmayana da olurdu. Bu
da şüphesiz caiz değildir. Tıpkı hamile bir kadına vacip olan bir had olayında
-kadındaki yavruya zarar gelmemesi için- doğurmasından sonra o kadına had
vurulur. şüphesiz ki Rasulullah (s.a.v.) hiçbir zaman yapması caiz olmayan bir
şeyi içinden geçirmemiştir bile. Nitekim bazı ilim ehli O’ndan şunları da başka
bir cevapla icabette bulunmuşlardır:
3Muhakkak ki o kavim
Rasulullah (s.a.v.) için -kendisinin bu makaleyi söylediğini onların işitmeleri-
daha korkutucu idi. Sonrada cemaatten geri durup gitmemekte daha ısrarlı
olacaklardır.”
Sizin: “Muhakkak ki bu
hadis, kendileri (s.a.v.) bu fiili (ceaatle kılmayı) terketmeyi içinden
geçirdiğinden dolayı, cemaatle kılmanın vacip olmadığına delalet etmektedir”
ile ilgili sözlerinize gelecek olursak bu soru gerçekten hiç iltifat
edilmeyecek türdendir. Bunu söyleyen kişi, Rasulullah’ın (s.a.v.),
müslümanlardan bir taifeyi ve evlerini ateşle yakması onların sünneti
terkettiklerinden dolayı -ki (onlara göre) Allah ve Rasulü bunu vacip de
kılmamışlardır- olduğunu hiç zannedebilir mi? Nitekim Rasulullah’tan (s.a.v.)
kendisinin tek başına farz kıldığı rivayet edilmemiştir. Bilakis Rasulullah
(s.a.v.) cemaatle kılardı. Aynı zamanda evlerine kendileriyle birlikte gidenler
de cemaatle kılarlardı. aynı şekilde; eğer tek başına kılsaydı o zaman iki tane
vacip olmuş olurdu burada! Cemaatin vacibi, ve asilerin akıbeti ve onlara karşı
çıkmadaki vacip. Nitekim iki vacipten en düşüğünü büyüğünün yerine en düşüğünü
terketmek korku namazındaki durum gibidir.”
Sizin: “şüphesiz
Rasulullah (s.a.v.) onlara akıbeti onlarda bulunan nifaktan dolayı düşünmüştür.
Yoksa onlar cematten geridurdukları için değil” ile ilgili sözlerinize gelince;
işte bu iki mahzurlu konuyu gerektirmektedir:
1- Rasulullah’a
(s.a.v.) itibar olunmanın ilgası. Kendileri cemaatten geri durup (kılmama)
hakkında hükmü bizzat belirtmiştir.
2- Rasulullah (s.a.v.)
ilga ettiği şeyin itibarı. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) münafıklara nifaklarından
dolayı cezalandırmamıştır. Bilakis onların açık işlediklerini kabul ediyor,
gizlediklerini de Allah4a havale ediyordu.”
Beşinci Delil: “Sahih”
adlı eserinde Müslim şunu rivayet etmiştir:
“Bir kör adam:
“ey allah’ın Rasulü!
Beni mescide götürecek bir götürenim yoktur” demiş ve Rasulullah’tan 5s.a.v.)
kendisine bunda ruhsat vermesini istemiştir. Kendisi gittiği vakit Rasulullah
(s.a.v.) onu çağırtıp:
“Nidayı işitiyor
musun?” diye sordu. O da:
“Evet” dedi. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Öyleyse icabet et.”
diye buyurdular.”226
(226) Sayfa: 112’de
geçti.
Bu gelen adam ibni
Mektum idi. Kendisinin ismi hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları: abdullah,
bazıları da: amr’dır demişlerdir.
Ahmed’in “Müsned”inde
ve Ebu Davud’un “Sünen”inde amr b. Ümmü Mektum’dan gelen bir hadiste kendisi:
“Ya Rasulallah! Ben
gözleri görmeyen ve evi (mescide) uzak olan birisiyim. Benim bir götürenim var.
ancak bana mülaim değildir. Evde kılmam için bana bir ruhsat verebilirmisin?”
dedi. Rasulullah (s.a.v.) ta:
“Nidayı işitiyor
musun?” diye buyurdular. O da: “Evet” dedi. Rasulullah (s.a.v.): “Senin için
bir ruhsat bilmiyorum” diye cevap verdi.”227
(227) ahmed: 3/423,
Sayfa: 110’da geçmişti.
(Cemaatle namazın)
vacip olmadığını söyleyenler şöyle
demiştir:
“Buradaki emir
müstehaplık belirten bir emir türü olup vaciplik manasında değildir. Hadisteki:
3Senin için bir ruhsat
bilmiyorum” kavli de “Eğer sen faziletli bir cemaat istiyorsan” manasındadır.”
aynı zamanda: “Bu mesuh’tur” da demişlerdir. Vacip kılanlar ise şöyle demiştir:
“Mutlak olan bir emir
vacipliği gösterir. öyleyse nasıl şeriat sahibi açık olarak; kör olan ve evi
(mescide) uzak olan, üstelik götüreni de mülaim olmayan bir kişiye bile cemaate
gitmemesi hususunda ruhsat vermemiştir. Dolayısı ile kul şayet tek başına
kılması ya da cemaatle kılması hususunda muhayyer olmuş olsaydı o zaman bu
konuda ilk öncelikli bu kör olan sahabe olurdu.”
ebu Bekir b.
Münzir’in:
“Evleri mescide uzak
da olsa kör olanlara da cemate gitmeleri zikr olunmuştur” ile ilgili sözü işte
sözü buna yani cemaatla namaz kılmanın farz olduğuna, mendub olmadığına delalet
etmektedir. Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Mektum’a kendisi kör olduğu halde: “Senin
için bir ruhsat bilmiyorum” demesi, elbetteki gözleri gören birisi için asla
ruhsatın olmayacağını göstermektedir.”
Altıncı Delil: Ebu
Davud’un, ebu Hatim’in ve “Sahih” adlı eserinde ibni Hibban’ın ibni abbas’tan
rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Her kim nidayı
(ezanı) işitirse, o kimseyi özür hariç hiçbirşey oraya gitmekten engellemez.”
Sahabeler:
“özür nedir?” dediler.
Rasulullah (s.a.v.):
“Korku ya da hastalık
kılmış olduğu namaz ondan kabul edilmez” dedi.228
(228) Ebu Davud: 551,
Namaz’da: Cemaatle namazı terketmek hakkındaki tehtitler babında; ibni Hibban:
426, Cemaatle namaz hakkındaki babda; Darekutni: 161’de rivayet etmişlerdir.
Vacip değildir
diyenler şöyle demişlerdir:
3Bu hadisin iki tane
illeti bulunmaktadır:
1- Bir defa bu hadis
meğra b. Abdiy’in rivayetinden gelmiştir. o da onlara göre zayıf birisidir.
2- ibni Abbas’tan
ancak mevkuf (hadis) olarak bilinmektedir. Vaciptir diyenler şöyle demiştir:
Kasım b. Esba’ kitabında şöyle demiştir:
“Bizlere İsmail b.
İshak hadisi tahdis etti. ona da Süleyman b. Harb, ona da şu’be, o da Hubeyb b.
Sabit’den, o da Said b. Cübeyr’den, o da ibni abbas’tan rivayet ettiklerine
göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kim nidayı (ezanı)
işitirse ve icabet etmezse, özür hariç o kimsenin namazı yoktur.”229
(229) Hafız şöyle
demiştir: “Kasım b. Esba bunu müsnedinde mevkuf ve merfu olarak rivayet
etmiştir. Beyhaki: 3/57, rivayet etmiştir. Hadisin isnadı sahihtir.
Sıhhat açısından bu
hadisin isnadı sana yeter! Yine İmam-ı Münzir (r.a.), rivayet etmiştir:
“Bizlere Ali b.
Abdilaziz hadisi anlattı. Onlara da amr b. Avf, onlara da Hüseyin, o da şu’be4den,
o da Adiy b. Sabit’den, o da Said b. Cübeyr’den, o da ibni abbas’tan merfu
olarak230 hadisi rivayet etmişlerdir.
(230) İsnadı sahihtir.
Bunu Darekutni: 161; ibni Mace: 793, Mesacid bölümünde: Cemaatten geri durmanın
tehlikesi hakknıdaki babda rivayet etmişlerdir. Bu hadisi İbni Hibban’da
sahihlemiştir.
şöyle demişlerdir:
“Mağra abdiy’den Ebu
ishak Es-Sebii celaletinden dolayı rivayet almıştır. şayet onun sahih olmayan
bir kişi olduğu takdir edilmiş olsaydı onu merfu kılardı. şüphesiz bu ibni
abbas’tan sahih olarak gelmiştir. Bu aynı zamanda sahabinin kavli olup ona bir
sahabi muhalefet etmemiştir.”
Yedinci Delil: “Sahih”
adlı kitabında Müslim’in abdullah b. Mesud’dan rivayet ettiği hadiste
şöyle demiştir:
3Kim müslüman olarak
Allah (c.c.) ile yarın karşılaşmayı istiyorsa işte münadi (müezzin) çağırdığı
vakit (beş vakit farz) namazlarını muhafaza etsin. Çünkü bunlar hidayetin
sünnetlerindendirler. şüphesiz ki Allah (c.c.) Peygamberine hayetin
sünnetlerini vermiştir. şayet siz bu (cemaate) gitmeyin evinde kılar gibi evde
namazları kılacak olursanız o zaman Peygamberinizin sünnetini terketmiş
olursunuz. Dolayısı ile sizde Peygamberinizin sünnetini terkedecek olursanız
saparsınız. Muhakkak ki kişi temizlenir ve güzelce abdest alır sonra da
mescitlerden bir mescide gider de yüce Allah atmış olduğu her adımı için o
kimseye muhakkak ki haseneler verir, derecesini yükseltir ve onunla da bir
günahı döker. Ben bizi görüyorum da, şüphesiz ki cemaatle namaz kılmaktan geri
duran bir kimse nifakı bilinen bir münafıktır. Bu kişide safda ikame edene dek
iki adam arasına ağırdan ağıra gidiverir.”231
(231) Müslim: 654,
257, Mescid bölümünde: Cemaatle namaz kılmak hidayetin sünnetlerindendir
babında; ebu Davud: 550, Namaz bölümünde: Ceaatle namazı kılmamak hakknıdaki
tehtitler hakkında babda; Nesai: 2/107, 109; İmamet: Nida edildiği zaman
namazları muhafaza etmenin hakkındaki babda rivayet etmişlerdir.
Başka bir lafızda ise
şöyle demiştir:
“şüphesiz ki
Rasulullah (s.a.v.) bizlere hidayet sünnetlerini öğretmiş ve bunlardan
birisinin de içinde ezan okunan bir mescitte namazın olduğunu belirtmiştir.”232
(232) Müslim: 654,
Mesacid bölümünde: Cemaatle namaz kılmanın hidayetin sünnetlerinden olduğu
hakknıdaki babda rivayet etmişlerdir.
Delalet yönüne gelecek
olursak; kendisi cemaatten geri durmayı bilinen nifakları ile münafıkların
alametlerinden olduğuna belirtmiştir. Münafıkların alemetleri de müstehap olan
bir şeyi terketme sonucu ya kerih görülen (mekruh) bir işi işlemekten dolayı
olmamaktadır. Her kim sünette ifak alametlerini okuyacak olursa bunu farzları terkeden
ya da haram olan şeyleri işleyen kimselerde bulur. şüphesiz bunu (ibni Mesud)
şu kavlindeki:
“Küslüman olarak Allah
(c.c.) ile yarın karşılaşmayı isterse işte münadi çağırdığı vakit, namazlarını
muhafaza etsin.”
ibaresi ile bu manayla
desteklemiştir. aynı zamanda terkedeni; evinde namaz kılan ve cematten geri
duran Rasulullah4ın (s.a.v.) yolu olan ve ümmetine şeriat kıldığı (metod) olan
sünneti de terkeden olarak isimlendirmiştir. Buradaki sünnetten maksat dilerse
yapar dilerse terkeder, terkettiği vakit sapık olmaz manasındaki sünnet
değildir ve kuşluk namazını, gece namazını, Pazartesi ve Perşembe oruçlarını
terketme gibi nifak alametlerinden de değildir.
Sekiinci Delil:
“Sahih”inde Müslim’in Ebu Said El-Hudri’den rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
“(Namaz kılmak için)
üç kişi oldukları zaman onlardan birisun ve imamete en layık olan da kıraati
olandır.”223
(233) Müslim: 672,
Mesacid: imamete kim en hak sahibi babında; Nesai: 2/77, imamette: Bu kavim
toplansa bunlardan hepside (imamlık) konusunda eşit olurlarsa babında rivayet
etmişlerdir.
İşte bununla deil
getirme yönü şudur: Rasulullah (s.a.v.) cemaatle namaz kılmayı emretmekte ve
şüphesiz Rasulullah’ın (s.a.v.) emri vaciptir.
Dokuzuncu Delil:
Rasulullah (s.a.v.) safın arkasında tek başına kılan kimsenin namazını iade
etmesini emretmiştir.
Vabısa b. Ma’bed’in
rivayetine göre; Rasulullah (s.a.v.) tek başına safın arkasında namaz kılan bir
adamı gördü. Ona namazını baştan kılmasını emretti.234
(234) ahmed: 4/228;
ebu Davud: 682, Namaz’da: kişi safın arkasında tek başına kılarsa babında;
tirmizi: 231, Namaz’da: Namazı safın arkasında tek olarak kılmak hakkındaki
babda; ibni Hibban: 403’de rivayet etmişlerdir. Bu sahih bir hadistir.
Ahmed, ehli Sünen, ebu
Hatim rivayet etmiş, ibni Hibban “Sahih”inde zikretmiş, Tirmizi de hadisi
hasenlemiştir. ali b. şeyban’dan şöyle demiştir:
“Biz (evimizden yola)
çıkmıştık ve Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına geldik. Ona biat ettik ve arkasında
da namaz kıldık...” Devamla şöyle dedi:
“Sonra da arkasında
başka bir namaz kıldık ve namaz bitince safın arkasınnda tek başına durup (cemaate uymuş) bir kimseyi gördü. O
gidene dek onu gözetledi ve:
“Namazına yönel (kıl).
şüphesiz safın arkasında (tek) duranın namazı yoktur” diye buyurdu.”235
(235) ibni Hibban,
Sahihinde: 401; Ahmed: 4/23; Beyhaki: 3/105 rivayet etmişlerdir. Hadis
sahihtir.
İmam-ı ahmed’in
rivayetine göre hadis söyledi:
3Ben Rasulullah’ın
(s.a.v.) arkasında namaz kıldım. Kendileri safın arkasında tek başına duran
kimseyi gördü. Bunun üzerine Allah’ın Peygamberi o adam gidene dek bekleyip
durdu ve:
“Namazına yönel. şüphesiz
ki safın arkasınnda tek başına kılanın namazı yoktur.”236
(236) ahmed: 4/23.
Hadis sahihtir.
İbni Münzir: “Bu hadis
ahmed ve İshak’ta sabittir” demiştir.
Bunun delalet yönü şudur:
“Rasulullah (s.a.v.)
tek başına saffın arkasınnda namaz kılan kimsenin namazını iptal saymıştır.
Kendisi de cemaatle bulunduğu halde, Ona namazını -özel bir mekanda tek olması
hariç- iade etmesini de emretmiştir. Cemaatten ve mekandan münferit olanın
namazı batıl olmaya en evveliyatlı olmaktadır.
Konu şöylece
açıklanabilir:
“Bu tekliğin
bulunmasının gayesi münferid olduu içindir. şayet münferid olanın namazı sahih
de olsa Rasulullah (s.a.v.) nefyine hükmetmezdi. aynı zamanda bunu yapanın
namazını da iade etmesini emretmiştir.”
(Cemaatle namaz
kılmak) vacip değildir diyenler şöyle demişlerdir:
“Bu hadis ile delil
getirmeniz ancak safın arkasındna tek bir kişinin namazının batıl olduğunu
ispat ettikten sonra mümkün olur. Bu şaz bir görüş olup ilim ehlinin cumhuruna
göre muhaliftir. Nitekim bunun sıhhatine, safın arkasında tek başına kadının
namazının sahihliği hususunda insanların (bu konudaki) icmaları delalet
etmektedir. aynı zamanda Rasulullah (s.a.v.) Cibril’in (a.s.) arkasında namaz
kılmşıtır.
Cabir b. abdillah’tan
rivayete göre şöyle demiştir:
“Rasulullah’ın
(s.a.v.) yanına Cibril, namazın vakitlerini öğretmek için geldi. Cibril sonra
öne geçti. Rasulullah (s.a.v.sına durdu. İnsanlarda Rasulullah’ın (s.a.v.)
arkasına durdular. Güneş zail oluncaya dek öğle namazınıkıldı. Gölge (uzunluğu)
şahsının misli gibi oluncaya dek (Cibril) geldi ve yaptığı şeyin aynısını
yaptı. Cibril yine öne geçti. Rasulullah (s.a.v.) arkasına durdu. İnsanlarda
Rasulullah’ın (s.a.v.) arkasına durdular.”237
(237) Nesai: 1/251, 252,
Mevakit: ikindinin ilk vakti babında ve ikindinin sonunun vakti babında,
akşamın son vakti babında ve yatsının ilk vakti babında rivayet etmişlerdir.
Nesai’nin rivayetine
göre; Rasulullah (s.a.v.) Cibril önde olduğu halde arkasnıda namaz kılmıştır.”
Demişlerdir ki:
“ebu Bekre safın
arkasında ek olarak ihram (tekbiri) aldı. Sonra da safa bitişinceye dek yürüdü.
Rasulullah (s.a.v.) ta ona iade etmesini emretmedi.”238
(238) Buhari: 2/222,
Namazın sıfatı hakkında: Safın dışında rükü ederse babında; Nesai: 2/118,
imamet: Rüküsuz saf durma babında; ebu Davud: 683, Namaz’da: Kişi safda
durmadan rükü ederse babında rivayet etmişlerdir.
Aynı zamanda şunu da
demişlerdir:
3şüphesiz ki ibni
abbas, Rasulullah’ın (s.a.v.) solunda geçmiş bulunurken ihram tekbiri almıştı.
Rasulullah (s.a.v.) ta eliyle onu tutup sağına doğru çekmiştir.”239
(239) Buhari: 2/161,
Cemaatle namaz bölümünde: iman kıldırmaya niyet etmezse sonra da bir topluluk
gelse ve onlara imam olsa babında ve başka bablarda; Müslim: 763, 187,
Misafirlerin namazı bölümünde: Gece namazı ve kıyamındaki namaz babında; ebu
Davud: 610, Namaz bölümünde: iki kişiden birisi diğerine iman olursa nasıl
ikame ederler babında; Tirmizi: 232, Namaz bölümünde: Bir kişi namaz kılmakta
iken yanında da birisi bulunuyorsa babında; Nesai: 104, imamet bölümünde: Bir
cemaat iki kişi olursa konusu hakknındaki babda rivayet etmişlerdir.
Rasulullah (s.a.v.)
ona namaza yönelmeyi (yeniden kılmayı) emretmemiştir. Bilakis tek olarak namaz
ihramla başlaması sahih olmuştur.İşte bu nafile namazda idi. Cabir hadisindeki
ise farz namaz da idi. Rasulullah’ın (s.a.v.) solunda durmakta idi ve
Rasulullah (s.a.v.) onu eliyle tutup sağına doğru ikame ettirmiştir.”240
(240) Müslim: 3010,
Zühd ve Rikak: uzun Cibril hadisindeki babda; ebu Davud: 634, Namaz bölümünde:
Eğer elbise dar ise babında rivayet etmişlerdir.
Vacip diyenlere
gelince, şöyle demişlerdir:
3Bu hadisleri de
apaçık sahih hadislere ıt olarak görmek (muarız görmek) ne kadarda acayip bir
konu! Çünkü bunlar hiçbir yönle bu hadislere zıtlık teşkil etmemektedir.
Bununla beraber Rasulullah’ın (s.a.v.) apaçık ve sahih sünnetleri vardır. şayet
bunları birisi eğer terkedecek olursa, terkedenin üzerine gizli olmasından
dolayı sünnetleri terketmek ya da terkedilmelerine götürecek bir tevil türü
için başksı hakkında atmaz. öyleyse terkedenin terki nasıl olurda bu sünnet
için aleyhine takdim edilir? şüphesiz bu sünneti söyleyenler tabii’nin
büyüklerinden olan bir cemaattir. Said b. Cübeyr, Tavus, ibrahim b. Nehai ve
bunlardan başka: Hakem, Hammad, ibni Ebi Leyla, Hasan b. Salib bunlardandır.
aynı zamanda Evzai de bunu söylemiş, Tahavi ondan hikaye etmiş, İshak b.
Rahaveyh, imam-ı Ahmed, Ebu Bekr b. Münzir, Muhammed b. İshak b. Huzeyme de bu
görüştedirler. Dolayısıyla şazlar nerede? işte bunu diyenler ve işte sünnet.
Sizin kadının konumu
ile ilgili konumunuz, hiç şüphesiz tersliklerin en bozuk olanlarındandır. Çünkü
bu kendisi için meşru kılınmış kadının konumudur. Hatta kadın erkeğin aynı
saffında bulunacak olursa, safta bulunanların namazı ebu Hanife’ye ve ahmed’in
mezhebinin iki görüşünden birine göre fasit olur.
: “kadınların safının
arkasında tek olarak duracak olursa (kadın) o zaman namazı sahih olur öyleyse”
denilecek olursa, şöyle denilir:
“Böylece değildir.
Bilakis kadında kadınlar safından ayrı olarak tek kalacak olursa erkekler gibi
namazı sahih olmaz. Bunu kadı ebu Ya’la “Talik” adlı eserinde belirtmiştir.
Rasulullah’ın (s.a.v.) şu hadisinin umumiyetinden dolayı:
“Safın arkasınnda tek
başına duranın namazı yoktur.”241
(241) Sayfa: 121’de
geçti.
Nitekim bu hadisten
erkeklerin arkasında tek başına kadın durduğu vakit konusu çıkmaktadır. Bu da
hadisin sahih olmasından dolayı idi. Bunun dışındakilerde usi umumiyet olayı
baki kalır. Rasulullah’ın (s.a.v.) tek olarak Cibril’in (a.s.) arkasında,
sahabelerin de Rasulullah’ın (s.a.v.) arkasında namaz kılmak için durmaları ile
ilgili kıssaya gelecek olursak; buna şöylece cevap verilir: Bir defa bu namazın
vakitlerini öğretme konusu işin ilk yıllarınd vaki olmuştur. Rasulullah’ın (s.a.v.) safın
arkasında tek olarak kılan kimsenin namazını iade etmesini emretmesi konusu da
bundan sonra olmuştur. İşte bu doğru bir cevaptır. Bana göre bunun başka bir
cevabı daha vardır; o da şudur:
“Muhakkak ki
Rasulullah (s.a.v.) müslümanların imamı idi. Onların önlerinde bulunuyordu.
Cebrail4e de tek olarak uymuş idi. Cibril’in (a.s.) takaddüm etmesi, talimin
husule gelmesi için yanında bulunmasından daha beliğdir. Tıpkı Rasulullah’ın
(s.a.v.) minberde iken, onlara namazını öğretmek ve kendisine uymalarını
sağlamak için namaz kıldırdığı gibi.242 Nitekim bu öğretmekten dolayı idi. Aynı
şekilde kişinin cemaate imam olduğu zaman yüksek bir yere çıkması,
Rasulullah’ın (s.a.v.) nehyinin kapsamında değildik.243
(242) Buhari: 1/409,
Namaz’da: Satıhlarda, minberlerde ve odunlar üzerinde namaz babında ve Mesacid
bölümünde: Minberin ağaçları hakkında marangoz ve istakarlardan yardım isteme
babında; Müslim: 544, 545, Mesacid bölümünde: Namazda bir ve iki adım atmanın
cevazı hakkındaki babda rivayet etmişlerdir.
(243) ebu Davud: 597,
598, Namaz’da: imam kavmin (cemaatin) konumundan da yüksek bir makamda durur
babında; şafii: 1/137, 138 rivayet etmişlerdir. isnadı sahihtir. ibni Hibban:
373’de sahihlemiştir. Hakim: 1/210’da sahih saymıştır.
Ebu Bekre kıssasına
gelecek olursak; burada; safa girmeden önce, rüküdan başını kaldırma olayı
yoktur. şayet bu sabit ise ancak buna temessük etmek mümkün olur. ama buna bir
yol yoktur. Nitekim imam-ı ahmed’den:
“Safsız olarak rükü
eden sonra da, daha imam rüküdan başını kaldırmadan, rükü eder vaziyette safa
gidecek olursa” ile ilgili rivayeti ihtilaf etmiştir. Kendisinden bu konu ile
ilgili üç rivayeti vardır:
1- Mutlak olarak
sahihtir. Bu rivayetin delili: şüphesiz
ki Rasulullah (s.a.v.) ebu Bekre’ye namazını iade etmesini emretmemiştir. aynı
zamanda ona rüküdan başını kaldırmadan önce kavuşup kavuşmadığını da durdurup
sormamıştır. şayet durum farklı olsaydı durdurup ona sorardı.
Said b. Mensur’un
“Sünen” adlı eserindeki rivayetine göre; Zeyd b. Sabit’ten gelen rivayette onun
safa girmeden önce rükü ettiğini sonra da rükü eder vaziyette yerinden
ayrılırdı ve safa ulaşırdı yada namazı kılmazdı (sonra kılardı).”244
(244) Muvatta: 1/165;
Beyhaki: 2/90 ve 3/106, isnadı sahihtir.
2- Bu sahih değildir.
Buna; ibrahim b. Haris, ve Muhammed b. Hakem’in rivayeti ile delil getirmiştir.
Nitekim onunla ve safa rükü ile yetişenin arasını ayırmıştır. Çünkü safa
yetişmeyen bununla rekata da yetişmemiş olur. Dolayısıyla bunu; “şayet
yetişecek olursa secde ederdi” konusu ile benzetmiştir. İşte bu sahabelerin
çoğuna göre en sahih olanrivayettir.
3- şayet nehyi
bilseydi o zaman namazı sahih olmazdı. Aksi takdirde ebu Bekre kıssasında ve
Rasulullah’ın (s.a.v.) ona: “İade etme” demesi sahih oluverirdi. Nitekim nehy
ifsadı icap ettirmektedir. Ancak bunu bilmeyenden terkedilmiştir. Öyleki
kendisine iade etmesi eredilmemiştir. işte bu da Ebu Bekre’nin hali olmuş olur.
İbni abbas’ın ve Cabir’in kendileri tek olarak tekbir almışlar iken, namazın
başında emirlerinin terkedilmeleri hakkındaki kıssaya gelecek olursak; bir defa
bunun öncelikle (cevabı) şudur:
3Kendileri namaza bir
defa o halde namaza başlamamışlardı. Kendileri Rasulullah’ın (s.a.v.) sol
tarafında bulunmakta idiler. Onları ilk durdukları yerden öbür tarafa (sağa)
çevirmiştir. şayet onların böyece ihram tekbiri aldıkları takdir edilecek
olursa, öyleyse tek olarak ihram tekbiri olanın namaz için ihram (iftitah)
tekbiri olması ve namaza girmesi sahihtir. İtibar olunan ancak tek olarak rükü
etme konusudur. aksi halde kim biisi ile beraber olarak rüküdan önce duracak
olursa (tek olarak) namazı sahih olur. şayet tüm (imama) uyanların hepsinin
ihram aldığını itibar da etsek. Hiçbir kimsenin -namazın başından sonuna kadar
(başında) tekbir alması hususunda kendisinin ve yanında olanın ittifak edinceye
dek- tahrimi akd olmaz. Nitekim bu da meşakkatın ve zorluğun en büyüğüdür.
Bundan dolayı aslen buna kimse itibar etmez.
Allah (c.c.) en
iyisinibilir.
Onuncu Delil: ebu
Davud’un “Sünen”inde, İmam-ı ahmed”in “Müsned”inde ebu Derda hadisindeki
rivayetlerinde Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir köyde üç
kişi bulunup ta, ezan okunmasa ve onlarda namazı ikame etmeseler, şüphesiz
şeytan o kimseleri kaplamıştır. Cemaate sımsıkı sarıl! Muhakkak ki kurt ancak
tek kalmış (koyunu) yer.”245
(245) Ahmed: 5/196;
ebu Davud: 547, Namaz’da: Cemaatle namazı terketmek hakkındaki tehditler
babında; Nesai: 2/106, 107, imamet bölümünde: Cemaatı terketmek hakknıdaki
tehtitler babında rivayet etmişlerdir. isnadı hasen’dir. Bunu İbni Huzeyme’de
sahihlemiştir. ibni Hibban: 425; Hakim: 1/236, rivayet etmişler Zehebi de
onaylamıştır.
Bu hadisle delil getirme yönü şöyledir:
3Rasulullah (s.a.v.) şiarı ezan ve namaza
durmak olan cemaatle namazı terkedenlere şeytanın musallat olacağını haber
vermiştir. şayet cemaatle namaz kılmak mendub olsaydı, -kişi yapıp yapmamak
hususunda muhayyer olsaydı- o zaman şeytan, cemaatle namazı ve şiarlarını
terkeden kimseye musallat olmazdı.”
Onbirinci Delil: “Sahih”inde Müslim’in ebu şa’sa
el-Muharibi’den rivayet ettiği hadiste şöyle demiştir:
3Bizler mescitte oturuyorduk. O sırada
müezzin ezanı okudu ve bir adam kalktı gitti. ebu Hureyre (r.a.) de o kişiyi
-mescitten çıkana dek- gözüyle izledi ve ebu Hureyre:
3şüphesiz bu kimse ebu Kasım’a* isyan
etmiştir” dedi.”246 Başka bir rivayette ise:
“Ben dışarıya çıkan bir kimseyi gördü ve
onun hakkında:
3Muhakkak ki bu ebu Kasım’a asi olmuştur”
dedi” buyrulmuştur.”247
(*) Ebu Kasım: Rasulullah’ın (s.a.v.)
künyesi’dir. 5Mütercim).
(246) Müslim: 655, Mesacid: ezan okunduğu
vakit mescitten çıkmaktan nehy babında rivayet edilmiştir. Bu konu sayfa:
110’da geçmiştir.
(247) Müslim: 655, 659, Kitab bölümünde:
Babda geçen bablarda idi.
Bu hadisle delil getirme yönü şöyledir:
“Cemaatle namazı terkedip ezandan sonra
mescidden ayrılan kimseyi, Rasulullah’a (s.a.v.) asi olmakla kılmıştır. Kim
“cemaatle kılmak mendub’tur” derse, işte bunu diyen: “Ezandan sonra (mescidden)
çıkan ve tek başına kılan kimseye: “O allah’a ve Rasulüne isyan etmemiştir”
demektedir.”
Nitekim ibni Münzir bu hadisi cematle namaz
kılmanın vacipliğine delil getirmiştir ve:
“şayet kişi cemaatle kılmak ve kılmamak
hususunda eğer muhayler ise, o zaman hazır olması kendisine vacip olmayanın
cemaatten geri durmasında bir asiliğin olmaması gerek. aynı zamanda “cemaatle
namaz kılmak mendub’tur, dilerse kılar dilerse terkeder” diyen kişi, öyleyse
mescitten çıkmasına da caiz diyecektir. Nmaz için ikamet getiren müezzinde
alınır, hatta oturması bile caiz olmaktadır. imam ve cematle de namazı kılmaz.
Namaz kıldıkları zaman müezzin ayağı kalkar ve tek başına namaz kılar o zaman! şayet
Rasulullah (s.a.v.) ve ashabı bunu böyece yapan kimseyi görselerdi son derece
bunu inkar ederlerdi. Bilakis bundan daha düşük dereceli olanı bile inkar
ederdi. Bu da kendi bineğinde namazı kılmakla yetinip cemaatle namazı terkeden
kimse hakkındaki durumdur. Rasulullah (s.a.v.) o kimseye:
“Sana ne oluyor ki bizimle beraber namaz
kılmıyorsun? Sen müslüman değil misin?” demiştir.248
(248) Geçmişti. ahmed:
4/34; Nesai: 2/112, imamet bölümünde: Cemaatle namazı iade babında; Muvatta:
1/132, Bunu ibni Hibban’da sahihlemiştir: 433; Hakim: 1/244, rivayet
etmişlerdir.
Aynı zamanda namaz
kılıp sonrada mescide giden kimse hakkında da cemaatle namaz kılmayı emretmiş
ve:
“Evlerinizde vs. namaz
kıldığınız vakit onunla beraber farzı kılınız. Çünkü bu sizin için nafiledir”
demiştir.249
(249) ahmed: 4/160,
161; ebu Davud: 575, Namaz’da: Evinde namazı kılan sonra da cemaate yetişse ve
onlarla namaz kılarsa babında; Nesai: 2/112, 113, imamet bölümünde: Tek başına
kılanın cemaatle beraber sabahı iade etmesi babında; Tirmizi: 219, Namaz’da:
Tek başına namaz kılan sonra da cemaate yetişen kimsenin hakkındaki babda;
Hadisin isnadı sahihtir. Tirmizi: “Hasen, sahihtir” demiştir.
Onikinci Delil:
Sahabelerin icması, (Allah hepsinden razı olsun). Biz onlardan gelen görüşleri
zikredelim: Az önce de geçtiği gibi ibni Mesud (r.a.):
“Bizi şüphesiz ki
gördüm de. Cemaatle namazdan ancak nifakı bilinen münafık geride kalır
(kılmaz).” buyurmuştur. imam-ı ahmed şöyle dedi:
3Bizlere Veki hadisi
tahdis etti. onlara Süleyman b. Mugire, o da ibni Musa Hilali, o da ibni
Mesud’dan rivayet etmiştir. Kendileri şöyle demişlerdir:
3Her kim ezanı işitir
ve özür olmadığı halde icabet etmezse, onun namazı yoktur.”
hmed yine şöyle
demiştir:
“Bizlere Veki hadisi
tahdis etti. Ona da Mesar hadisi tahdis etmiştir. o da ibni Husayn, o da ebi
Berde, o da ebu Musa el-Eş’ari’den rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle
demiştir:
3Kim münadiyi işitir
de özürsüz olarak icabet etmezse, onun namazı yoktur.”
ahmed dedi ki:
3Bize Veki hadisi
tahdis etti. O da Süfyan, o da ebu Hayyan et-Teymiy oda babasından o da ali4den
rivayet etmişlerdir. Kendileri şöyle demiştir:
3Mescide komşu olanın
anamazı ancak mescidde (kabul olur).” Bunun üzerine:
3kim mescide komşudur
ki?” diye sorulunca;
“Kim nidayı (ezanı)
duyarsa o” diye cevap vermiştir.”250
(250) Sayfa: 89’da tahriç geçmişti.
Said b. Mansur dedi ki:
“Huseym bize hadisi
tahdis etti. Onlara da mensur haber vermiştir. O da Hasan b. ali4den
rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
“Kim nidayı işitirse
ve gitmezse namazı (özür hariç) başının üstünden yükselmez.”
abdurrazzak dedi ki:
“Enes’den o da Ebu
ishak’tan, o da Haris’ten, o da ali4den rivayetü etmiştir. şöyle demiştir:
“Her kim mescidin
etrafından nidayı işitirse ve kendisinin özrüde olmayın sağlıklı da bulunsa, o
kimsenin namazı yoktur.”
Vaki dedi ki:
Abdurrahman b. Husayn4dan, o da ebu Nuseyb el-Mekki’den, o da ebu Hureyre4den
rivayetle kendileri şöyle demiştir:
3şüphesiz bir
insanoğlunun iki kulağına eritilmiş kurşun akıtılması, onun nida edeni
(müezzini) işitip sonra da icabet etmeyenden daha hayırlıdır.”
İmam-ı ahmed dedi ki:
3Bizlere Veki hadisi
tahdis etti. O da Süfyan’dan, o da Mansur’dan, o da Adiy b. Sabit’ten, o da
mü’minlerin annesi olan Aişe’den (r.a.) rivayet etmiştir. Rasulullah 5s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
3Kim münadiyi
(müezzini) işitirse ve özür olmadığı halde icabet etmezse hayırı bulamaz ve
hayır ona gelmezde.”
Veki dedi ki:
3Bize şu’be hadisi
anlattı. o da Adiy b. Sabit’ten, o da Said b. Cübeyr4den, o da İbni abbas’tan
rivayetle, şöyle demiştir:
3Kim nidayı işitirse
sonra da özürü bulunmadığı halde icabette bulunmazsa, onun namazı yoktur.”251
(251) İsnadı sahihtir.
Bu Darekutni: 161; ibni Mace: 793’de rivayetledir. Bunu İbni Hibban: 426’da
sahihlemiştir.
Abdurrazzak, Leys’den
o da mücahid’den rivayetle şöyle demiştir:
“Bir adam ibni
abbas’a: “adamın birisi göndüzleri oruç tutuyor, geceleri namaz kılıyor ancak
cumaya gitmiyor ve cemaatla da kılmıyor?” diye sordu. Bunun üzerine ibni abbas:
“O ateşte’dir”dedi.
Bir gün sonra yine ondan sorunca o yine:
“O ateştedir” dedi. Dedi ki:
“Bir aya yakın bir zaman sonra (o konuyu
unutunca) yine ondan sorunca yine ibni abbas:
“O ateştedir” dedi.”252
(252) Tirmizi: 218 rivayet etmiştir.
Hadisin senedinde Leys b. ebi Süleym bulunmaktadır.
(*) Yanı namazın sahih olması için cemaatle
kılınmayı şart koşanlar. (Mütercim).
(253) Sayfa: 118, 119’da geçmişti.
(254) Tirmizi: 36, Namaz bölümünde: Bir
kişi bir kavime iman olsa onlarda imamı kerih görseler babında rivayet
etmiştir. Hadisin isnadı hasen’dir.
(255) Tirmizi: 1863, Eşribe bölümünde: İçki
için kimse hakkındaki babda; ibni Mace: 3377, eşribe bölümünde: Kim içki içerse
babında; ebu Davud: 368, Eşribe bölümünde: Sarhoşluktan nehy babında ibni abbas
hadisinden rivayet etmişlerdir. Hadis sahihtir.
(256) Buhari: 2/110, Cemaat bölümünde:
Cemaatle namazın fazileti hakkındaki babda; Cemaatle sabahı kılmanın fazileti
hakkındaki babda; Müslim: 650, Mesacid ve namazın konumları bölümünde: Cemaatle
namazın fazileti babında; Muvatta: 1/129, Cemaatle namaz hakknıdaki bölümnde:
Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınandan daha faziletli olduğu babında
rivayet etmişlerdir.
(257) Buhari: 2/113,
114; Müslim: 649’da rivayet etmişlerdir.
(258) Müslim: 656,
Mesacid: Yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılma babında rivayet etmişlerdir.
(259) ebu Davud: 575,
576, Namaz’da: Evinde namaz kılan sonrada cemaatı yetişip onlarla namaz kılarsa
babında; tirmizi: 219, Namaz’da: Tek başına namaz kılanın sonradan cemaate
yetişip kılması babında; Nesai: 2/112, 113, imamet’de: Tek başına sabahı
kılanın cemaatle beraber iade etmesi hakkındaki babda rivayet etmişlerdir.
isnadı sahihtir.
(260) Geçen hadis
tahricine bakınız.
(261) Sayfa: 50’de
geçti.
(262) Bilat:
Medine’nin yakınlarında bilinen bir yerin ismidir.
(263) ebu Davud: 579,
Namaz’da: Namaz kılarsa kişi sonrada cemaate yetişse iade etmez babında; Nesai:
2/114, İmamet bölümünde: Mescidde cemaatle imala birlikte namaz kılan kimseden
namazının düşeceği hakkındaki babda; ahmed: 2/19, 41’de rivayet etmişlerdir.
isnadı hasen’dir.
(264) Ebu Davud: 796,
Namaz’da: Namazın nakışlığı hakkındaki babda; ahmed, Müsned; ibni Hibban:
“Sahihinde” ve başkaları ammar b. Yasir’in rivayet ettikleri hadisten rivayet
etmişlerdir: “Muhakkak ki kişi namazı bitince ona namazının (ecri) hakknıda
onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri,
dörtte biri ve yarısı kadar yazılır.” Hadis sahihtir.
(265) önce geçen hadis
bu sözün manasında bulunmaktadır.
(266) Buhari: 4/481,
Kısaltmanın babları bölümünde: Oturanın namazı babında ve ima ile oturarak
kılan babında; Tirmizi: 371, Namaz’da: Oturarak namaz kılanın ayakta
kılanınkinin yarı sevabı olduğu ile ilgili babda; ebu Davud: 951, Namaz’da:
Oturarak namaz kılmanın hakkında babda; Nesai: 3/223, 224, Gece namazı, güdüz
de nafileler hakkındaki bölümde: Kendisi yan yatan olduğu halde oturanın ayakta
olana fazileti babında rivayet etmişlerdir.
(267) Buhari: 2/483,
Namaz’da kasr hakkında: Oturmaya gücü yetmiyorsa yan yatarak kılar babında;
Tirmizi: 372, Namaz bölümünde: Oturarak kılanın ayakta kılanın namazının yarı
ecri aldığı babda; ebu Davud: 952, Namaz’da: Oturarak namaz hakkındaki babda
rivayet etmişlerdir.
(268) Müslim: 656;
Muvatta: 1/132; ebu Davud: 555; Tirmizi: 221.
(269) Müslim: 1164,
Oruç’da: Sevval’da altı gün oruç tutmanın müstehap olduğu babında; Tirmizi:
759, Oruç’da: şevval ayında altı gün oruç tutmak ile ilgili babda; ibni Mace:
1716, Oruç’da: şevval ayında altı gün oruç tutma hakkındaki babda; ebu Davud:
2433, Oruç’da: şevval ayında altı gün oruç hakkındaki babda rivayet ettiler.
(270) Muvatta: 1/144,
Namazın kasr edilmesi bölümünde: Hazır ve seferde iken iki namazın cem edilmesi
babında; Müslim: 705, 49, Misafirlerin namazı bölümünde: Mukim iken iki namazın
arasını cem etme babında; ebu Davud: 1210’da rivayet etmişlerdir.
(271)-(272)-(273)
Bunların tahriçleri için sayfa: 130’a bakınız.
(274) Buhari: 2/121,
Cemaatle namaz hakkındaki babda, imam kendisine uyulması için kılınmıştır
babında; Müslim: 411, Namaz bölümünde: Cemaatın imama uyması babında; Tirmizi:
361, Namaz bölümünde: imam oturarak kılarsa onlarda oturarak kılarlar babında; şafii
“Risale” adlı eserde ‘rak’ 696, rivayet etmişlerdir.
(276) Buhari: 6/290,
292, Enbiya bölümünde: Yüce Allah’ın: “Yüce allah ibrahimi halil edindi”
ayetinin babında; Müslim: 520, Mesacid bölümünde: Mescitler ve namazın yerleri
babında; Nesai: 2/32, Mesacid bölümünde: Hangi mescit daha önce bina edilmiştir
hadisi ile ilgili babda rivayet etmişlerdir.
(277) Nesai: 2/56,
Mesacid bölümünde: Develerin sulama yerlerinde namaz kılmanın ruhsatı
hakkındaki babda rivayet etmiştir. isnadı sahihtir.
(278) Bu hadisin
tahrici sayfa: 110’da geçmişti.
(279) Sayfa: 79’da
geçmişti.
(280) Buhari: 2/200,
202, Namazın sıfatı bölümünde: İmam ve uyanlara kıraatin vacibliği babında ve
“Namazında rüküyu tam yapmayana Rasulullah’ın (s.a.v.) iade etmesini emretmesi
babında; Müslim: 397, 46, Namazda her rekatta Fatiha4nın vücubiyeti babında;
ebu Davud: 809, Namaz’da: Rüku ve secdesinde sırtını dik tutmayanın hakkındaki
babda; Tirmizi: 303, Namaz’da: Namazın aqvasfı babında; Nesai: 2/124, iftilah
bölümünde: Namazın tamamlanması babında rivayet etmişlerdir.
(281) Müslim: 395,
Namaz’da: Her rekatta Fatiha’nın okunmasının vacip olduğu babda; Muvatta: 1/84,
Namaz’da: imam sesli okumadığı zaman kıraatın imamın arkasında okuma babında
rivayet etmişlerdir. Hadiste geçen “Hidac” ın manası: Noksanlık, eksiklik
demektir. Deve hidac doğurdu denilince yavrusunu önceden doğurması (eksik
doğurması) manasına gelmektedir.
(282) Buhari: 2/200,
202, Namazın sıfatı bölümünde: Kıraatın vacipliği babında; Müslim: 394,
Namaz’da: Her rekatta Fatiha4yı okumanın vacipliği babında; ebu Davud: 822,
Namazda; Tirmizi: 247, Namaz bölümünde; ibni Mace: 837; Nesai: 2/137, 138’de
rivayet etmişlerdir.
(*) Tesmi: “Semi
Allahu limen hamideh” demektir. 5Mütecim).
(283) Ebu Davud: 869,
Namaz’da: Rükü ve secdesinde kişi ne der babında; ibni Mace: 887, Namazın
ikamesi hakkındaki bölümde: Rükü ve secdede tesbih babında; Darimi: 1/299,
Rüküda neler denilir babında rivayet ettiler. İsnadı hasen4liğe uymaktadır.
Ukbe’den gelen ravi hariç öbürleri sika (güvenilir) dirler. O da iyas b.
amir’dir. Aclu dedi ki: “Bunda bir beis yoktur. ibni Hibban onu “sikalar” adlı
eserinde zikretmiştir. Hafız dedi ki: ibni Huzeyme de onu sahihlemiştir.”
Hakim: 2/477’de de onu sahihlemiş, Zehebi de onaylamıştır.
(284) Buhari: 2/200,
Namazın sıfatı babında; amin demenin babında; Muvatta: 1/88, Namaz4da: imamın
arkasında amin demek hakkındaki babda rivayet ettiler.
(285) Buhari: 1/278,
abdest’de: Rasulullah (s.a.v.) ve insanların Bedevi’yi terketmeleri sonucu onun
mescide işemesi babında; Müslim: 284, 285, abdest bölümünde: Mescitlerde bevl
vs. gibi necasetler bulunduğu zaman orasının yıkanılmasının vacibliği babında;
ahmed: 2/239; Tirmizi: 147, Taharet’de yere isabet eden sidik hakkındaki babda;
ebu Davud: 380, Taharette yere isabet eden sidik hakkındaki babda rivayet
ettiler.
(286) Tirmizi: 302,
Namaz bölümünde: Namazın vasfı hakkındaki babda; ebu Davud: 857, 858, 859, 860,
861, Namaz’da: Rükü ve secdesinde sırtını dümdüz yapmayan hakkındaki babda;
Nesai: 2/193, İftitah bölümünde: Rüküda zikretmenin terki hakkındaki ruhsat
babında; ahmed: 4/340; şafii “Um” adlı eserde: 1/88; Darimi: 1/305, 306,
rivayet etmişlerdir. ibni Hibban: 484, sahihlemiştir. Hadis ise sahih bir
hadistir.
(287) Müslim: 218,
Hacc bölümünde: Rasulullah (s.a.v.) hacc babında; ebu Davud: 1905, Hacc’da:
Rasulullah’ın (s.a.v.) hoca hakkındaki babda; Tirmizi: 862, Hacc’da: Merve’den
önce Safa’da başlanılması gerekenler ile ilgili babda rivayet etmişlerdir.
(288) ahmed: 1/123,
129; şafii: 1/69; ebu Davud: 61, Taharet bölümünde: abdestin farzı babında;
Tirmizi: 3; ibni Mace: 275, rivayet etmişlerdir. İsnadı da hasen’dir.
(289) Ahmed: 4/122;
Ebu Davud: 855, Namaz’da: Rükü ve secdesinde sırtını tam yapmayanın namazı
babında; Tirmizi: 265, Namaz’da: Sırtını rükü ve secdesinde tam yapmayanın
namazı hakknıdaki babda; ibni Mace: 870, Namazın ikameti babında; Namazdaki
rükü hakkındaki babda rivayet etmişlerdir. isandı sahihtir. ibni Hibban’da
501’de sahihlemiştir.
(290) ahmed: 4/23;
ibni Mace: 971. Hadis sahihtir.
(291) Ahmed: 4/428,
444; ebu Davud: 862, Namaz’da: Sırtını dümdüz yapmayanın namazı hakkındaki
babda; Nesai: 2/214, Namaz’da: Kargalar gibi hızlı hareket etmenin nehyi
babında; ibni Mace: 1429, Namazın ikameti bölümünde: Namaz kıldığı mescitte bir
mekana konması hakkındaki babda rivayet etmiştir. isnadı sahihtir.
(292) Bu lafızla
rivayet bulamadım. Ancak bu hadisin manasında çeşitli hadisler vardır.
(293) Müslim: 622,
Mesacid’de: ikindi namazını erkene almanın faziletliliği babında; Tirmizi: 160,
Namaz’da: ikindi namazında acele etmenin hakkındaki babda; Nesai: 1/254,
Mevakit bölümünde: ikindiye ertelemedeki tehtitler babıda rivayet etmişlerdir.
(294) Sayfa: 119’da
geçti.
(295) İbni Huzeyme,
Sahihinde: 665; İsandı Hasen’dir. Heysemi “Mecma” adlı eserinde şöyle dedi: “Bunu
Taberani “Kebir” adlı eserinde ve Ebu Ya’la rivayet etmişlerdir. isnadı
hasen’dir. 2/121.
(296) Buhari: 2/227,
Namazın sıfatı da: Rüküyu tam yapmazsa babında ve secdeyi tam yapmazsa babında;
Nesai: 3/57, 59, Namazın eksiltilmesi babında rivayet etmişlerdir.
(297) ahmed: 5/310,
Bunu Hakim sahihlemiştir. Zehebi de onaylamıştır. Hadiste bu ikisinin dediği
gibidir; muvatta: 1/167, Hadis mürsel olup, Numan b. Murra’dan sahihtir.
(298) Ben bunu
“müsned”de bulamadım. Bunu şüphesiz abdurrezzak Selman’ın sözünden mevkuf
olarak rivayet etmiştir. 3750; Bu “Namaz” kitabında olup, senedsiz olarak imamı
Ahmed’e nisbet edilmiştir.
(299) Bendeki
kaynaklarda bulamadım.
(300) Buhari: 2/11;
Namazı vakitleri bölümünde: Namazı vaktinden zai etme babında rivayet
etmişlerdir.
(301) Buhari: 2/11,
Namazın vakitleri bölümünde: Namazı vaktinden zai etme babında rivayet
etmiştir.
(302) Buhari: 706,
Ezan bölümünde: Namazın icaz edilmesi ve tam kılınması babında; Müslim: 469,
Namaz’da: Tamamlamak hususunda imanlara namazı hafif kıldırmaları hakkındaki
babda; Tirmizi: 237, Namaz bölümünde: Kişi imam olduğu vakit insanlara namazı
hafif tutması hakkındaki babda; Nesai: 2/94, imamet bölümünde: imamın hafif
tutması hakkındaki babda rivayet etmişlerdir.
(303) Buhari: 2/169,
Cemaatle namaz bölümünde: Çocuğun ağlaması sırasında namazı hafif tutan
babında; Müslim: 469, 192, Namaz’da: Tamamlamak hususunda imamların namazları
hafif tutmaları babında; tirmizi: 376, Namazda; Nesai: 2/95, İmamet bölümünde:
imamın hafif tutması ile ilgili babda rivayet etmişlerdir.
(304) ebu Davud: 888,
Namaz’da: Rükü ve sücud miktarı babında; Ahmed: 3/162, 163; Nesai: 2/224, 225,
İftitah’da, secde de tesbihat adetlerinin babında rivayet ettiler. Senedinde:
Vehb b. Manus vardır. ibni Hibban hariç ona güvenen olmamıştır. ibni Kattan da:
“Hali meçhuldür” demiştir.
(305) Buhari: 2/248,
Namazın sıfatı bölümünde: İki secde arasında bekleme babında; Müslim: 472,
Namaz’da: i’tidalli olmak namazın rükünlerindendir ve tamam etmek hakkında
namazı hafifletmek babında rivayet etmişlerdir.
(306) ebu Davud: 853,
Namaz’da: Rükü da kıyamı uzatmak ve iki secde arasınnda (beklemeyi uzatmak)
babında rivayet etmiştir. Hadis sahihtir.
(307) Buhari: 2/239,
Namazın sıfatı bölümünde: Rüküdan başı kıldırınca mutmain olma babında; Müslim:
471, Namaz’da: itidalli olmak namazın rükünlerindendir. Tam olarak da
hafifletme babında; ebu Davud: 854, Namaz’da: Rükü’dan ayağı kalkınca uzatma ve
iki secde arasını da (uzatma) ile ilgili babda rivayet ettiler.
(308) Buhari: 2/239,
Namazın sıfatında: Rüküdan başı kıldırınca mutmain olma babında; Müslim: 471,
194, Namaz’da: İtidalli olmak namazın rükünlerindendir. Tam olarak da
hafifletme babında; ebu Davud: 852, Namaz’da: Rüküdan ayağı kılkınca uzatma
babında; Tirmizi: 279, Namaz’da: Rüküdan başı kaldırdığı zaman sırtın dümdüz
kılınmasının hakkındaki babda rivayet ettiler.
(309) Buhari: 2/228,
Namazın sıfatı bölümünde: Rüküda sırtın dümdüz edilişi babında rivayet
etmiştir.
(314) Buhari: 2/209,
Namazın sıfatı bölümünde: Sabah namazındaki kıraat babında; Müslim: 647,
Mesacid’de: Sabah namazında tekbirin mestehaplığı babında; Nesai: 2/157,
İftilah bölümünde: Sabah namazında altmış ile yüz ayet okuma babında rivayet
etmişlerdir.
(315) Müslim: 455,
Namaz’da: Sabah namazında kıraat hakknındaki babda; ebu Davud: 648, 649,
Namaz’da: ayakkabı ile namaz babında; Nesai: 2/176, İftitah bölümünde: Bazı
sureler babında rivayet ettiler. Buhari’de “Ezan” bölümünde: 3Bir rekatta iki
sureyi cem etmek babı” diye talikte bulunmuştur.
(316) ayetin manası:
“Ve tomurcukları üstüste binmiş büyük ve yüksek hurma ağaçlarında” (Kaf Suresi:
10) (Mütercim)
(317) Müslim: 457,
Namaz’da: Sabah namazındaki kıraat babında; Tirmizi: 306, Namaz’da: Sabah
namazı hakkındaki kıraat babında; Nesai: 2/157, İftitah’da: Sabah namazında
“Kaf” suresi ile başlama babında rivayet ettiler.
(318) Müslim: 458,
Namaz’da: Sabah namazında kıraat babında rivayet etti.
(319) Müslim: 409,
Namaz’da: Sabahın kıraati babında; ebu Davud: 806, Namaz’da: Öğle ve ikindi
namazında kıraatın kadri babında; Nesai: 4/166, iftitah’da: ilk rekattaki
kıraat babında rivayet ettiler.
(320) Müslim: 458,
169, Namaz’da: Sabah namazındaki bab hakkında rivayet etmiştir.
(321) Buhari: 2/210,
Namazın sıfatında: Sabah namazında kıraati sesli okumanın babında rivayet etti.
(322) Buhari: 2/203,
Namazın sıfatı bölümünde: akşam namazındaki kıraat baında; Müslim: 462,
Namaz’da: Sabah namazındaki kıraat babında; Muvatta: 1/78, Namaz’da: akşam ve
yatsı kıraati hakkındaki bablarda rivayet ettiler.
(323) Buhari: 3/205,
Namazın sıfatı bölümünde: akşam namazının kıraati babında; ebu Davud: 812,
Namaz’da: akşam namazının kıraatinin kadri babında; Nesai: 169, 170,
iftilah’da: akşam namazında “Elif lam mim sad” ile başlayıp okuma babında
rivayet etmiştir.
(324) Nesai: 2/170,
İftitah’da: akşam namazında “Elif lam mim sad” ile okuma babında rivayet
etmiştir. Hadis hasen’dir.
(325) Nesai: 2/169,
İftitah’da: akşam namazında “Ha mim Ed-Duhan”ı okuma babında rivayet etti.
Hadisin mesnedinde Muaviye b. abdillah b. Cafer b. ebi Talib vardır. Ona ibni
Hibban ve Aclu hariç güvenen olmamıştır. Diğer ricali ise güvenilirdirler.
(326) Buhari: 2/206,
Namazın sıfatı bölümünde: akşamda cehren okuma babında ve tefsir bölümünde, tur
suresi babında; Müslim: 463, Namazda: Sabah namazında kıraat babında rivayet
ettiler.
(327) Buhari: 2/208,
Namazın sıfatında: Yatsıda cehren okuma babında ve yatsıda kıraat babında;
Müslim: 464, Namaz’da: Yatsıda kıraat babında; Muvatta: 1/79, 80, Namaz’da:
akşamla yatsının kıraati babında; ebu Davud: 1221, Namazda: Seferde namazın
kıraatinin kasrı babında; Tirmizi: 310, Namazda: Yatsı namazının kıraati
babında; Nesai: 2/173, iftitah’da: Bunda “Vettini vezzeytuni” ile okuma babında
rivayet etmişlerdir.
(328) Buhari: 2/208,
Namazın sıfatında: Yatsıda cehren okuma babında ve yatsıda okuma ve secde etme
babında; Müslim: 578, Mesacid: Tilavet secdesi babında rivayet ettiler.
(329) ahmed: 5/355;
tirmizi: 309, Namaz’da: Yatsı namazının kıraati hakknıda gelenler babında
rivayet ettiler. Tirmizi hasenlemiştir. Hadiste ikisinin (Ahmed-Tirmizi)
dedikleri gibidir. Tirmizi: 2/173, iftitah’da: Yatsının son vaktinde “Ve şemsi
ve duha-ha” ile okuma babında rivayet ettiler.
(330) Buhari: 2/164;
İmam namazı uzattığında, kişinin de bir ihtiyacı olduğu vakit çıkar ve namaz
kılar babında; Müslim: 465, 179, Namaz’da: Yatsı namazının kıraati babında
rivayet ettiler. Lafız da onundur.
(331) Müslim: 454,
Namaz’da: Öğle ve ikindinin namazlarının kıraatleri hakkındaki babda rivayet
ettiler.
(332) Buhari: 2/216,
Namazın sıfatında: Sen iki rekatla Fatiha’ları okur babında ve ikindi namazının
kıraati babında; Müslim: 451, Namaz’da: Öğle ve ikindi namazının kıraati
babında; ebu Davud: 708, Namaz’da: Öğle namazının kıraati babında; Nesai:
2/164, 165, İftitah bölümünde: Öğle namazının ilk rekatında kıyamın uzatılması
babında rivayet etmişlerdir.
(333) Ebu Davud: 800,
Namaz’da: Öğle namazının kıraati babınnda rivayet ettiler. Hadis sahih bir
hadistir.
(334) ahmed: 4/356.
isnadında ise meçhul bir ravi bulunmaktadır.
(335) Buhari: 2/217,
Namazın sıfatı bölümünde: ilk rekatta uzatır babında ve öğlenin kıraati
babında; Müslim: 453, Namaz’da: Öğle ve ikindinin kıraati babında; ebu Davud:
803, Namaz’da: Sen iki rekatın hafif tutulması babında rivayet ettiler.
(336) Müslim: 452,
Namaz’da: Öğle ve ikindinin kıraati babında; ebu Davud: 804, Namaz’da: Son iki
rekatın hafif tutulması babında rivayet edilmiştir.
(337) Müslim: 452,
157, Namaz’da: Öğle ve ikindi namazlarının kıraati babında rivayet ettiler.
(338) Müslim: 459,
Namaz’da: Sabah namazının kıraati babında; Ebu Davud: 806, Namaz’da: Öğle ve
ikindi namazlarının kıraatleri hakkındaki miktar babında; Nesai: 2/166,
İftitah’da: ikindi namazının ilk iki rekatının kıraati babında rivayet ettiler.
(339) Müslim: 460,
Namaz’da: Sabah namazının kıraati babında rivayet etmiştir.
(340) Ahmed: 5/103;
ebu Davud: 805, Namaz’da: Öğle ve ikindi namazlarının kıraatleri hakkında
miktar babında; Tirmizi: 307, Namaz’da: Öğle ve ikindinin kıraati babında;
Nesai: 2/166, iftitah bölümünde: ikindi namazındaki ilk iki rekatın kıraatın
babında rivayet etmiştir. Hadis sahih bir hadistir. Tirmizi ve başkaları da
bunu sahih görmüştür.
(341) Nesai: 2/163,
iftitah’da: Öğlenin kıraati babında rivayet etti.
(342) ebu Davud: 807,
Namaz’da: Öğle ve ikindi namazının kıraatinin miktarı babında rivayet etti.
Senedinde Umeyye vardır. Kendisi meçhul bir ravi’dir.
(343) 2/163, 164,
İftitah bölümünde: Sabah namazında kıraat babında rivayet etti. İsnadı da Ebu Bekr b. Nadr b. enes vardır. Meçhul birisidir. Lakin hadisin
buna benzer şahitleri vardır. Bazıları bunu güçlendirmektedir.
(344) Muvatta: 1/82,
Namaz’da: Sabah namazının kıraati babında; İsnadı kopuktur. Bunu abdurrezzak da
“Musannaf” adlı eserinde rivayet etmiştir. Hafız bunu “el-Feth” adlı eserinde
sahihlemiştir. Aynı zamanda şöyle demiştir: “Darekutni kuvvetli bir senetle
ibni abbas’dan, onun her rekatta Fatiha suresini ve Bakara’dan bir ayeti
okuduğunu rivayet etmiştir.”
(345) Muvatta: 1/82,
Namaz’da: Sabah namazının kıraati babında rivayet etmiştir. Lafzı da şöyledir:
“.... o namazda da Yusuf, Hacc surelerini yavaş olarak okudu.” isnadı sahihtir.
(346) buhari: 2/168,
Cemaatle namazda: uzattığı zaman kim imamı şikayet ederse, imamın kıyamda rükü
ve secdeyi de tam yapmanın hafif tutulması ile ilgili babda ve İlim bölümünde:
Öğüt ve öğretme de kızkınlık babında; Müslim: 466, Namaz’da: Tamam yapmak
hususunda imamlara namazları hafif tutmaları ile ilgili babda rivayet ettiler.
(347) Buhari: 2/168,
Cemaatle Namaz’da: Tek başına kişi namaz kıldığında istediği kadar uzatır
babında; Müslim: 467, Namaz’da: Tamamlama hususunda imamlara hafif tutma emri
hakkındaki babda; Muvatta: 1/134, Cemaatla namaz bölümünde: cemaatle namazda
amel babında; ebu Davud: 794, 795, Namaz’da: Namazın tahfifi babında; Nesai:
2/94, İmamet’de: imamın tahfifi ile ilgili ne gerekir babında; Tirmizi: 236,
Namaz’da: imam olunca insanlara hafif tutması ile ilgili gelenler babında.
(348) Müslim: 468,
Namaz’da: Namazın hafif tutulması ile ilgili imamlara emir babında rivayet
ettiler.
(349) Müslim: 468,
187, Namaz’da: imamlara namazı hafif tutmaları ile ilgili emir babında rivayet etmiştir.
(350) Sayfa: 147’de
geçmişti.
(351) Sayfa: 147’de
geçmişti.
(352) Ahmed: 4/217;
ebu Davud: 531, Namaz’da: Müezzinlikten ecir (ücret) alma babında; Nesai: 2/23,
ezan’da: ezanından ücret almayan müezzinin edinilmesi babında rivayet etmiştir.
İsnadı sahihtir.
(353) Ebu Davud: 885,
Namaz’da: Rükü ve secde miktarı; Ahmed: 5/6’da rivayet ettiler. Hadisin
isnadında meçhul bir ravi vardır.
(354) Ebu Davud: 4904,
edeb bölümünde: Hased babında rivayet etti. İsnadında: ibni Ebel Amya vardır.
Meçhul bir ravi’dir.
(355) Sayfa: 142’de
tahrici geçmişti.
(356) Nesai: 2/166,
İftitah: Kıyamın ve kıraatın hafif tutulması ile ilgili babda rivayet ettiler.
İsnadı da hasen’dir.
(357) Buhari: 2/250,
Namazın sıfatında: Kendisi secdeden indiği sıra tekbir alması ve rüküda tekbiri
tamam söylemesi babında; Müslim: 393, Namaz’da: Her inişte tekbiri getirme
babında rivayet etmişlerdir
(358) Buhari: 2/162,
164, Cemaatle namaz’da: İmam uzattığı zaman.... ve imam uzattığı zaman şikayet
etme babında; Müslim: 465, Namaz’da: Yatsının kıraati babında rivayet ettiler.
(359) ebu Davud: 816,
Namaz’da: Kişi iki rekatta da aynı sureyi tekrar edip (okursa) babında rivayet
etmiştir. İsnadı da sahihtir.
(360) Sahihi Müslim’de
amr b. Haris’den “Velleyli iza yağsa “ ibaresi yoktur. Bilakis onda hadisin
kendisi mevcuttur. Lakin “Velleyli iza asase” vardır. Rakamı ise: 457,
Namaz’da: Sabah namazının kıraati babında; ebu Davud: 817, Namaz’da: Sabah
namazının kıraati babında rivayet ettiler.
(361) Ebu Davud: 1462,
Namaz’da: Muavizeteyn hakkındaki babda; Nesai: 8/252, 253, İstiaze’de
başlangıcında rivayet ettiler.
(362) ahmed: 4/144,
150; Ebu Davud: 1462’de rivayet ettiler.
(363) Ey Allahım! Gab senin ilmindedir.
Mahlukatına da kadirsin. şayet yaşamam hakkımda hayırlı ise beni yaşat. Ölüm
benim için hayırlı ise beni öldür. Hem gayb ve hem de şahitde (açıklıkta) senin
haşyetini istiyorum. Hakk kelimesini de kızgınlık ve rıza da diliyorum.
Fakirlik ve zenginlikte de maksadı... Yüzüne de nazırı lezzeti .... Seninle de
karşılaşmayı şevkle istiyorum. Zarar veren bir darlıktan ve sapıtan bir
fitneden de sana sığınırım. ey Allahım! Bizleri iman süsü ile süsle. Hidayete
ermiş olanlara da hidayetçiler (önderler) kıl.” Ahmed: 4/264; Nesai: 3/54, Sehu
bölümünde: Zikirden sonra dua babında rivayet ettiler. Bunu ibni Hibban 509’da
iyi bir senedle sahihlemiştir.
(264) Sayfa: 159’da geçmişti.
(265) Buhari: 4/86, Kur’an’ın faziletleri
hakkında: Kur’an-ı okuması ile riya yapanın günahı babında...., ve 361’de
Menakıb bölümünde: islam’da nübüvvet alametleri babında; Müslim: 1064, 148,
Zekat’da: Hariciler ve sıfatları babında rivayet ettiler.
(266) Buhari: 1/77,
88, 11/254, 255; Nesai: 8/121, 122’de rivayet ettiler.
(267) Ahmed: 3/199.
(268) Sayfa: 162’de
geçti.
(269) Bunun tahrici
sayfa: 159’da geçti.
(270) Sayfa: 162’de
geçti.
(271) Sayfa: 155’de
geçti.
(272) Sayfa: 163’de
geçti.
(273) İbni Mace: 833,
Namazın ikametin’de: akşam kıraati babında rivayet etti. “Feth” adlı eserde
Hafız şöyle dedi: Bu (illetli) olması ile beraber isnadı sahihtir. Darekutni
dedi ki: Bazı ravileri hata yapmıştır.
(274) Sayfa: 159’da
geçti.
(275) Sayfa: 154’de
geçti.
(276) Bu geçti: Sahihi
Müslim: 454, Namaz’da: öğle ve ikindi namazlarındaki kıraat hakkındaki babda
rivayet etti.
(277) Sayfa: 148’de
geçti.
(278) Sayfa: 148’de
geçti.
(279) enes besmelenin
terkini Buhari4de rivayet etmiştir: 2/118, Namazın sıfatında: Tekbirden sonra
ne denilir babında; Müslim: 399, Namaz’da: Bismillahirrahmanirrahim sesli
söylenmez, diyenin delili babında; Muvatta: 1/81; ebu Davud: 282, Namaz’da:
Bismillahirrahmanirrahim demeyi sesli yapılmaz diyenler babında; Tirmizi: 246,
Namaz’da: Namazdaki kıraati “Elhamdülillahi Rabbil alemin” demekle başlamak
babında; Nesai: 2/133, 135, İftitah bölümünnde rivayet ettiler.
(280) Sayfa: 149’da
Berra’nın hadisi geçmiş idi.
(281) Sayfa: 162’de
tahrici geçti.
(282) Nesai: 2/95,
imamet kitabında: uzatma hakkında imama ruhsat babında; Ahmed: 2/26, 40’da.
isnadı da sahihtir.
Bismillahirrahmanirrahim
2. Namaz ve Terk Edenin Hükmü
“Bizler Rasulullah’ın
(s.a.v.) yanına gittik. Bizler yakın arkadaşlar olan bazı gençler idik. Onun
yanında kırk gece kadar ikame ettik. Resulullah (s.a.v.) hiç şüphesiz çok
merhametli ve dostça idi. Kendisi (bu uzun zamandan sonra) ailelerimizi
özlediğimizi zann etti. Bizlere ehlimizi (ne zamandan beri ve nasıl) terk
ettiğimizden sordu. Bizler de O’na (s.a.v.) haber verdik. Kendileri ise:“Ailenize dönün!Onlarda ikame edin. Onlara
ilim öğretin. Onları ziyaret edin. Şu zamanda da şu namazı, şu vakitte de şu
namazı kılın. Namaz vakti girdimi de sizden biriniz ezan okusun. Büyük
olanınızda imamınız olsun. Beni de nasıl namaz kılar görmüş iseniz öylece namaz
kılınız” diye buyurmuştur.283 Hadisin siyakı Buhari’dedir.
(283) Buhari: 2/92 ve 93. Ezan bölümünde:Misafirler cemaat
iseler ezan okumaları ile ilgili babda; Müslim: (674) Mesacid bölümünde:İmamete
en hak sahibi olan babında:Tirmizi: (205); Nesei: 2/77’de rivayet ettiler.
İşte bu hitap
kesinlikle imamlaradır. Her ne kadar sadece onlara özgü olarak gelmemişse de.
Nebi (s.a.v.) onlara
namazı gibi namaz kılmalarını emredince ve onlara hafif tutmayı da emredince
işte bundan da yapmış olduğunu mutlaka emrettiği de zaruretle anlaşılmaktadır. İşte
bunu şu açıklamalar daha da açıklığa kavuşturur: “Çoğunlukla olan bir fiil,
şüphesiz bazen kendisinden uzun olana nisbetle hafif olarak isimlendirilir.
Kendisinden hafif olması nisbetiyle de uzun diye isim alır. Bunun da dinde
kendisine dönen bir sınırı da yoktur. Bu, örfe, tutmaya, kabz etmeye ve ölüleri
diriltmeye dönen bilinen fiillerden de değildir. Tıpkı aslında ona döndüğü
gibi. Şayet bunda, insanların örflerine, geleneklerine rucu etmek caiz olsa
-hafifletmeye ve vecizin isimlendirilmesi hakkında- o zaman namazın zailiği ve
ölçüsü zabt edilmeyecek bir açıklıkla ihtilaf edecektir. Bu yüzden de yüce
Allah’ın (c.c.) kendilerinin kalplerini -hafif tutmakla emr olunan bu konuyu,
tahfiften mümkün olanlarla -ki namazın hepsinde hafif tutmak ve veciz kılmak
olayına inanarak, bunun daha faziletli olduğunu da sanmakla- süpürecektir.
Böylelikle de onların çoğu burada okun fırlaması gibi (hızlıca) fırlayıp (acelece
kılacaklardır.)Ondan sonra da ruku ve secdede “Allahu Ekber” demeden hızlıca
geçecek bir şeyi ziyade edemeyecektir. Öyle ki, daha nerdeyse secdesi rukusunu
geçecek, rukusu da kıraatini geçecek hale gelmektedir. Bazen de bir defa tesbih
etmekten daha faziletli görecektir.
Nitekim bazılarından
şunlar hikaye edilmiştir: “Namazında mutmain olan kendi kölesini görünce onu
dövüverdi ve: “Şayet sultan seni çalışmak için gönderse, sen bu yavaşca hareket
etmen gibi işinde de yavaş olur musun?” dedi.
İşte bunların hepsi
namaz ile oyun oynamak, onu yok saymak ve şeytanın tuzağına, aldatmasına kanmak
demektir. Aynı zamanda Allah (c.c.) ve Resul’ünün (s.a.v.): “Namaz kılınız” (Bakara: 2/43) diye
buyurdukları ayete de terstir. Böylece de namazı ikame etmekle emrolunduk. Bu
da ruku, kıyam, secde ve zikirlerini tam olarak yerine getirmek demektir.
Muhakkak ki Allah
(c.c.) felaha ulaşmayı namaz kılan kimsenin huşulu olmasına bağlamıştır. Her
kimin namazının huşusu gidecek olursa o felaha uğrayan kimselerden değildir.
Dolayısı ile namazı acelece ve eksik olarak kılan kimsede kesinlikle huşunun
meydana gelmesi imkansızdır. Bilakis huşunun oluşması sadece mutmainlik ile
olur. Ne zaman mutmainlik artacak olsa huşu da artar. Huşu ne zaman azalacak
olsa, o zaman o kişinin acele ettiği o el hareketlerinin (hızlılıktan dolayı)
şiddetlenmesiyle boş bir işmiş gibi olur ve huşu da bulunmamış olur. Burada
ubudiyyete (kulluğa) da yönelme (tamamıyla) gerçekleşmemiş olur. Kulluğun
hakikatini de o kimse bilmemiş olur.
Allah’u Azze ve Celle:
“Namazı kılınız”, “Onlar ki namaz
kılarlar”, “Namaz kıl” (Ankebut: 29/45), “Mutmain olduğunuzda namaz kılınız”
(Nisa: 4/103), “Namazı kılarlar” (Nisa: 4/162) diye buyurmuştur.
Aynı zamanda İbrahim
(a.s.):“Ya Rabbim!Beni namaz kılanlardan
kıl” (İbrahim: 14/40) diye buyurmuştur. Musa’ya (r.a.) da: “Bana kulluk et. Beni hatırlamak için
namaz kıl” (Taha: 20/14) diye buyurmuştur.
Şüphesiz ki Kuran’ı
Kerim’in hiçbir yerinde namazın, tam kılınması ile yakın olarak
zikredilmediğini bulamazsın. Muhakkak ki insanlar arasında namaz kılanlar
azdır. Dosdoğru, tam olarak kılanlar ise bu azın da azıdırlar. Ömer (r.a.)’in
dediği gibi: “Haccılar azdır. Kafileler ise çoktur. “Dolayısıyla amel edenler
emrolunan amelleri yeminin kefareti olarak revaç bulması için amel edenler: “İsim
vaki olsun yeter az da olsa olur. Keşke öbürlerini de kılsak” derler. Şayet
onlar, meleklerin kendilerinin namazlarını (semaya) yükselttiklerini bilseler,
insanların, melik ve büyüklerine hediyeleri yaklaştırıp verdikleri hediyeler
gibi Rabb Teala’ya bunu (namazı istenildiği gibi) arz ederler. Kendisine takdir
edilenin en faziletlisini yapmaya kast eden, gücü nisbetince namazı süsleyip
güzel yapmayarak sonra da istediği ve korktuğuna yaklaşan kimse, namazı daha
aza indiren ve düşüren ve bunda birşey görmeyen ve katında hiçbir kimsenin
mevkisi olmayanın mevkisine gönderdiği kimse gibi değildir. Aynı zamanda namazı
kendisinin kalbine bir esinti, hayal, rahatlık, gözüne bir nur, hüznüne bir
refah, kederine, gammına bir zihab, konum ve seviyelerine de bir güzellik olan
da, kalbinde cimrilik, organlarda bir kelepçe, bir külfet, bir ağırlık bulunan
kimse gibi olmaz. İşte bu gerçekten çok büyük bir konudur. Bu yüzden de namaz
bir göz aydınlığı ve rahatlıktır.
Yüce Allah (c.c.)
şöyle buyurmuştur: “Sabır ve namazla
yardım isteyin. Çünkü bu sadece huşulu olanlar için büyük bir konudur. Onlar ki
Rabbleriyle kavuşmayı zann ederler (arzularlar). Onlar hiç şüphesiz O’na (c.c.) dönücüdürler.”
(Bakara: 2/45, 46)
İşte yüce Allah’a
(c.c) kalpleri muhabbet beslemediğinden onu tekbirlemediğinden, tazim
etmediğinden, ona huşulu olmadığından ve namaza çok az rağbet ettiğinden namaz
onların dışındakilere sadece büyük bir konu olarak gözükmektedir. Çünkü kulun
namazda huzurlu ve huşulu olması, namazı tam yapması, ikamet edişi ve
tamamlamasındaki genişliğinin güzelliği Allah (c.c.) için (bunda) o kulun
rağbeti kadardır.
İmamı Ahmed, Mehnen
bin Yahya rivayeti hakkında şöyle demiştir: “Onların İslam’dan nasibleri ancak
namazdaki nasibleri kadardır. İslam’a da olan rağbetleri ancak namaza olan
rağbetleri kadardır. Dolayısıyla Ey Abdullah!Sen bunları iyi öğren. Allah
(c.c.) ile (kötü) olarak karşılaşmaktan da sakın!Sende İslam’ın bir takdiri
olmaz. Çünkü kalbinde İslam’ın takdiri (miktarı) kalbinde namazın miktarı
kadardır. Allah’ın (c.c.) sevgisini, haşyetini, O’na rağbeti, O’nu namazla
yüceltme ve tazim etmekle yetişen bir kalb, bunlardan boş ve harap olan bir
kalb gibi değildir. Şayet yüce Allah’ın (c.c.) önünde kişi namazı ile durunca
kendisi huşulu ve mutmain bir kalple durmakta, ona yakın ve kötülük
arızalarından da selim olmuş olarak bulunur. Onun ircası da heybetle dolmuş,
imamın nuru da onda bulunmuş, nefsin örtüsüyle şehvet dumanı kalkmış ve Kuran
manalarının bahçelerine yükselmiş, isim ve sıfatlarının hakikatleri, yüceliği,
güzelliği ve büyük kemalliği ile iman tebessümü kalbine girmiştir.
Muhakkak ki Rabb
Teala’yı da celaleti sıfatlarıyla, kemalat sıfatları ile tek kılmıştır.
Böylelikle de düşünceleri Allah’ı (c.c.) tefekkür etmekle toplanmış, Allah’ı
(c.c.) (çok sevmesinden) dolayı da gözü aydınlanmış ve hiçbir benzeri olmayan
bir yakınlıkla Allah’a (c.c.) yakınlaşmış, kalbi O’na imanla dolmuş, O’na
tümüyle yönelmiş. İşte bu yönelmesiyle, Rabbi de ona iki defa yönelir. İlk
olarak Allah(c.c.) yönelir. Kulda yönelmesinden ötürü kalbi cazipleşirde
cazipleşir. Yine Rabbine yönelince başka bir yöneliş ile ondan haz alır. İlkini
de bununla tam kılar.
Burada acayib bir konu
daha vardır!Kişi de isim ve sıfatların acaiblerini, Kuran’ın manalarını anlama
ufku kalbinde meydana gelir. Bununla da (yine) kalbinde iman tebessümü doğar.
Her isim ve sıfatı da namazından bir bölüm olarak ve mahal olarak görür. Çünkü
Rabb Teala’nın önünde ayakta dimdik durduğunda kalbi ile O’nun kayyimliğine
şahitlik eder ve: “Allahu Ekber” der. O’nun kibriyalığına (azametine)
şahitlikte bulunur. Kendisi: “Subhanekallahümme ve bihamdik ve tebarek esmuk ve
teala ceddük ve la ilahe ğayruk.284 dediğinde de kalbiyle her türlü ayıptan,
kusurdan münezzeh ve salim olan, her türlü övgüyle övülmüş olan Rabbe şahitlik
etmektedir.
(284) Müslim: 399, Namazda: Besmeleyi sesli okumaz diyenlerin
delili babında rivayet ettiler.
O’nun hamdi tüm
kemalatı ile vasfını içermektedir. İşte bu da O’nun (c.c.) bütün nakıslıklardan
beri olduğunu, isminin de mübarek olduğunu icab ettirmektedir. O’nun adı zikr
olunduğu zaman (kazanacağı ecir) çoklaşır. Hayırda bulunduğu zaman da muhakkak
ki onu da nimetlendirir ve o konuda mübarek kılar. Ona isabet edecek bir afeti
de yok eder. Ona yaklaşacak olan şeytanı da rezil eder ve uzaklaştırır. İsmin
kemalliği (tamlığı) müsemmanın kemalliğindendir. Dolayısı ile ne semada ve ne
de yeryüzünde zarar veremeyecek olan bu şan ismi ise o zaman isimlendirilenin
(müsemmanın) şanı daha yüce ve daha üstündür.
“Ve Teala cedduhu”:
“Onun azameti büyüktür, her büyüklüğün üzerinde kılınmış, her şanın üzerine
yükselmiş, her saltanatın üzerine saltanatı otoriter olmuş, O’nun mülkünde ve
Rabblığında ya da ilahlık, fiil ya da sıfatlarında ortağı bulunmamış” manasına
gelir. Tıpkı yüce Allah’ın (c.c.) mümin cinlere dediği gibi: “İşte O (c.c.) Rabbimizin şanı çok
yücedir. O ne bir zevce ve ne de bir evlat edinmiştir.” (Cinn: 72/3). İşte
bu kelimelerin kaçında, isim ve sıfatların hakikatlerinin tecellilerini
kalbinde kişi bilmekte, bunların hakikatlerini yok saymamakta....
Şayet: “Euzu
Billahimineş-Şeytanir-Racim” derse, çok önemli bir ruknü de korumuş olur.
Kendisi düşmanından dolayı da, kuvveti ve gücüne de sımsıkı sarılarak korunmuş
olur. O düşman nitekim Rabbinden bunun kopmasını daha kötü duruma düşsün diye
O’na (c.c.) yakın olmasından da uzaklaştırmak istemektedir.
Kendisi:
“El-Hamdu lillahi
Rabbil Alemin” der, güzelce ve sükunetle durur ve Rabbinin:
“Kulum bana hamd etti”285 deyip cevap vermesini bekler. Kendisi:
“Er-Rahmenir-Rahim”
dediğinde de Rabbinin:
“Kulum bana sena etti” deyip cevap vermesini
bekler. Kendisi:
“Maliki yevmiddin” dediğinde Allah’ın
(c.c.):
“Kulum
beni yüceltti” diye cevap vermesini bekler.
(285) Bu ve devamı hadisten bir bölümdür. Müslim: 39 Namazda
her rekatta Fatiha’nın okunmasının vacibliği babında; Muvatta: 1/84, 85
namazda:İmam sesli okumadığı zaman imamın arkasında kıraat okumanın babında;
Ebu Davud: 821 Namazda; namazında Fatihatul Kitabı okumayı terk etmek babında;
Tirmizi: 2954 Kuran’ın tefsiri bölümünde: Fatihatul kitabın suresinden; Nesei:
2/135, 136 iftitah bölümünde: Fethatül kitapta “Bismillahirrahmanirrahim”
demeyi terk etme babında rivayet etmişlerdir.
Rabbinin üç defa: “Kulum” demesi ile kişinin kalbinin
lezzeti, gözünün aydınlığı ve nefsinin sevinci de ne kadar hoş! Allah’a (c.c.)
yemin olsun ki, arzu dumanı ve nefis emmarelerinden kalbe sirayetinden, Rabb
Tela’nın, musahhar kılanın ve mabud olanın, kuluna: “Kulum bana hamd etti, bana sena getirdi ve beni yüceltti” demesi
kadar o kulu sevindiren ve sevince, feraha sokan bir duygu (çok azdır.)
Sonra da o kimsenin
kalbi bu üç isime -ki bunlar güzel isimlerin asılları olan: “Allah, Rabb,
Rahman” isimleridir- şahitlik etme mecali olmaktadır. Allah’ın (c.c.) zikriyle
o kulun kalbinin, ilah, mabud, mevcud ve korkunulan diye O’nun zikriyle şahit
olması o kulun başkasına kulluk etmeyeceğini, Allah’a kulluğun olacağını
gösterir. Nitekim tüm yönler O’nu sıfatlamış, varlıklar O’na boyun eğmiş,
seslerde O’nun için huşuya varmıştır: “Yedi
gök ve bunların için de bulunanlar O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih
etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.
Şüphesiz ki O, Halim’dir, mağfiret edicidir.” (İsra: 17/44) ve:
“Semavatta ve yeryüzündekilerin hepsi O’nundur. Hepsi de O’na boyun
eğerler.” (Rum:
30/26)
Aynı şekilde yerin ve
göğün ve her ikisi arasında bulunanların yaratılışı da böylecedir. Cinlerin,
insanların, kuşun, vahşi hayvanların, Cennet’in, ateşin yaratılışı, resuller
gönderişi, kitaplar indirmesi, kanunlar biçmesi, kullara emir ve nehiyler
kılması da böylecedir.
Onun “Rabbil Alemin”
isminin zikrine de onun nefsi ile kaim olduğuna, herşeyi kaim kıldığına -ki O
herşeyi hayır ve şer ile kaim kılmıştır-, arşa istiva ettiğine, melekutu tek
başına evirip çevirdiğine -ki tüm evirip çevirme O’nun elindedir- Bütün işlerin
O’na döndüğüne kul şahitlik etmektedir.
Şüphesiz tüm evirip
çevirmeyi, yönetmeyi meleklerin ellerine, yüce Allah (c.c.) katından
verilmiştir. Onlar kendilerine Allah’ın (c.c.) vermesi ve nehy etmesi, indirip
kaldırması, hayat verip öldürmesi, tevbeyi kabul edip azl ettirmesi, kabz edip
yayması, sıkıntıları kaldırması, yağmur isteyenlere yağdırması, zorda kalanlara
yardım etmesi, icabette bulunması ile bunları meleklere (vesile) olarak
vermiştir.
“Göklerde ve yerde bulunan herkes, O’ndan diler. O, hergün (her an) bir iştedir.” (Rahman: 55/29) O’nun
verdiğini kimse men edemez, men ettiğini de kimse veremez. O’nun hükmünü kimse
engelleyemez. Kimse de O’nun emrini red edemez. O’nun kelimelerini de kimse
değiştiremez. Melekler ve ruh O’na yükselirler. Amellerde O’na günün ilkinde ve
sonunda olmak üzere arz olunur. O takdiratı biçen, vakitleri tain edendir.
Sonra da korunması ve masalıhı ile bunların hepsinin tedbiri (evirip çevirilmesi)
ile kairrak miktarları da vakitlere sürendir.
Sonra da: “Rahman”(c.c.) isminin, zikrine,
O’nun tüm ihsan türleriyle mahlukatına ihsan edici bir Rabb olduğuna, nimet
çeşitlerini vermesiyle onlara sevgi beslediğine, O’nun rahmet ve ilminin her şeyi
kuşattığına, O’nun tüm mahlukatına fadl ve nimet bahş ettiğine, rahmetinin her
şeyi kuşattığına, nimetinin de her canlıyı kapladığına, mahlukatı rahmetiyle
yarattığına, kitapları rahmetiyle indirdiğine, rasulleri rahmetiyle
gönderdiğine, kanunları rahmetiyle kıldığına, Cennet’i rahmetiyle yarattığına,
ateşi de rahmetiyle yarattığına -ki Cehennem’e de, tıpkı Cennet’e
müminleri soktuğu gibi (kafirleri ve)
asi müminleri sokması ve haps etmesi. (Sonra da asi olanları ateşten sonra
temizleyip Cennet’e sokmasına da)- kul şahitlik etmektedir.
Dolayısı ile O’nun emir, nehy, vasiyyet ve
öğütlerindeki sınırsız rahmete, bol nimete ve rahmetle nimetinden oluşan durumu
bir düşünüp taşın!Dolayısıyla rahmet O’nun kullarına O’dan (c.c.) muttasıf olan
bir sebebtir. Tıpkı Allah’a kullluğun kullardan muttasıf bir sebep oluşu gibi.
Öyleyse kulluk mahlukattan Allah’a (c.c.), rahmette Allah’dan mahluklarına
olmaktadır.
İşte bu ismin en has sahnesi (şahitlik
belirtisi) rahmetten namaz kılan kişinin nasib almasıdır. Öyle ki o Rabbisinin
önünde namazda iken bu nimeti yakalar. Kulluk etmesi ve yalvarmasıyla O’na
(c.c.) telbiye getirir. Sadece O’ndan ister ve başkasından dilemez, kalbiyle
yönelir. Başkasına kalbinin gitmesini engeller. İşte bu Allah’ın (c.c.)
kendisine verdiği rahmetten ileri gelir.
Kendisi: “Maliki yevmid-Din” dediğinde işte
burada kul, kendisinden başka apaçık hak olup bulunmayan melik olan Allah’ın
(c.c.) şanının yüceliğine şahitlik eder. O’nun otoriter bir melik olduğuna,
yarattıklarının O’nun yanında değersiz olduğuna, yüzlerin O’nun için coşup
(secdeye vardığına), cebbar kimselerin O’nun azametinden zillete düştüğüne,
O’nun izzeti ile bütün izzetli kimselerin boyun eğdiğine şahitlik de eder. Aynı
zamanda kalbiyle semanın arşı üzerinde muheymin olan bir melikin bulunuşu ile,
yüzlerin O’nun izzetinden dolayı coşup secdeye kapandıklarına da şahitlik eder.
Melik olanın sıfatının hakikatını iptal etmeyecek olsa, isim ve sıfatların
hakikatlerinin şahitliğini muttali kılar. Öyleki bunların tatili (yok
sayılmaları)O’nun melikliğini yok saymak demektir. Bu da bile bile inkardır.
Çünkü hak olup tam olan (eksiksiz bulunmayan) Melik; diri, gayyum, işiten,
gören, yöneten, kadir olan, konuşan, emreden, nehy eden, mülkünün seririnde
istiva etmiş olan, mülkünün her yerine emirlerini gönderip, rızalığı kazanan
kimseye razı olan, ona sevap, ikram ve yakınlık veren, gazabı kazanan (hak
edene de) gazabı veren, ona akibet, nehy ve ona kısma veren, dilediğine azab,
dilediğine merhamet, dilediğine (hasenat) veren, dilediğini yakınlaştıran,
dilediğinden kısan, azab yurdu bulunan; Cehennem ve büyük saadet yurdu; Cennet
bulunandır. Her kim bundan bir şeyi iptal edecek olursa ya da bilerek yok sayıp
hakikatını inkar etse o zaman yüce Allah’ın (c.c.) malik olduğunu zedelemiş
olur, O’nun kemalatını ve tamamlığını (eksiksizliğini) nefy etmiş olur. Aynı
zamanda O’nun (c.c.) kaza ve takdirini inkar eden de böylecedir. İşte o da
Allah’ın (c.c.) malikliğinin ve kemalatının tamamını inkar etmiş demektir.
Namaz kılan, dolayısı ile; “Maliki yevmid-Din” diyerek Rabb Teala’yı övmeye
şahitlikte bulunmuş demektir.
Kendisi: “İyyake Na’budu ve iyyake nestein”
dediğinde, işte bunda mahlukatın, emrin, dünya ve ahiretin sırrı söz konusudur.
Bu da maksatların ve en faziletli vesilelerin olması için, bunlarla içeriklidir.
İşte maksatların ecelli O’na kulluk etmektir. En faziletli vesilelerde O’ndan
yardım istemektir. Ondan başka ibadet edilmeyi hak eden kimse yoktur. Ondan
başka kimseye kulluk edilmez. O’na kulluk en yüksek ve büyük gayedir. Yüce
Allah (c.c.) yüz tane kitap, ve dört tane kitap indirmiştir. Bunların
manalarını da dört kitapta toplamıştır: Bunlar:Tevrat, İncil, Kuran ve
Zebur’dur. Hepisinin manalarını da Kuran’da toplamıştır. Bunların hepsini de
mufassalda, mufassaldakileri de Fatiha suresinde toplamıştır. Fatiha
suresindeki manayı da: “İyake na’budu ve
iyyake nestein” ayetinde toplamıştır.
Şüphesiz ki bu kelime tevhidin iki kısmını
içermektedir. Rububiyyet ve Uluhiyyet tevhidlerini, “Rabb” ismi ile ve “Allah”
ismi ile kulluğu içermektedir. Kul Uluhiyyetine kulluk etmekte, Rububiyyetinden
de yardım dilemektedir, Allah’dan (c.c.), O Allah (c.c.) rahmetiyle sıratı
müstekime yöneltir. Surenin ilki “Allah, Rabb, Rahman” isminin zikriyle
olmuştu. İbadetinden, yardımından ve hidayetinden taleb etmeye mutabık olsun
diye. Çünkü yüce Allah (c.c.)’dır sadece bunların hepsini bahş eden. O’na
ibadette kimse ortak olamaz. Ondan başka kimse hidayet de veremez.
Sonra da dua eden: “İhdinas-Sıratal
mustekim” diyerek bu meseleye şiddetlice ve zaruri olarak ihtiyaç duyması ile
-ki buna ihtiyaç duyulan gibi başka bir şeyde yoktur elbet, şahitlikte bulunur.
Çünkü O herşeyde ve her göz açıp kapa miktarınca da Allah’a (c.c.) muhtaçtır.
İşte bu, bu duadan
kast edilenlerdir. Bu da tafsilatlı hidayeti istemektir. Aynı zamanda iradesi,
tekvini, tevfiki, mahlukatı yaratma kudretini de göstermektedir bu ayet. Rabb
Teala’dan sevilen ve razı olunmuş bir yüzle onun Allah’tan bir talebidir. O da
kulunu herbir işinden sonra başka bir işinde fasitliğe düşmesin diye onu korur.
Dolayısıyla kul kendisine gelen bütün bu hidayetlerin hepsinde muftekir ise,
hidayetin dışında da kendisine gelen bazı işleri tepmesi ile tevbe etmeye
muhtaç kalır. İşlerde tafsilatlı olmadan asıllarına gitmek, erişmektir. Ya da
yönü dışında bir yönle ulaşmaktır. Dolayısı ile bu kişi hidayeti, artsın diye
hidayetin tamamlanmasına muhtaçtır. İşler ki:Kendisine mazide (geçmişte) hasıl
olan şeylerin gibi ileride de bunda hidayetten hasıl olacağına ihtiyaç
duymasıdır. Yine işler ki: Kendisi bu işlerde itikadsızdır. Yine bunda da
hidayete ihtiyacı vardır. İşler ki; yapmadığı işleri. Yine bunda da hidayet
yönü bakımından bunları yapmasında ihtiyacı vardır. İşler ki bunlarda doğru bir
itikada ve doğru bir amele götürmesi. Bunda da sebata ihtiyacı vardır. Bunun
gibi hidayet türlerini (çoğaltabiliriz).
Yüce Allah (c.c.)
kula, gündüz ve gece defalarca, en iyi halinde de olsa hidayeti istemesini farz
kılmıştır. Sonra da bu hidayete erenlerin, “Gazaba uğrarayanlar’ın -ki onlar
hakkı bildikleri halde tabi olmamışlardır- ve “Sapıklığa uğrayanların” -onlarda
Allah’a ilimsiz olarak kulluk ediyorlardı- dışında, Allah’ın (c.c.) nimetine
ulaştıklarını yine yüce Allah (c.c.) beyan etmiştir. Nitekim bu iki taife O’nun
yaratması, emri, isimleri ve sıfatlarında ilimsiz olarak konuşmakta ve bunda
ortak olmakta idiler. Nimete erenlerin yolu ise; batıl ehlinin hepsinin -gerek
ilim ve gerekse amel bakımından- yollarından ayrıdır, farklıdır.
Kul (namazında) bu
sena, dua ve tevhidden fana oldumu (bitirince), kendisini (Fatiha suresinin)
sonunda “amin” demesi konusu takip eder. Nitekim burada semadaki melekler
muvafakat da ederler. İşte bu temin (amin demek), namazın süsündendir. Tıpkı
namazın başka bir süsü olan iki elin kaldırılması gibi. Bu aynı zamanda sünnete
uymak, Allah’ın (c.c.) emrine tazim göstermek, iki elin kulluk etmesi, bir
rükünden başka bir rükne intikal etmek demektir.
Sonra da Rabbine
kelamı ile münacata başlar. İmamı dinler ve susar kalbinin hazır olması ve
şahit bulunması ile... Namazın en faziletli zikirleri de kıyamın zikridir. Namaz
kılanın en güzel duruşu kıyamdaki duruşudur. Hamd, sena (övgü) ve yüceltme ile
ve de Rabb Teala’nın kelamını okuması ile burada (kıyamda) özgünleşir. Bu
yüzden rüku ve secdesinde Kuran okumaktan nehy olunmuştur. Çünkü bu iki halde
kul alçalmış, boyun eğmiş ve çökmüştür. Dolayısı ile bunlarda sadece o duruma
yaraşan bir zikri okuması münasibtir. Rüku eden kimseye, o çömelmiş, boyun
eğmiş bir halde bulur iken Allah’ı tazim etmesi meşru kılınmıştır. Allah’u
Teala, celalini, büyüklüğünü ve azametini zedeleyip bunlara zıt gelecek olan
şeylerden (tenzih etmiş), azametinin vasfını da vasf etmiştir. Mutlak olarak
rüku edenin rükusunda: “Subhane Rabbiyel azim” demesi en faziletlisidir. Çünkü
yüce Allah (c.c.) kullarına bunu emr etmiştir. İşte bu zikri de Nebi (s.a.v.)
Allah ile kulları arasında bunu tebliğ etmiştir. Nitekim: “Azim olan Rabbinin ismini tesbih et” ayeti nazil olunca, Nebi
(s.a.v.): “Bunu rükulerinizde kılınız” diye
buyurmuşur.”286 Bazı ilim ehli de bunu kasten terk edenin namazını iptal
saymıştır. Aynı zamanda bunu terk edene sehv secdesini yapmasını da vacib
kılmışlardır. İşte bu imamı Ahmed’in mezhebi olup, buna bazı hadis ve sünnet
imamları da muvafakat etmiştir. Bununla emretmek, son teşehhüdde Nebi
(s.a.v.)’ye selavat getirme emrini kısaltmaz. Onun vacibliği de namaz kılan
kişinin alnını ve iki elini (koyması) mübaşeretinin vacibliğini kısaltmaz.
Dolayısı ile rüku, Rabb Tealayı, kalb, kalıp ve söz ile tazim etmek demektir.
Bu yüzden de Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Rükuya gelince, işte orada da Rabb Teala’yı tazim ediniz.”287
(286) Bunun tahrici sayfa: 139’da geçmişti. İsnadı ise hasen
(hadise) kabildir.
(287) Müslim:Namaz bölümünde. Rüku ve secde de Kuran’ı
kısmaktan nehy babında rivayet ettiler.
(RÜKUDANDO⁄RULMAKHAKKINDA)FASILA
Sonra kul sözünün en
kamilliği ile dönüp başını kaldırır. Bu rüknü de, Allah’a (c.c.) bir hamd, O’na
bir sena ve övgüsüyle şiar kılar. Bu şiarı da namaz kılan: “Semi Allahu Limen
hamideh” diyerek açar, yani: Kabul ve icabetin işitmesini işitendir. Sonra da:
“rabbena velekel hamd. Miles-Semavati vel-Ardi ve Mile ma beynehuma ve milema
şi’te min şeyin” kavliyle de duada (övgüde) bulunur. “Rabbena velekel hamd”
ibaresindeki “vav”ın emrini de okumada ihmallik göstermez. Çünkü bu
“Sahihayn”da geçen bir hadisle mendupluk belirten bir emirdir. Bu da kendi
nefisleriyle ayakta olan iki cümlenin taktiri ile kelamı kılmaktadır. Çünkü:
“rabbimiz” kavli manada “sen Rabb, Melik, işlerin halleri elinde bulunan Kayyum
olansın. Bunların dönüşleri de sanadır” demeyi içermektedir. Böylelikle de bunu
“Rabbena” kavlinden mefhumi manasına bunu atf etmektedir. Aynı zamanda,
“Velekel Hamd” kavliyle de. Böylece de onu tekleyenin, melike hamdin ona
olduğunu içermektedir. Sonra da bu hamdin durumundan, taktiren ve sıfaten de
azametinden haber vermekte ve: “Miles-Semavati ve milel ardi ve milea şi’te min
şeyin”(.) der.
Yani:Alemlerin altı
üstü, fezanın ve anasının hepsinin doluşu kadar hamd. İşte bu hamd, mevcud olan
mahlukatın dolduğu olup, bu da Rabbinin bundan sonra da yarattığındaki doluluk
ve dilediği olandır. Nitekim O’nun (c.c.) hamdi her şeyi doldurmuştur. İleride
olacak olanları da doldurmuştur. İşte bu iki taktirin en güzel açıklanma
anlatımıdır.
(.) Bunun manası geçmişti. Mütercim.
Şayet: “Alemin
arkasında dilediğin şeyden” denilecek olursa; o zaman: “sonrası” ile ilgili
kavil zaman için ilki, mekan içinde ikincisi olmaktadır. Sonra da kul
“Ehle’s-Senai vela Mecd” demekle (duasında) devam eder. Böylece de rekattan
sonra emir, hamdin, senanın ve mecd (övgünün) olduğu rekattan önce namazın başlamasına
dek döner. Sonra da: “Kulun dediğinden daha hak sahibi” ile ilgili kavli
söylemekle devam edip, bunu, Allah’ı hamd, övgü ve sena ileilgili kavli
söylemekle devam edip, bunu, Allah’ı hamd, övgü ve sena ile takrirle de
belirtir. İşte bu kulun söylemesi gereken en haklı konudur. Sonra da kul
kulluğunu itiraf ederek namazına devam eder. İşte bu tüm kulları ilgilendiren
genel bir hükümdür. Sonra da: “La mania lima ateyte, vela mutiye lima menate,
vela yenfeu zelceddi minkel cedd” kavlini288 (.) söylemekle
de devam eder. Bu duayla aynı zamanda namazın sonunda da söyle. İşte bunu iki
yerde de tevhidini itiraf ederek okur. Muhakkak ki nimetin hepsi O’ndandır. İşte
bu da bazı şeyleri içermektedir:
1. Allah (c.c.) vermek ve men etmek hususunda da tek olandır.
2. Kendisi bir şeyi verdiği zaman, O’nun (c.c.), verdiğini
engellemeye kimsenin gücü yetmez. Kendisi bir şeye engellediği zaman men
ettiğini de verecek kimsenin gücü yetmez.
3. O’nun (c.c.) yanında kimse fayda veremez. O’nun vereceği
azabı kimse alıkoyamaz. Yüce Allah’ın (c.c.) ikramlarından insanoğluna verdiği
krallık, idarecilik, zenginlik, güzel yaşam gibi rızık ve hazları da O’na yakın
olmaz, fayda vermez. Onlara fayda verecek olan ancak; O’na (c.c.) itaat etmek
ve rızalığına göre hareket etmekle O’na yaklaşmaktır.
(288) Müslim: 471, 194 Namazda: Tamam kılmak hususunda namazın
rukünlerinin itidali ve tahfifi babında; Müslim: 477. Namazda:Rukudan kalktığı
zaman başını kaldırınca diyeceği şey hakkındaki babda; Nesei: 1/199 iftitahda:
Kıyamda kişi ne der babında rivayet ettiler.
(.) Bunun manası
geçmişti. Mütercim.
Sonra da kul “Ya Rabbi benim hatalarımı şu,
kar ve buzla yıka, (sil)”(.) diyerek
bunu bitirir. Tıpkı iftitah tekbiri aldığı ilk rekattaki gibi istiğfarla da
namazı bitirin. Namazın başında, ortasında ve sonunda istiğfarda bulunmuş da
olur. İşte bu rukün en faziletli zikir ve en faydalı dua olmuştur. Hem
hamdinden, hem O’nu övmesinden, hem O’na sena etmesinden hem de ubudiyyetle
O’na itirafta bulunmasından, hem tevhidden, hem de günah ve hatalardan O’na
sığınmasından.
İşte bu maksadlı bir
rukünde, kast olunanın bir zikri olup rukü ve secde olmadan olmaz.
(.) Müslim: 476, 204 Namazda: Rukudan başını kaldırdığı zaman
neyi diyeceği hakkındaki babda rivayet etmiştir.
(SECDEETMEKVEBUKONUDAKİLATİFELER HAKKINDA) FASILA
Sonra da kul tekbir
alır ve ellerini kaldırmadan direk secdeye varır. Çünkü eller tıpkı yüzün
secdede gidip huşu aldığı gibi ellerde huşu alır. Çünkü bu iki el O’na kulluk
için hıçkırır, huşu almaktadırlar. Bundan dolayı da kaldırmaya gerek yok. Bu
yüzden de bu iki eli secdeden başı kaldırdığı zaman kaldırması meşru
kılınmıştır. Çünkü bu ikisi ile, tıpkı birlikte koyduğu gibi kaldırılmışlardır.
Secde etmek ubudiyyetin en beliğ ve heyet bakımından en tamam olarak meşru
kılınmıştır. Secde; namazın sırrı ve büyük bir ruknüdür. Aynı zamanda rekatın
bitişidir. Kendisinden önce rukünleri, O’nun için mukaddematı (önce olanı)
gibidir. Böylece de bu haccda ziyaret tavafına benzemektedir. Çünkü bu haccın
maksadı, Allah’a (c.c.) giden giriş mahalli ve ziyaretidir. Kendisinden önce
olanda tıpkı onun için öne geçeni gibidir. Bu yüzden de kulun rabbine en öne
geçeni gibidir. Bu yüzden de kulun Rabbine en yakın olduğu an secde anıdır. Ona
en faziletli hallerde Allah’a (c.c.) en yakın bulunduğu bir haldir. Bu yüzden
de burada yapılan duaya icabet olunmaya en yakın olandır.
Yüce Allah (c.c.) kulu
topraktan yaratınca, elbetteki onu aslından çıkarmaya daha muktedir olandır.
Hatta kişi tabiatını, yaratılışını inkar edip buna ters şeyler söylüyorsa onu
tabiatından çıkarır ve oraya gönderir. Çünkü kul tabiatını terk etse ve nefsini
ön plana çıkarsa, büyüklenir, sertleşir ve yaratıldığı asıldan çıkıverir. Rabb
Teala’nın büyüklük ve azamet haklarını da görmezlikten gelir, hatta bunlar
hakında tartışmaya bile giriverir.
Halbuki kul, haliki ve
yüce Rabb olan Allah (c.c.)’ın azameti için, O’na boyun eğerek, O’nun önünde
başını indirmiş, huşulu olarak ve ona kafasını alçaltmış olarak secde etmekle
emrolunmuştur. Dolayısı ile bu huşu ve O’nun boyun eğmiş vaziyeti kendisini
Allah’a (c.c.) kulluk hükmüne götürmekte, sokmaktadır. Nitekim kendisi aslından
çıkmayı istediğinden, gaflete, yüz çevirmeye ve yanlışlığa düccar olduğundan bu
secde konusu da onu zorlamıştır. Dolayısıyla da secde gerçek yaratılmış olduğu
toprağa imtisal edivermiştir. O da kendisinden en şerefli ve yüksek olanı
ortaya koymaktadır ki bu da yüzüdür. Yüce olan Allah’ın (c.c.) önünüde huşulu
olarak, en yükseği bu sefer (secde etmesi ile Allah’ın önünde başını eğerek) en
altta olmuş oluyor. O’nun (c.c.) azametinden dolayı O’na huşulu ve boyun eğmiş
olarak, izzetinden dolayı da başını kaldırmamış olarak. İşte bu zahiri huşunun
yegane hedefidir. Muhakkak ki Allah (c.c.) insanı topraktan yaratmış. Nitekim
bu toprakta ayaklarla basılmış, zilletli (boyun eğdirilip) kılınmıştır. İnsanı
bunda kullanmıştır. O’na redetmiş (döndermiştir) Ondan çıkartmayı da vaad
etmiş. Bu da kulun annesi, babası, aslı ve soy soplarıdır. Yeryüzünün sırtına
diri olarak insanı yürütmüş, ölü olarakta toprağın karnına (altına)
sokuvermiştir. Nitekim toprak kişiye teyemmüm aracı ve bir mescidde
kılınmıştır. Oraya secde etmesiyle de emredilmiştir. Öyle ki bu açık olan
huşunun yegane gayesidir. Diğer organlarada ubudiyyet toplanmış, kişi böylece
yüzünü toprağa, iki elini de onun (yanına) koyup, tevazulu huşulu ve boyun
eğmiş olarak (Allah’a) secde der.
Mesruk, Said bin
Cübeyr’e: “Şüphesiz bizim sadece yüzlerimizi bu toprağa koyup (secde etmemiz)
hariç, rağbet edilecek bir şey kalmadı. Nebi (s.a.v.) kasten yüzünü toprağa,
vurmamazlık etmezdi. Bilakis bu ona toplanmış olsa bunu yapardı. Bu yüzden de O (s.a.v.) su ve çamura da secde etmiştir.”dedi.289
(289) Buhari: 2/246 namazın sıfatında: Çamura bununla secde
etme babında alnını ve burnunu koymassa babında; Müslim: 1/67 Oruçda kadir
gecesinin fazileti babında; Ebu Davud: 894 Namazda: Burun ve alınla secde etme
babında ve: “911”de burunla secde etme babında; Nesei: 2/208, 209. İftitah
bölümünde: İki alnı ile secde etme babında rivayet ettiler.
İşte bu yüzden de
vacib bir secdenin kemalinden bir birisi de kişinin şu yedi azaya secde
etmesidir: Yüz, iki el, iki diz, iki ayak uçları. Bu Allah’ın ve Resul’ünün
emrettikleri birer farzdır. Bunu Resulullah (s.a.v.) ümmetine de tebliğ
etmiştir.
Vacib ya da müstehab
secdenin kemalinden birisi de: Yüzün tam değmesi için namaz kılınacak yerin
dümdüz olması, yere itimad edebilmesidir. Şöyle ki: Yerin biçiminden (alt ve
üst yüksekliğinden) başın (alnın ve burunun) tam olarak hem alına hem de üstüne
değmesidir. İşte bu secdenin tamamındandır.
Aynı zamanda secdenin tamamlarından
birisi de(.) boyun eğmesinden aldığı hazz ile bedenindeki
tüm azaların hepsinin kapanması şeklini oluşturmasıdır. Midesinin iki dizinden
uzakta durması, pazuları yanlarından uzakta kalıp, kaldırılacak, bunları da
yere yayma suretiyle tüm uzuvlarına müstakil oluncaya dek yaymayacak. Çünkü
kulluk etmekte olup (yanlış harekenlerde bulunmaması lazım!) Bu yüzden de
şeytan hz. Adem’i Allah’a secde eder vaziyette görünce yanından uzaklaşır ve
ağlayarak: “Yazıklar olsun bana!Adem oğlu secde etmekle emrolundu ve secde
etti. Ona Cennet vardır. Ben de secde etmekle emrolundum ama isyan ettim. Bana
da Cehennem vardır.”290
(.) Ya vacib ya da müstehapta. Mütercim.
(290)Müslim: 81 İman’da: Namazı terk edene küfür isminin
kullanılmasını beyan babında rivayet etti.
Bu yüzden de Allah’u
Teala, kelamı işitildiği zaman secdeye varanları çokça övmüş ve bu esnada secde
etmeyeni de zemm etmiştir. Bunun için de (secde ayeti) okunduğu zaman secde
etmeyi vacib kılanların delili gerçekten çok kuvvetlidir. Sihirbazlar da Musa’nın
(a.s.) doğru, Firavun’un da yalancı olduğunu anladıkları zaman hemen Rabblerine
secde ediverdiler. İşte bu secdeleri ilk saadetleri, ve işledikleri sihirden
dolayı pişmanlıklarının ilk ğufranlarıdır. Bu yüzden de yüce Allah (c.c.) bütün
mahlukatın kendisine secde ettiklerini haber vermiş ve şöyle buyurmuştur:
“Göklerde olan, yerde olan canlılar ve melekler de hiç kibirlenmeden
Allah’a secde ederler. Üstlerinde her hususta hakim olan Rabblerinden
korkarlar.”
(Nahl:
16/49, 50)
Onların, yüce Allah’ın
(c.c.) yüceliğine ve üstünlüğüne imanlarını, O’na tazim ve yüceltme göstererek
boyun eğmelerini de Allah’u Teala şöyle haber vermiştir: “Görmedin mi göklerde ve yerde olan herkes, güneş, ay, yıldızlar,
dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir çoğu Allah’a secde ederler?. Bir
çoğuna da azab hak olmuştur. Allah’ın (c.c.) hor kıldığını yüceltebilecek
yoktur. Muhakkak Allah (c.c.) dilediğini yapar.” (Hacc: 22/18) Nitekim
kendisine azab hak olan secde etmeyendir. Nitekim o Allah’a (c.c.) secde
etmemesiyle ihanette, horda bulunmuş oluyor. Onu da kimsenin ikram
edemeyeceğini haber veriyor. Dolayısı ile bu kişi, Allah’u Teala’ya secde
etmemesi ile Allah’a (c.c.) ihanet etmektedir. Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:
“Göklerde ve yerde bulunanların kendileri de gökleri de ister istemez,
sabah akşam Allah’a secde ederler.”
(Rad: 11/15)
Kulluk, kişinin
ubudiyyetinden aldığı nasibe göre Allah’a (c.c.) yakınlaşmasının kemal olma
gayesi olduğundan namazda ubudiyyetin çeşitlerini toplayan, kısımlarını içeren,
kulun en faziletli ameli olan bir ameldir. Namazın İslam’daki konumu, tıpkı bir
çadırın (evin) direğinin konumu gibidir. Secdesi de fiili rükunlerinin en
faziletlisidir. Bunun sırrı da kendisi için meşru olunandır. Namazda secdenin
tekrarı ise diğer rukünlerden daha çok olmaktadır. Aynı zamanda bu rekatın sonu
ve gayesi durumundadır. Bu rükudan sonra yerine getirilmesi meşru olan bir
fiildir. Çünkü rüku O’nun önünde bir başlangıç ve açılıştır. Secdede münasib
olarak Allah’a (c.c.) sena yapılması meşru kılınmıştır. Kul da burada; “Subhane
Rabbiyel Ala” der. İşte bu zikir kulun burada söylediği en faziletlisidir. Nebi
(s.a.v.)’nin secdede bundan başkasını söylemeyi emrettiği varid olmamıştır.
Nitekim kendisi: “Bunu secdelerinizde
kılınız”291 diye de buyurmuştur. Her kim bunu kasten terk
ederse onun namazı alimlerin çoğuna göre batıldır. İmamı Ahmed ve başları
bunlardan olup kendileri: “Çünkü o kişi emmrolunan şeyi yapmamış olur”
demektedirler. İşte bu halde Rabb Teala’nın yücelik ile vasf edilmesi, yüzünü
yere sürtüp boyun eğen ve inleyip secde edenin hali için son derece uygunluk
gayesindedir. Rekattan yere indiği heyeti ile de Rabb Teala’yı yüceltip zikr
etmektedir. Kendisi rükusunda boyun eğmiş haliyle O’nun azametini de zikr
etmekte ve Rabbinin yüceliğini ve büyüklüğünü zedeleyecek, kendisine layık
olmayacak şeylerden de Allah’ı (c.c.) tenzih de etmektedir.
(291) Ebu Davud: 869; ibni Mace: 887; Darimi: 1/299. Hadis hasendir.
Sonra secde tekrar
vasfı ile meşru olunca; iki secde arasını ayırmak gerekir. Her ikisinin arasını
da ayırmak maksatlı bir rükundur. Nitekim burada kendisine layık olan bir
duanın bulunuşu da söz konusudur. Aynı zamanda münasib gelecek.... İşte bu da
kulun mağfiret, rahmet, hidayet, afiyet ve rızık297 istemesidir. Çünkü bu dünya ve ahiretinin
hayırlı şeylerini celb etmeyi, dünya ve ahiretin şerrini de def etmeyi,
içermektedir. Aynı zamanda rahmet, hayıra hasıl olur, mağfiret şerrden korunur.
Hidayet de şuraya şuraya... ulaşır. Rızık da hem kişinin bedeninin yemek ve
içecekten kuvetlenmesini sağlamak için verilir. Hem de ilimden ve imandan ruh
ve kalbin kuvvetlenmesini sağlamak için verilir. Oturma faslı da işte bu duaya
bir mahal (yer) olarak kılınmış, öyleki orada kendisine bir tekaddüm verilmiş
kendisi Allah’dan rahmet diler, O’nu över, O’na boyun eğer.. İşte bu da dua
eden kimse için birer vesile, ve ihtiyacı önünde birer önerimdir.
(292) Bu Ebu Davud’un: 850’de Namaz bölümünde: İki secde
arasında dua etme babındaki rivayete işaret etmektedir. Tirmizi: 284. Namazda: İki
secde arasında ne der babında; ibni Mace: 898 namazın ikamesinde: Kişi iki
secde arasında ne der babında rivayet etmişlerdir. Bunu imamı Nevevi “El-Ezkar”
adlı eserinde isnadını hasen kılmıştır.
İşte bu rükun,
kendisinde dua maksadının bulunduğu bir rukundür. İşte bu rükun; rağbet etmesi
af dilemesi, mağfiret istemesi ve rahmet dilemesi için koyulmuştur. Çünkü kul,
Allah’a (c.c.) kıyamda dursa, O’na hamd etse sena etse ve yüceltse sonra da
boyun eğerek rabbini tenzih etse ve tazim etse, sonra yine hamd ve senaya dönse
sonra başını indirmiş, boyun eğmiş Rabbinin huzurunda alçalmış olarak bu gayede
bulunmuş, olur. Onun ihtiyaçları, istekleri, özürleri vs.’de baki kalır.
Böylece de hizmet etmesi hususunda O’na bağlanması meşru kılınmıştır. Sonra da
kul nefsi emmaresini kötülükle, ondan korkarak, özürlü olarak ve ondan
yalvararak efendisinin önünde, kendi nefsini telakki eder bir durum ile iki
dizi üzerine çökmüş olarak boyun eğmiş bir şekilde oturur. Sonra da dört rekatı
tamamlamak için her defasından sonra başka defasında bu ubudiyyeti tekrar
etmesi meşru kılınmıştır. Tıpkı zikirden sonra diğer zikri tekrar etmesi meşru
kılındığı gibi. Çünkü bu maksadın hasıl olmasından da beliğdir. Aynı zamanda
boyun eğmeye ve teslimiyet göstermeye daha çağrışımlıdır.
Dolayısıyla namazın
rükusu, secdesi, kıraati, tesbihi ve tekbiri tamam olunca, namazın sonunda
boyun eğmiş olarak sukunetli ve diz çökmüş olarak celsede oturması meşru
kılınmıştır. Bu oturuşunda en kamil (eksiksiz) selamlamaları (tahiyyeleri)ni;
mahlukun mahluk için tahiyyesinin yerine olarak en faziletlisi olarak ifa eder.
Yönelttiği ya da yanına gittiği zaman (kişinin kişiye selamlaman hususunda) muhakkak
insanlar meliklerini, büyüklerini bir çok selamlama türlereiyle kalplerini
diriltmek için selamlama çekmektedirler. Bazıları: “Allah (c.c.) arkadaşı
nimetli kılsın”, bazıları: “Sana uzun ömür ve afiyet olsun”, bazıları: “Allah
ömrünü uzatsın”, bazıları: “Bin sene yaşa”, bazıları: “Krallara secde etmekte”,
bazıları: “Selam vermekte” vs.’dir. Aralarındaki selamlamalar dolayısı ile
kendi (isteklerine göre) hayat verecek
söz ve fiillerle selamlama olarak içeriklidir. Nitekim müşriklerde putlarını
selamlamaktadırlar.
Hasan dedi ki:
“Calhiliyye ehli putlarını ellerlerdi ve: “Hayatın devamlı olsun” derlerdi. İslam
geldiği zaman en güzel tahiyyeyi (selamlamayı), en faziletlisini ve en
doğrusunu Allah’a (c.c.) selamlaması, övmesidir. O Allah (c.c.) ki bu tahiyylerin
hepsine daha layık ve evla olandır. Nitekim sadece kendisine layık olan
selamlamalar da mevcuttur. Nitekim selamlama hayat, beka ve devamlılığı içerir.
Bu tahiyyelere sadece diri, baki olup ölmeyecek ve mülkü zail olmayacak olan
Allah (c.c.) hak sahibidir.
Aynı zamanda:
“Ves-Salavatu.” kavline de sadece yüce olan Allah (c.c.) hak sahibidir. Onun
dışında bu selavatı söylemek en büyük küfür olup, ona en büyük şirk koşulan
konulardan birisi olur bu.
Aynı zamanda: “Vet,
tayyibat” kavli:(.) hazf edilip mevsufun sıfatında olandır. Yani:
“Tayyibatı, kelimeler, fiiller ve
sıfatlardan”dır. Aynı zamanda: “İsimler tek olan Allah’ındır. O Tayyib’tir.
Fiilleri tayyibdir. Sıfatları da en tayyib olanlardandır. İsimleri isimlerin en
tayyibi, ismi “et-Tayyib olup, Ondan sadece Tayyib olan şeyler sadır olur, ona
ancak tayyib olanlar yükselir ancak tayyib olanlar O’na yaklaşır. Bunların
hepsi tayyibdir. Güzel, tayyib sözde O’na yükselir, O’nun fiili de tayyib olup,
tayyib olan amel sadece O’na yükselir. Dolayısı ile tayyib olan şeylerin hepsi
O’nundur. O’na izafe edilmiştir. Ondan sadır olmuştur. Onda nihayet bulur. Nebi
(s.a.v.): “Muhakkak ki Allah tayyibtir.
Ancak tayyib olanı kabul eder”293 diye
buyurmuştur. Ebu Davud’un ve başkalarının rivayet ettikleri hastalıktan dolayı
rukye hadisinde: “Sen tayyib olanların
Rabbisin” buyurulmuştur.”294
(.) Tayyib: Güzel,
hoş, iyi demektir. Mütercim.
(293) Müslim: 1015 Zekat’da sakadayı güzel kazançtan ve
terbetinden kabul edilmesi babında.
(294) Ebu Davud: 3892 Tıbb’da: Rukyenin keyfiyeti babında;
Ahmed: 6/21 rivayet ettiler. İsnadı zayıftır.
Yüce Allah (c.c.)
ancak Tayyib (iyi) olan kulları ile komşuluk eder. Tıpkı Kuran-ı Kerim’de
Cennet ehline: “Selamun aleykum
üzerinize Tayyib (tertemiz)
geldiniz. Hemen oraya ebediler olarak giriniz” (Zümer: 39/73) diye
buyurulmuştur.
Muhakkak ki Allah’u
Azze ve Celle, şeriatını ve taktirini hükmedip, iyi kadınların iyi erkekler
için olduklarını belirtmiştir. Yüce Allah (c.c.) mutlak olarak tayyib olan
olduğuna göre, O’nun kelimeleri, fiilleri, sıfatları, isimleri vs. bunların
hepsi tayyibdir. Başkası bunlara hak sahibi değildir. Öyle ki güzel olan sadece
O’nun tayyib kılması sonucudur. Onları başka tayyibeler yine O’nun tayyib
kılması sonucu tayyibtir, güzeldir. Dolayısı ile bu güzel tahiyyet (selamlama)
ancak Allah’a (c.c.) olur.
Selam da tahiyya
türlerinden olunca, müslüman bir kimse de icabet edenler istemektedir. Yüce
Allah’da (c.c.), ubudiyetine has kılmış olduğu kulları için, kendisinden selam
istenilendir. Nefsi ile de onlardan razı olmuştur. Kendisine en ikramlı ve en
samimli gelen ile başlamayı meşru kılmıştır. Aynı zamanda İslam’ın anahtarı
olan şehadet kelimesiyle de bu selamlamada konum bakımından da en yakın olanı
ile başlamayı da meşru kılmıştır. Kul namazda buna tekbirle, hamd, sena getirmekle,
övmekle, Rububi ve ilahi tevhidle giriverir. Namazın sonunu da: “La ilahe
illallah, Muhammeden Resulullah” kelime-i şehadeti ile bitirir. İşte bu
selamlama namazın ortasında meşru kılınmıştır. Şayet bu ikinci rekata taşacak
olsa, iki secde arası oturma faslı ile buna birer teşbih olarak bulunsa işte
bunda fasılası ile beraber namaz kılana, neşat ve kuvvetiyle son iki rekatın
istikbali için bir rahatlık vardır. Rekatlar arası peşpeşe yapmasına hilaf
olarak... Bu yüzden de nafilelerde en faziletli olan ikişer ikişer
kılınmasıdır. Şayet dört rekatlık bir tetavvu (nafile sünet) kılacak olsa
ortasında oturuverir.
FASILA
Namazın sonunda
tahiyyatın kelimeleri, önündeki hutbei hacetin konumunda olarak kılınmıştır.
Dolayısı ile namaz kılan namazını bitirince, Rabbinden kendisine vermesi için
boyun eğmiş ve huşulu olarak bir oturuşta oturur. Tahiyyat kelimeleri,
sorularının, isteklerinin önüne geçerek bunları önünde arz etmeye koyulur.
Sonra da bu nimet ve saadeti kendi eliyle ulaşmaya vesile olan (Nebi (s.a.v.)’e)
salatu selam okumakla devam eder. Sanki namaz kılar kişi, yüce Allah’a (c.c.)
kulluğu ile, ona sena etme, vahdaniyetini tevhidleme, rasulünün risaletiyle,
Rasulüne salavat getirmekle tevessül de bulunmaktadır.
Sonra da ona:
“Dualardan istediğini okuyabilirsin” denilir. Bu senin için bir haktır. Bu hak
da senin içindir. Aynı zamanda salavatta “ve alihi” demekte, onun aline ve
ashabına ikram etmekle gözün nuru kılınması için böyle söylenmesi salavat için
meşru kılınmıştır. Aynı zamada O’nun üzerine (s.a.v.) vealine (ailesine) salaat
getirmesi ile beraber O’nun babası (atası)İbrahim’e ve ailesine, ve İbrahim ve
ailesinden sonra tüm enbiyaların da getirmesi. İşte bu yüzden de Resulullah
(s.a.v.) için taleb olunan salavat tıpkı İbrahim’in üzerine salavat tıpkı İbrahim’in
üzerine salavat misli gibidir. Aynı şekilde ondan sonra tüm enbiyalar ve mümin
ailelerin (hepsi) üzerine de olmaktadır. Bu yüzden bu namaz Resulullah’ı
(s.a.v.) üzerine de salavat getirilmesi ile daha kamil ve daha faziletli
olmaktadır.
Namaz kılan kimse bunu
yerine getirince, bütün şerlerin hepsinden Allah’a (c.c.) sığınması ile
emrolunur. Çünkü şer hem ahiretteki bir azab hem de sebebidir. Dolayısı ile şer
sadece azab ve sebepleri olmaktadır. Azab iki türlüdür: Berzah alemindeki azab,
ve ahiretteki azab. Bunun sebepleri ise fitnedir. Bu da iki kısımdır: Büyük ve
küçük. Büyük olana gelince bu deccalin fitnesi, ölünün fitnesidir. Küçük fitne
ise bu da hayatın fitnesi olup bunu tevbe ile tedarik etmek mümkündür. Deccalin
ve ölümün finesi buna muhaliftir. Çünkü bunlarla fitneye girmiş olan bunları
tedarik edemez.
Sonra da kul dualardan
dilediğini -tercihine göre- dünya ve ahiret konuları ile ilgili okuması meşru
kılınmıştır. Bu yerde dua etmek -selamdan önce- şüphesiz selamdan sonra dua
etmekten daha faziletlidir. Aynı zamanda dua edene daha faydalıdır. Aynı
zamanda bunların hepsi Nebi (s.a.v.)’nin dualarının genelidir. Bu namazın
öncesi ve sonrası ile namazındaki (dualar)dır.
Kul namazın başında
olsun, rukuda olsun, rukudan başını kaldırmada olsun, secdede olsun, iki secde
arasında olsun, selamdan önce teşehhüdde olsun dua türlerinden okur. Nitekim
Sıddik’e (Ebu Bekir’e) namazda okuyacağı duayı da (Nebi (s.a.v.)) öğretmiştir.
Nebi (s.a.v.), Hasan bin Ali’ye de vitir namazının kunutunda okunacak duayı da
öğretmiştir. Nebi (s.a.v.) bir kavme dua etmek istediği ya da bir (kafir, zalim
vs.) kavime beddua etmek istediği ya da bir (kafir, zalim vs.) kavime beddua
etmek istediği zaman bunu rukudan sonra okurdu. Böylelikle de namaz kılan selam
vermesinden önce, Rabbinin önünde namaz kılan selam vermesinden önce, Rabbimin
önünde kurtuluş ve yakınlık mahallindedir. Bu mahalde (yerde) bir şeyler
istemesi de, O’nun (c.c.) önünden
ayrıldıktan sonra istemekten daha yakın icabet olunandır.
Nebi (s.a.v.)’e:
“Hangi dua daha
işitilendir?” diye sorulunca kendileri:
“Gecenin ortası ve farz namazların peşine olan (dua)”295 diye buyurmuştur.” Namazın peşi (arkası)
son parçasıdır. Tıpkı hayvanın arkası ve duvarın arkası gibi. Namazın arkası
ile namazın bitişi olduğu şu hadisin delili ile karinesi(.) bulunmaktadır: “Her namazın arkasında otuz üç defa Allah’ı tesbih ederler, O’na hamd
ederler ve O’na tekbir getirirler.”296 İşte
burada namazın arkası, namazın bitişi demektir. İşte bu mühletinin de bitişi
demektir. Çünkü bundan bu anlaşılır. Kul namazı bitirdiği zaman bundan dolayısı
ile namazı bitirdiği ve namazın son bulduğu anlaşılır.
(295) Tirmizi: 3494 Davetlerde: 80. rakamın babında rivayet
etti. İsnadında kopukluk olmasına rağmen hasen hadis saymıştır. İbni Cüreyc’in
ananesi de bulunmaktadır. Hasenliğine dair başka şahitlerde vardır.
(.) Karine: Püf noktası demektir. Mütercim.
(296) Buhari: 2/270, Müsilm: 595; Muvatta: 1/209. Ebu Davud:
1504 rivayet etmişlerdir.
(SELAM İLENAMAZDANÇIKMA(BİTİRME)HAKKINDA)FASILA
Sonra da kul selam
vererek namazı bitirir. Sonra da tıpkı haccda tahlil (bitirme) ile çıktığı gibi
namazda da kişi namazını tahlil ile çıkar. Bu tahlili de imamın duası ile
hayırın aslı ve esası olan selam ile arkasında olan kılar. Arkasında olan da
tıpkı imamın tahlil ettiği gibi tahlil de bulunur. İşte bunda ona ve namaz
kılanlarla beraber selam ile bir dua mevcuttur. Sonra da bu bütün mnamaz
kılanlara meşru kılınmıştır. Tek başına kılsa da. Namaz için bundan daha güzel
tahlil yoktur. Tıpkı tekbirin namazın başlangıcı için daha güzel bir başlangıç
olmadığı gibi. Nitekim namazın tahrimi (başlangıcı) Rabb Teala’yı tüm kemalatı
ile esbatı için toplayıp tekbir getirmektir. Onu tüm nakıs ve ayıplarda da
tenzih etmektir. Onu bununla tek ve has kılmak. Dolayısı ile O’na tazim
göstermek ve yüceltmek.
Dolayısı ile tekbir;
namazın fiillerini, söz ve hallerini tafsilatlı olarak içermektedir. Namaz
başından sonunda: “Allahu Ekber” sözü ile medmundur. Hangi başlangıç (tahrim),
ihlas ve tevhidi içeren bu tahrimden daha güzeldir? Bu, tahlil (namazı bitiriş)
mümin kardeşlerine ihsanı içermektedir. Namaz ihlas ile başlamakta (açılmakta),
ihsan ile de bitmektedir.
FASILA
Namazı kamil kılanlar
şöyle demiştir: “İşte namaz bu yönle ve bu tertib üzere koyulmuştur.
Maksatlarından zikrettiklerinizde bunun hasıl olması mümkün değildir. Öyle ki;
bu da miktarı ve hakikatından ancak, tamalanması, kemal kılınması ve doğruca
kılınması hakkında -ki bu Resulullah’ın (s.a.v.)”da yapmış olduğudur- az bir
parçadır. Zikrettiklerimizin, imamın ve uyanların isteklerine dönecek hafif
tutma ve kısa yapma ile beraber husule gelecek mecal ve bu namazı özel olarak
kılmak isteyene şüphesiz uzun bir ziyade (artırma) gerekmektedir. Dar vakitli
bir namaza gelecek olursak bunda bu tevakkuf etmez.
Namazı veciz kılmak
ile ilgili delil getirmenize gelince, beyan ettiğimiz gibi Nebi (s.a.v.)
namazını vecizli kılardı. Bunda O’nun (ruhunu) Allah (c.c.) kabz edene dek de
devam etmiştir. Bundan başkası elbetteki caiz değildir. Sabah namazında
muavizeteyni okumasına gelince, işte bunu O (s.a.v.) hadiste açık olarak
geldiği üzere seferde iken okumuşutur.297 Misafir olana, seferin zorluğundan dolayı
namazı kısaltması mübah ya da vacibtir. O’nun için namazın rukünlerini
tahfif ile kılması mübahtır. Bilmez
misiniz ki Nebi (s.a.v.) mukim ile kılması mübahtır. Bilmez misiniz ki Nebi
(s.a.v.) mukim iken sabah namazında yüz ayeti okumuştur.298 Sabah namazında “Tekvir” suresini okumasına
gelince;299 eğer bunda seferde iken; bunda size bir delil
yoktur. Şayet mukim iken okumuşsa, kendisinden burada altmış ayetin yüz ayete
dek okuduğu rivayet olunup hikaye edilmiştir.300 Aynı zamanda “Kaf” suresini ve başkalarını da
okuduğu rivayet edilmiştir.301 Çünkü Nebi (s.a.v.) namaza başlardı ve kendisi
uzatmayı isterdi. Ancak çocuk vs.’nin ağlamasından ötürü namazı hafif tutmak
zorunda kalırdı. Ruku ve secdede tesbihi üç defa yapması ile ilgili hadise
gelince302 bu sabit değildir. Nitekim hilafına dair sahih
hadisler vardır. Hadiste geçen: “Sa’diy” meçhul birisi olup kendisi ve hali
bilinmemektedir.
(297) Sf: 163’de geçti.
(298) Sf: 152’de geçti.
(299) Müslim: (456) namazda: Sabah namazındaki kıraat babında
ve: (475) de imama uymak ve ondan sonra amel babında; Ebu Davud, Nesei, ibni
Mace bunu Amr bin Haris (r.a.)’in hadisinden rivayet ettiler.
(300) Sf: 163’de geçmiştir.
(301)Sf: 153’de geçti.
(302) Sf: 161’de geçti.
Şüphesiz Enes (r.a.)
şöyle demiştir: “Muhakkak ki Ömer bin Abdilaziz, insanlar arasında en çok
namazı Resulullah’ın (s.a.v.) namazına benzeyen kimse idi. Onun ruku ve
secdesinin miktarı da on tesbihat miktarı kadar idi.” Enes bunu Sa’diy’den, O da babası ya da amcasından bilmektedir. Tabii ki
şayet sabit ise. Öyleyse Nebi (s.a.v.) ile birlikte tam on sene namaz kılmış
kişinin ilmi ile sadece tek namazı ya da az bir bölüm namazı beraberce kılanın
ilmi nerede? Çünkü Sa’diyin amcası ya da babası Resulullah’a (s.a.v.) mülazame
ile devam eden meşhur sahabelerden değildirler. Mesela Enes, Berra bin Azib Ebu
Said el-Hudri, Abdullah bin Ömer, Zeyd bin Sabit ve başka sahabeler gibi Nebi
(s.a.v.) namazının miktarını, sıfatını rivayet edenlerden değildirler.
Aynı zamanda; rukudan
sonra ta ki insanlar: “Her halde unuttu” deyinceye dek nasıl da ayakta (uzun
bir müddet) olarak durmuştur. Kendisi üç tane tesbihatta bulunduğu halde ve kat
kat kıyamda taktir etmiş olduğunu da söyledikleri halde? Aynı şekilde iki secde
arasında insanlar: “Herhalde vehmetti” deyinceye dek oturması da böylecedir.
Şüphesiz onun ruku ve secdesi, ruku ve iki secde arası oturmasından -ta ki
bunları uzatmasını kerih görmenize ve sizden bu konuda iyice aşırıya kaçmanıza
dek- sonra kıyamı mislince idi. İkisinin uzatılmasıyla da namaz batıl olmuş
oldu. Şüphesiz ki Berra bin Azib, Nebi (s.a.v.)’in ruku ve secdesinin kıyamı
gibi olduğuna şahitlik etmiştir. Bunun da üç tane tesbihat çekecek miktarda
(kısa) olması da imkansızdır. Belki kendileri bir arız durumdan dolayı hafif
tutmuş olabilir. Buna da Sadiy’in amcası ya da babası şahit olmuş olabilir ve
böylece haber vermiş olabilir.
Resulullah (s.a.v.),
kişinin namazını uzatmasını onun fıkıhlı olduğuna hükmetmiştir. Nitekim bu
hüküm az fıkıhlı olma hükmünden elbetteki daha evla olandır. Öyle ki
Resulullah’ın (s.a.v.) hükmü hak olan bir hükümdür. Onun hükmüne ters olan
hüküm zalim ve batıl olan hükümdür. Müslim: “Sahih”inde Ammar bin Yasir’den
gelen bir hadiste, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kişinin namazını uzatması ve hutbesini kısa tutması onun fıkhına dair
bir alamettir.” Dolayısı ile namazı uzatın hutbeyi kısa tutun”304 had
iste geçen, “meinne” alamet demektir. Namazın hırsızlarına göre ise; muhakkak
ki burada acele etmek fıkhın alametinden olup, hırsız namazın ruku, secde ve
rukunlerini çaldığı zaman (eksik yaptığı zaman) bu alamet onun daha fıkıhlı ve
de faziletli olduğunu göstermektedir.
(304) Müslim: 869. Cuma’da: Namazın ve hutbenin tahfifi
babında; Ebu Davud: 1106 Namazda: Hutbeleri kısa tutma babında rivayet ettiler.
Sahihi ibni Hibban’da,
sünen-i Nesei’de, Abdullah bin Ebu Evfa’dan kendisi şöyle demiştir: “Rasulullah
(s.a.v.) zikri çokca yapar, boş şeyleri azaltır, (yapmaz), namazı uzatır,
hutbeyi de kısa tutardı. İhtiyacını gidermek içinde dul ve miskinlerle beraber
yürümeyi de istinaf etmezdi.”305 İşte bu O’nun fiilidir. İşte bu, insanların
toplanmaya da geldikleri cuma namazının misli gibi olduğu kavlidir. Kendisi (s.a.v.)
burada iken: Cuma suresini ve münafikun suresinin tamamını okurlardı.306 Gerçekten bir cumada son üç ayetinden
kısalttığı yoktur. Maalesef bazı insanlar bunu da sünnet sanmışlardır. İki
suresininde sonlarını kısaltıp cuma da okumaktadırlar. Gerçekten tamamını da
okumamaktadırlar.
(305) Nesei: 3/108, 109 Cuma’da: Hutbenin taksirinde müstehab
olanlar babında; Darimi: 1/35 Resulullah’ın (s.a.v.) tevazusu babında: Hakim,
Abdullah bin Evfa (r.a.) hadisinden sahih isnadlı rivayet etmiştir.
(306) Müslim: 877 Cuma’da: Cuma namazında okunanlar babında;
Ebu Davud: 1124 namazda: Cuma namazında neler okunur babında: Tirmizi: 519
Namaz’da: Cuma namazının kıraati babında rivayet ettiler.
Aynı zamanda Nebi
(s.a.v.) cuma günün sabah namazında: “Tenzil; Secde” suresini ve; “hel eta alal insani” suresini
okumuştur.307 Bunları da yavaş ve seri olmadan normal bir
okuyuş ile iki rekatta hepsini okumuşlardır. Malesef bunu da yine bazı imamlar
bozmuş, bu sureyi ya da öbür sureyi kısaltarak okumuş ya da iki sureden
birisini iki rekatta kılmışlardır. bu iki suresinin hepsini okuyanlarda bu
sureleri çok hızlı okumaktadırlar. Bu da imam için mekruhtur. Bunların hepsi
Nebi (s.a.v.)’in getiridiklerinden firar etmektir.
(307) Müslim: 879 Cuma’da: Cuma günü neler okunur babında; Ebu Davud: 1074 namazda: Cuma
günü sabah namazında neler okunur babında: Tirmizi: 520 Namaz’da: Cuma günü
sabah namazında neler okunur babında: Nesei: 2/159 İftitah’da: Cuma günü sabah
namazında ne okunur babında rivayet ettiler.
Şayet onların adet
ettikleri ya da oluşturduklarına muhalif bir bir sahih hadis gelse onlar: “Bu
mensuh ya da icmaya terstir” deyivirirler. Onlara göre bunu ayarlamak onların
sözlerine terstir. Şayet namazı uzatma ile ilgili hadisler mensuh ise
Resulullah’ın (s.a.v.) ashabı bir defa buna daha iyi bilirlerdi. Bununla amel
etmeyeni bununla delil getirmişlerse o zaman bununla -bunu daha iyi bilen-
ümmet de amel etmezdi. Onlar da raşid halifelerdir.
İşte, bu ümmetin
sadiki ve şeyhul İslam (Ebu Bekir (r.a.)) sabah namazında “Bakara”yı okurlardı.308 Hem de başından sonuna kadar. Arkasında
yaşlı, çocuk ve ihtiyaç sahibi kimseler bulunduğu halde. Nitekim kendisine:
“Ey Resulullah’ın
halifesi!Güneş daha neredeyse doğuyordu!” dediklerinde O (r.a.):
“Şayet güneş doğsaydı
bizleri gafillerden bulmazdı” diye buyurmuştur. Onun bu istikametinden diğer
halife Ömer bin Hattab’a gitmiştir. Kendileri de sabah namazında: “Nahl, Yusuf,
Hud, Yunus, Beni İsrail vs. sureleri okurlardı.”309
(309) Sf: 159’da geçti.
Az önce geçen Abdullah
bin Ömer’in hadisinde, Resulullah (s.a.v.)’in namazı hafif kılmak ile
emrettiklerini kendilerine de: “Es-Saffat” suresi ile kıldırdıklarını
belirtmiştir.310 İşte O’nun yaptığı emrettiği şeydir. Nitekim
önceden, rukudan kalkıp itidalli durduğu vakitte ki rukunde (okuduğu) zikir ve
dualar ile ilgili hikaye geçmişti. Kendileri (s.a.v.) öyle uzatırdı ki
arkasında olan: “Her halde daldı” deyiverir idi.”311
(310) Sf: 169’da geçmiş idi.
(311) Sf: 148’de geçti.
Yine bu konuda geçen
Ebu Said’in rivayet ettiği hadis mevcuttur. Kendisinin dediğine göre;
Resulullah (s.a.v.) öğle namazını kıldırmak için (mescide) girerdi. Birisi de
ihtiyacını gidermek için, “beki” denilen yere gidip hacetini giderirdi. Ehline
uğrayıp abdest alırdı. Sonra da:Mescide dönerdi. Resulullah’a (s.a.v.) da ilk
rekatte kavuşurdu.”312
(312) Müslim: 454 Namaz bölümünde: Öğle namazının kıraati
babında rivayet etti. Bu hadiste geçmiş idi.
Dolayısı ile bunda ona
uymayı haram ya da mekruh sayan kişi ne kadar da şaşılacak bir söyleyişte
bulunmuş! Bizler de: “Asla!Nebi (s.a.v.)’yi hak ile gönderene yemin olsun ki,
muhakkak bu konuda ona uymak Allah’ın (c.c.) rızalığını ve Rasul’ünün
rızalığını kazanmak demektir. Şüphesi ki bunu terk etmek namazı terk etmektir”
diyoruz. Said bin Abdurrahman bin Ebi Umya’nın ve Suheyl bin Ebi Umame’nin Enes
bin Malik’in yanına geldiği ile ilgili hadise gelecek olursak; kendisi hafif
bir namazı kılmakta idi. Sanki seferi namaz gibi: Kendisi: “İşte bu
Resulullah’ın (s.a.v.) namazıdır”313 demiştir. İşte bu ibni Ebu’l Amya’nın tek
olarak rivayet ettiği olup meçhul birisine benzetmektedir. Sahih hadisler Enes
(r.a.)’dan gelmektedir. Nitekim hepsi bunlara çelişmektedir. Dolayısı ile bunu
Enes nasıl söyleyebilir?. Kendisi: “En çok Ömer bin Abdulaziz’in namazını
Resulullah’ın (s.a.v.) namazına benzediğini ön görmüştür. Kendisi onar onar
tesbihatı çekerdi”314Enes
rukudan başını insanlar: “Herhaldeki unuttu” demelerine dek kaldırıverirdi.
Aynı şekilde iki secde arasında da.”315
(313) Sf: 161’de geçti.
(314) Sf: 148’de geçti.
(315) Müslim: 472, Namaz’da: Namazın rukunlerinin itidalli
olması babında rivayet etti.
Kendisi:
“Resulullah’ın (s.a.v.) namazını size kıldıracağında ben aşırıya kaçmıyorum”
demiş ve onlar namazları zai ettiklerinden dolayı da ağlamıştır.316
(316) Buhari: 2/11, Namazın vakitleri bölümünde: Namazı
vaktinden zai etmek babında rivayet etti.
Öyleyse açık olup
senedlemride bir yanlışlık, zayıflık bulunmayan, delil olmalarında da bir şüphe
olmayan sahih hadisler nasıl olur da az önce geçen ibni Ebi’l-Amya hadisi ile
red edilebilir? Şayet ibni Ebi’l-Amya’nın hadisi sahih olmuş olsa -ki bu
gerçekten sahihlikten pek uzak olan bir hadistir- o zaman bu hadisin
Resulullah’ın (s.a.v.) ratib (tertib edilien) sünnetlerden bir namazın olduğuna
haml edilir. Mesela; sabahın, akşamın, yatsının sünnetleri ve tahiyyetül mescid
namazı gibi vs. yoksa bu Resulullah’ın (s.a.v.) ashabına devamlı olarak
kıldırdığı (farz) namazlar değildir. Buna haml edilemez. Bu da bu hadisin
batıllığını kesmekte, diğer açık sahih olan hadisleri de red etmek manasına
gelmektedir. Şüphe yok ki Resulullah (s.a.v.) sabah namazının sünnetini hafif
tutarlardı. Hatta müminlerin annesi Aişe (r.a.): “Acaba Ummu’l Kuran-ı
(fatihayı) orada okur muydu?” bile derdi.317
(317) Buhari: 3/38 Teheccüd bölümünde: Sabahın ilk sünnetinde
okunacaklar babında: Müslim: 724 ve 92 Misafirin namazı bölümünde; sabahın ilk
iki rekatlık sünnetinin müstehaplığı babında; Muvatta: 1/127 gece namazında
sabahın ilk iki rekatlık sünnetinde rivayet ettiler.
Nebi (s.a.v.) seferde
iken namazı kısa tutardı. Ta ki bazen de sabah namazı da muavizeteyni okurdu.”318 Çocuğun ağlamasından dolayı da namazı hafif
tutardı.319 Dolayısı ile
sünnet olan hafiflemek için hafif, uzatmak için uzun tutmaktır. Ortasını
tutturmak galib olandır.
(318) Sf: 163’de geçti.
(319) Sf: 147’de tahrici geçti.
Enes’in inkar etmiş
olduğu, hafif tutmaya ihtiyacı olduğu halde kişinin kendisine hafif
tutmamasıdır. Bu da bir teşdid örneğidir. Şüphe yok ki bu Nebi (s.a.v.)’nin
sünnetine ve getirdiklerine terstir. Muaz’ın hadisine ve: “Sen fitneci misin. Ya Muaz!” dediği hadise gelince, bu kelime ile
sadece, namazı çaldığı konusu çıkarılması gerekir. Hadisin başını ve sonunu
bilmemektedirler. Dolayısı ile Muaz’ın şu kıssasını dinle: Cabir bin
Abdullah’dan dedi ki: “Bir adam iki tane su kabı ile namaza geldi. Geceden bir
bölüm idi. Muazı’da namaz kıldıran görünce iki kabı da bırakıverdi. Muaz’a
yöneldi ve o Bakara ya da Nisa surelerini okumakta idi. Adam sonra gitti ve
Muaz’ın kendisi hakkında bir şeyler söylediğini duydu. Direk Resulullah’ın
(s.a.v.) yanına onu Muaz’ı şikayet için gitti. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.)Muaz’a: “Sen fitneci misin Ey
Muaz?” ya da: “Sen fitne çıkaran
mısın?” demiştir, üç defa.
Dolayısı ile sen:
“Sebbihis me Rabbekel Ala”yı, okusaydın ya!Çünkü senin arkanda yaşlı, zayıf ve
ihtiyaç sahibi kimseler durmaktadır. diye buyurdular.320 Buhari
ve Müslim rivayet etmiştir. Lafzı ise Buhari’nindir.
(320) Tahrici sf: 162’de geçti.
“İmamı Ahmed’in
Müsned’inde ise Enes bin Malik’in rivayet ettiği hadiste kendisi şöyle
demiştir: “Muaz bin Cebel bir topluluğa imam olmuştu. Bu arada Huzam girdi ve
kendisi hurmalıklarını sulamak istiyordu. Toplukla birlikte mescide girdi.
Muaz’ın namazı uzattığını görünce namaza durmadı. Hurmalıklarını sulamaya
gitti. Muaz namazı bitirince durumu ona anlattılar. O da: “Bu münafıktır,
kendisinin hurmalıklarını sulaması namazından daha mı acıdır ki?” dedi. (Ravi
devamla) dedi ki: “Huzam Nebi (s.a.v.)’in yanına geldi. Muaz da onun yanında
idi. Kendi: “Ey Allah’ın Nebisi!Ben kendime ait olan hurmalıklarımı sulamayı
sadece kast etim. Mescide toplulukla (cemaatle) beraber namaz kılmak için
girdim. O namazı uzatınca bende namazın
namazı bırakıp (çıktım) ve hurmalıklarıma gittim. O da beni münafık
sanmış” dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) Muaz’a dönüp: “Sen fitneci misin? Namazı fazla uzatma onlara!“Sebbihis me Rabbikel
Ala” ve “Eş-Şemsi ve Duha’ha”yı vs.leri oku” diye buyurdular.”321
(321) Ahmed: 3/124. Bu sahih bir hadistir.
Muaz bin Rifae
El-Ensari, O da Süleym’den rivayete göre şöyle demiştir: “Beni Seleme’den bir
adam Resulullah’a (s.a.v.) gelip: “Ey Allah’ın Resulü!Muhakkak Muaz bin Cebel
bize, biz uyuduğumuz zaman gelir. Bizim de işlerimiz gündüz vakti olmaktadır.
Kendisi namaza diye nida etmektedir. Biz de namaza gideriz. Kendisi de namazı
bizlere (oldukça) uzatmaktadır” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.): “Ya Muaz bin Cebel!Fitne çıkaran olma! Ya
benimle beraber namaz kılarsın ya da kavmine namazı hafif tutarsın” diye
buyurdular. Sonra da:
“Ey Süleym!Kuran ile birlikte başka neyi okuyorsun?” diye buyurdu. O da:
“Ben Allah’dan
(c.c.)Cennet’i istiyor, Cehennem’den de O’na sığınıyorum. Allah’a yemin olsun
ki senin ve Muaz’ın dendenesi (vızıltısı) gibi daha güzel var mıdır?” dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Benim ve Muaz’ın (dua ettiğimiz
zamanki) vızıltımızın, Allah’dan (c.c.)
Cennet’i dilemek, Cehennnem’den de korumasını istemek olduğunu da anlarsın?!”
diye buyurdular. Süleym: “İnşallah Uhuda hazırlanıyorlardı. O da (Süleym)
savaşa çıktı. Kendisi de şehitler kervanına katılanlardan idi. Allah rahmet
etsin.322 Bunu İmam Ahmed rivayet etmiştir.
(322) Ahmed: 5/74 senedinde meçhul bir ravi vardır.
Şayet: “Ahmed bin
Hanbel, Bureyde hadisinden rivayetle; Muaz bin Cebel’in, ashabına yatsı
namazını;“iğterebetis saatı” suresiyle namazı kıldırdığını, bir adamın da
namazı bitirmeden kalkıp tek başına namaz kıldığını sonra da gittiğini,
Muaz’ında ona şiddetlice ağır bir söz (münafık) dediğini, o adamında
Resulullah’a (s.a.v.) gelip, itirazda bulunduğunu: “Ben hurmalıklarımla
çalışmayı kast etmiştim. Susuz kaldıklarından korktum” demesi üzerine
Resulullah’ın (s.a.v.): “Eş-Şemsi ve
Duha ha” ile ve diğerlerle namazı kıldın”323 demesi ile ilgili hadise gelecek olursak buna:
“Bu Muaz’ın kıssası tekrar etmiştir cevabını vermek gerçekten doğrudan uzak
olan bir cevabtır. Çünkü Muaz Allah’ın (c.c.) dini hakkında, Resulullah’ın
(s.a.v.) O’nu nehy edip sonra da ona
dönmesi hususunda fakih kimse idi. Bu cevapta en iyi olan açıklama onun ilk
rekatta okuduğudur. Dedi ki: Bakarayı işitmiştir ve; “igterebetis- saah” ile
kıldırmıştır” demiştir. “Sahihayn’da” rivayete göre: “Kendisi Bakara suresini
okumuştur.”Bazı ravilerde şüpheye girmiş ve “Bakara ve Nisa sureleri”
demişlerdir.
“İgterebetis-Saah”
suresini okuması ile ilgili kıssa da “sahih” adlı eserde zikr olunmamıştır.324 Nitekim “sahih”de olan bundan; sıhhat
hususunda daha evladır. Cabir (r.a.) hadisi ezberlemiş ve: “Muaz Nebi (s.a.v.)
ile beraber yatsıyı kıldı. Sonra da
kavmine gitti, onlara imamlık yaptı. Bakara suresini okumakla başladı” dedi ve
kıssayı zikretti.325 İşte Cabir onun bunu bir defa yaptığını ve
Bakara’yı okuduğunu haber vermiştir. Şüphe etmemiştir. Bu hadiste; “Sahihayn”da
geçip sıhhatinde ittifak edilmiştir. Allah (c.c.) en iyisini bilir.
(323) Ahmed: 5/355 hadis sahihtir.
(324) Ahmed: “Müsnedin’de”: 5/355 Büreyde hadisinden (r.a.)
Hadis sahih bir hadistir.
(325) Buhari: 2/162-166 Cemaatle namaz bölümünde: İmam namazı
uzatsa, kişide ihtiyacı olsa çıksa ve namaz kılsa babında ve: 10/429’da Edeb
bölümünde: Bunu diyeni tevilinden dolayı küfür olarak görmeyenler babında:
Müslim: (465) Namaz’da: Yatsı namazındaki kıraat babında rivayet ettiler.
FASILA
Bununla da ortaya
çıktı ki; derine dalmak, aşırıya kaçmak (bu konuda) ve teşditli olmak Nebi
(s.a.v.)’in nehy etmiş olduğu olup, bu Resulullah’ın (s.a.v.) getirdiklerine,
ashabının ve yolda ilerleyenlerin yapmış olduklarına terstir. O’nun
yaptıklarına uymak ve kendisinden sonra raşid halifelere muvafat etmek tabi
olmanın özüdür. Nitekim bunlardan yüz çeviren ve cahillik yapan bunları
bilmediğinden yapmaktadır. Aynı zamanda yanlışta derinleşmek, aşırıya gitmek
O’nun (s.a.v.) getirdiklerine terstir. Getirdiklerine tecavüz etmek ve ifrata
kaçmak demektir. Bunun tersi de zai etmek, bunda tefride kaçmak ve kılmaktır. İşte
bu ikiside (ifrat-tefrid) hata olup sıratı mustekimden sapma demektir. Kuvvetli
metoddan çıkış demektir. Allah’ın (c.c.) dini ifrat ile tefrit arasındadır.
Ali bin Ebi Talib
(r.a.) dedi ki: “İnsanların en hayırlısı kendisine yüksek gelen ve alçak gelen
şeylerde orta yolu, tarzı alan kişidir. “Bunu, ibni Mübarek Muhammed bin
Talha’dan, O da Ali’den zikretmiştir. İbni Aişe şöyle demiştir: “Yüce Allah
(c.c.) kulları için bir şeyi emrettiği zaman muhakkak ki onda şeytanın iki tane
fonksiyonu (vesvesesi) bulunmaktadır. Ya aşırılığı (ifratı) ya da azlığı
(tefriti) sokar.” Bazı Selef alimleri dedi ki: “Allah’ın (c.c.) dini ifrat ve
tefrit arasındaki (orta yoldur). “Şüphesiz ki yüce Allah (c.c.) kitabının bazı
yerlerinde iki taifenin (ifrat-tefrit) arasında bulunan vasat (orta yol) ehlini
övmüştür ve şöyle buyurmuştur:
“Ve onlar ki, mallarını infak ettiklerinde israf da etmezler, cimrilik de
etmezler. Bunun arasında orta bir yol tutarlar.”
(Furkan: 25/67)
Bir ayette de şöyle
buyurmuştur:
“(Zincire vurulmuş esirler gibi) elini boynuna bağlanmış kılma (cimri olma). Onu büsbütün de açma (israf da etme). Yoksa sonra kınanmış, yaptığına pişman olur kalırsın.”
(İsra: 17/29)
Başka bir ayet de
şöyledir:
“Akrabaya, hakkını ver, yoksula da, yolda kalmışa da. Ama saçıp
savurma!”
(İsra: 17/26)
Böylece de akrabaya,
hakkını ver, yoksula da, yolda kalmışa -tutma yönünden- onların haklarına
inhiraf etmeyi men etmiştir. Savurma yönünden de saçıp savurmayı da yasak
etmiştir. Nitekim Allah’ın (c.c.) rızalığı ifrat ve tefrit arasında
bulunmakladır. Bu yüzden de bu ümmet ümmetlerin vasatı (ortası)dır. Kıblesi de
iki tane inhiraf olmuş (sapıtmış) kıblenin ortasında bulunan bir kıbledir.
Nitekim orta olan her zaman kendi etrafını korumaktadır. İkisin de ihlal etmek
daha çabuk olmaktadır. Tıpkı şairin dediği gibi:
“Hadiseleri kapsayan
korunmuş bir orta yol oldu.
Öyle ki (kendi) tarafı
da oluşmuş oldu.”
Muhakkak ki Rabb
Teala’nın şeriatı ve taktiri tüm işlerin hayırlı olanının ortası olduğunda
ittifak etmişlerdir. Onların: “Sahabelerin, Resulullah’ın (s.a.v.) sesini,
kıraatini sevmeleri, onun namazı uzattığı ihtimalini vermektedir. Bununla da
bir zorluk görmemekteydiler. Allah’ın (c.c.) bana verdiği ömrüm hakkı için
diyorum ki, durum gerçekten de zikrettikleri gibidir. Bilakis sahabelerin, Nebi
(s.a.v.)’yi sevmeleri, onların nefislerini ve mallarını onun önünde bezl etmeye
taşımıştır. Hatta onun kerim olan nefsiyle onların nefislerinin korunması da
söz konusu husule gelmektedir. Kendileri onun önünde ölüme gitmiş, seven de
sevilenin rızalığına ilerlemiştir. Allah’ın (c.c.) bana verdiği ömrüm hakkı
için derim ki; ondan sonra kıyamet gününe dek ona tabi olma durumu, onların hiç
bir kınayıcının kınamasından korkmadan onun sünnetlerine tabi olmalarını
sağlamaktadır. Onlar aynı zamanda hiçbir azarlayıcının azarlamasından da imtina
etmezler. Nitekim onlar Nebi (s.a.v.)’nin getirdiklerine ve ona tabi olmayı
üstlenmişler, kimsenin kınamasını aldırış etmemişler kimseden çekinmemişler,
cahillerle mücadele etmişlerdir. Nitekim o cahillerde Resulullah’ın (s.a.v.)’in
sünnetine bedel (karşılık) olarak kendi adamlarının görüşlerine uymakta, onlara
sımsıkı sarılmakta, bir defa da olsa yollarından şaşmazlar. Kuran ve sünnetin
nasslarında buna arz etmekle, sultana ordunun arz edilişi gibi bir (tavır)
takınmaktadırlar. Onlara muvafık (denk) olanı kabul ederler. Muhalif gelenleri
ise birçok tevil türleriyle red edercesine bir yol izlerler. Bazen: “Bunun
zahiri metruktur” demişler, bazen de: “Bu sözün kim tarafından söyleneceği
meçhuldür” demişler, bazen de: “Bu mensuhtur”, bazen de: “Bizim tabi olmuş
eserimiz bunlardan daha ilimlidir” demişlerdir, onlara muhalif gelenler de,
onun sahih hadimsleri olup, onların muhalefet ettiklerini göstermektedir.
Böylece de bu fırkanın tabi olması zor gibi olmuş, onun (s.a.v.) sünnetine
yaklaşmak hususunda, onlar dönüp dolaşıp (yan çizmekte)dir. Onların gözlerinden
kerim olan şahısları kaçacak olsa onun görüşlerinin dosdoğru hidayet üzerinde
olduğuna da şahitlikten çekinmezler.
(NEBİ(S.A.V.)NAMAZININSIFATI(ŞEKLİ)HAKKINDA)FASILA
Şimdi Nebi (s.a.v.)’in
kıbleye dönüşü ile başlayan ve “Allah’u Ekber”, deyip selam vermesine de
namazının siyakı ve açıklamasını, sen gözlerinle, kıldığına şahitlik ediyormuşcasına
belirteceğiz. Sonra da dilediğin gibi kendine pay çıkar!.
Resulullah (s.a.v.)
namaza kalktığı zaman kıbleye dönerdi326,
namazgahında durur, iki elini kulak uçlarına kadar uzatır327 parmaklarını kıbleye doğru yönlendirir ve
“Allahu Ekber” deyip başlardı. Bundan önce de: “Ben filan filanca namazı,
filanca imamın arkasında, Allah için şu vakitte dört rekatlık farz olarak vs.
eda etmeye niyet ettim” demezdi:Aynı zamanda namazının ne öncesinde ve ne de
sonrasında bununla ilgili, namazın hiçbir yerinde bir kelime bile
söylememiştir. Nitekim sahabeleri, onun namazdaki hareket, sukunet ve
heyetinden de rivayetler nakl etmişlerdir. Onun sakallarının hareket etmesini
bile nakl etmişlerdir. Hatta namazda bir defasında kızının kızını da taşıdığı
bile olmuştur. Bunları bile nakl etmişler ihmale gitmemişlerdir. Öyleyse
namazın başından sonuna dek zikredilen bu önemli konunun -ki bu namazın
girişindeki bir şiardır- nakledilmemesi,
bunun terk edilmesi nasıl görüşlerini birleştirecek?
(326) Namaza durulduğu zaman kıbleye; kabeye dönmek bütün
cumhur alimlerinin çok büyük çoğunluğuna göre farz oluş bu mutevatir olarak
(s.a.v.)’den gelmiştir. Buna şu ayet delalet etmektedir: “Yüzünü mescidi haram tarafına çevir. Hadiste, “namazı unutan”
hadisinde geçmişti.
(327) Müslim: 391, 26 Namaz’da: Omuzlara dek iki elin
kaldırılmasının müstehaplığı babında...: Ebu Davud: 745 namazda: Namazın
başlangıcı babında: Nesei: 2/122 iftitahda: Kulak uçlarına dek iki elin
kaldırılması babında: 2/182. İftitah bölümünde, ruku için iki elin kulak
memelerinin hizasına dek kaldırma babında; ibni Huzeyme: 480’de rivayet
ettiler.
Ömrüm hakkı için: Eğer
bu konuda bir kelime bile söylediği (niyette) sabit olmuşsa elbetteki ona ilk
uyacak biziz, ona gidecek olanlar da biziz. Sonra da sağ eliyle sol elini tutar
mufassalının üzerine koyar328 sonra da göğüsüne koyup sonra da şöyle derdi:
“Subhaneke, allahümme baid beyni ve beyne hataya ya kema ba atte, beynel
meşrila vel meğribi. Allahumme nekkini min hatayaya kema yunekki es-Sevbul
Ebyadu mined denesi. Allahumme. İğsil hataya ya bil-mai ves-Selci vel-Beredi.”329 Bazen de şöyle derdi: “Veccehtü vechiye
lillezi fataras-Semavati vel-Ardi hanifen muslimen ve ma ene minel muşrikin. İnne salati ve nusuki ve mahyaya ve mamati lillahi rabbil alemin? La şerike
leh ve bizalike umirtu ve ene evvelül müslimin. Allahumme entel melik la ilahe
illa enle ve ene abduke, zalemtu nefsi ve tereftu bizanbifeğfirli zunubi
cemian, la yeğfiruz. Zunube illa enle vehdini li eh senil ahlak, la yehdi li
ehseniha illa ente. Vesrif anni şeyyi eha, la yesrifu anni şeyeeha illa
ente.Lebbeyke ve sadeyke. Vel hayru kulluhu fi yeeyk veş-Şerru leyse ileyke. İnna
bike ve ileyke. Tebarekte ve Tealeyte, Esteğfiruke ve Etubu ileyke”330 Lakin bu duayı onun gece namazında okuduğu
rivayet olunmuştur. Bazen de şöyle derdi: “Allahu Ekber. Allahu Ekber Kebiran,
Vel Hamdulillahi Kesiran Vel Hamdulillahi Kesiran, ve subhanellahi bukreten ve
asilen”331 Bazen de; “Allahu Ekber, AllahuEkber, La ilahe
illa ente, La ilahe illa ente subhanellahi ve bihamdihi subhenellahi ve
bihamdihi” derdi. Sonra da: “Euzu Billahi ve bi hamdih” derdi. Sonra da: “Euzu
billahi mineş-şeytanirracim” der, bazen de: “Euzu billahi mineş-şeytanir racim
min nefhihi ve nefesihi ve hemzihi”332 Bazen de: “Allahumme inni euzu bike mineş-şeytair-racim
ve hemzihi ve nefhihi ve nefesihi”333 derdi.
(328) Ebu Davud: 757 Namaz’da: Namazda sağı solun üzerine
koymak babında: Nesei: 2/126 iftitahda; namazda sağı solun üzerine koymak
babında: İbni Huzeyme 480 namazda sağ elin içini sol elin dışına koyma, kolla
bilek hepsini koyma babında rivayet etiler.
(329) Manası: “Allah’ın seni tenzih ederim. Allah’ım! Doğu ile
batıyı nasıl ayırmışsan, beni de hatalarımla ayır. Allah’ım! Beyaz bir
elbiseden (siyah) bir kiri temizlediğin gibi beni de hatalarından temizle,
koru. Allah’ım! hatalarınımı su, kar ve dolu ile temizle, yıka.” Mütercim.
Ebu Davud: 759
Namaz’da: Namazda sağı solun üzerine koymak babında: İbni Huzeyme: 479 Namazda,
kıraate başlamadan önce sağı solun üzerine namazda koyma babında; Ebu’ş Şeyh’de
bunu Tarihu’l isbahan’da: 125 rivayet etmiştir.
(330) Manası: “Yüzümü müslüman ve hanif olarak semavatı ve yeri
yaratana çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Şüphesiz ki namazım, ibadetlerim,
yaşamam ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’adır. O’nun ortağı yoktur. Ben
böylece emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim. Allah’ım!Sen meliksin senden
başka hiçbir ilah yoktur. Bende senin kulunum. Nefsime zulm ettim. Günahlarımı
itiraf ettim. Öyleyse benim bütün günahlarımı bağışla. Senden başka günahları
bağışlayan yoktur. Beni en güzel ahlaka ulaştır. Ancak en güzeline sen
ulaştırırsın. Günahlarımı da benden uzaklaştır. Senden başka günahları
uzaklaştıracak yoktur. Lebbeyke, senin emrine amadeyim. Hayırın hepsi iki
elindedir. Şerr ise sana değildir. (senden değildir). Biz senden geldik, sana
döneceğiz. Sen mübarek ve yüce olansın. Senden bağış istiyor, tevbe ediyorum
sana.” Mütercim.
Buhari: 744, Ezan’da:
Tekbirden sonra ne der babında; Müslim: 598 mesacidde: İhram tekbiri ve kıraat arasında neler de babında; Ebu
Davud: 781 Namaz’da: İftitah sırasında sekte babında. Nesei: 2/128-129 İftitah’da:
Tekbir ve kıraat arasındaki babda rivayet ettiler. Hafız dedi ki: 2/230: “Bu
Hanefilere hilaf olarak namazda Kuran’ın dışında da dua etmenin cevazını
göstermektedir. Aynı zamanda bu dua ubudiyyeti izhar etmek için resulullah
(s.a.v.)’den de mubalağalı bir yolla olmuş bir duadır. Baıları da: “Ümmetime
öğretme yolu ile olan bir duadır” da demişlerdir.
(331) Manası: “Allahu Ekber, Allahu Ekber o büyük, çokça hamd
O’nadır, çokça hamd O’nadır. Gece ve gündüz (her zaman) onu tenzih ederim.”
Mütercim.
Müslim: (771)
Misafirlerin namazında: Gece namazı ve kıyamındaki dua babında: Ebu Davud: 760
Namazda; namaz (hangi) dua ile açılır babında; Nesei: 2/130 iftitahda: Tekbir
ve kıraat arasında zikir ve dua etmek hakkında başka bir tür babında rivayet
etmişlerdir.
(332)Manası: “Şeytanın şerrinden Allah’a (c.c.) sığınırım.
Onun (şeytanın) üfürmesi, nefesi ve hile sokmasından da sığınırım.” Mütercim.
Ahmed: 4/80 ve 85. Ebu
Davud: 764 Namaz’da: Namaz (hangi) dua ile açılır babında: İbni Mace: 807
namazın ikamesinde: Namazda Allah’a (c.c.) sığınma babında rivayet ettiler. İbni
Hibban; 443 sahihlemiştir. Hakim: 1/235’de rivayet etmiş Zehebi de
onaylamıştır. Hadis sahihtir.
(333) Manası: “Allah’ım! Ben sana şeytanın
şerrinden sığınırım. Şeytanın hile, nefesi ve üfürmesinden de yine Allah’a
(c.c.) sığınırım.” Mütercim.
Ebu Davud: İbni Mace,
Darekutni rivayet etmiş, Hakim sahihlemiş, Zehebi de onaylamıştır. İbni
Hibban’da sahihlemiştir. Hadis sahih bir hadistir.
Sonra da Rasulullah
(s.a.v.) Fatihatul Kitabı (Fatiha suresini) okurdu.334 Şayet namaz cehri (sesli okunan bir) namaz ise
kıraati onlara dinlettirirdi. O (s.a.v.): “Bismillahirrahmanirrahim” demeyi de
cemaate işitirmezdi.”335 O’nun Rabbi (c.c.) onun okuyup okumadığını en
iyi bilendir. Nebi (s.a.v.) ayetleri teker teker okurdu. Sonra da: “Rabbil alemin” ayetinde durur
(beklerdi). Sonra da “Maliki yevmid-Din”
ayetini yavaşca ve tertil üzere okurdu. Rahman lafzını ve Rahim lafzını
çeker idi. “Maliki yevmid-Din”
ayetini de elifli okurdu. Sureyi bitirdiği zaman da, amini seslice söylerdi,
sesini de bununla çekerdi, yükseltirdi.336 Arkasındakiler de mescid inleyene dek seslice
çekerlerdi.337
(334) Buhari: 2/200 Namazın sıfatında: Kıraatın vavibliği
babında; Müslim: 394 Namazda, her rekatta Fatiha’yı okumanın vucubiyeti
babında; Ebu Davud: 822 Tirmizi: 247; ibni Mace:837, Nesei: 2/137, 138’de
rivayet ettiler.
(335) Buhari: 2/188 namazın sıfatında. Tekbirden sonra ne der
babında. Lafzı ise şöyledir: “Nebi (s.a.v.), Ebu Bekir ve Ömer (r.a.) namazı: “Elhamdulullahi Rabbil Alemin” ile
açarlardı: Tirmizi: 246’da rivayet etmiş ona göre de: “Kıraat” lafzı “namaz”a
bedel gelmiştir. Kendisi “Osman” lafzını da ziyade etmiştir. Müslim: 399
namazda besmele sesli okunmaz diyenin delili babında rivayet etti.
(336) Tirmizi: 248 Namaz’da: İmamın arkasında temin (amin)
demek babında rivayet etti: İsnadı sahihdir. Bunu hafız “Telhis” adlı eserinde;
90 zikretmiş, nisbetini de Darekutni, ibni Hibban’a; Süfyan-ı Sevri yolu ile
belirtmiştir. Senedi de sahihtir” demiştir, Nesei: 2/122; ibni Hibban:
462’de rivayet ettiler.
(337) İsnadı zayıftır. Bunu Şaafi “Sünen’in”de: 1/76’da
rivayet etmiştir. Hadisin senedinde Müslim bin Halid ez-Zenci vardır.
Kendisinde çokça vehm bulunmaktadır. İbni Cüreyc de bu senedde bulunmaktadır.
Kendisi de müddelis olup ananesi mevcuttur.
Kendilerinden
(s.a.v.)Fatiha ile bir surenin kıraati arasında susmuş (sekte yapmış) mıdır
yoksa kıraatten sonra hepsinde mi sekte yapmıştır? konusu ile ilgili gelen
rivayetlerde ihtilaf edilmiştir. Yunus dedi ki: “Hasan’dan ve Sumure’den gelen
(rivayetle) iki tane sekteyi ezberledim: İmamın tekbir getirmesiyle ta ki
okuması bitince, ruku anındaki sektesi. Nitekim bunu Ubey bin Kab’da tasdik
etmiştir.338
(338) Ebu Davud: 777 namazda: İftitah anında sekte babında
rivayet etti. Hadis sahihtir.
Yunus Esas el-Hamrani
de Haran’dan rivayetle muvafakat etmiş ve şöyle demiştir. “Namazı açtığı zaman
sekte yapması ve kıraatin hehpsini bitirdiği zaman ki sektesi (durması)’dır.339 Katade de bu ikisine muhalefet edip şöyle
demiştir: “Hasan’dan rivayette; Semra bin Cündab ve İmran bin Husayn müzakere
ediyorlardı. Sonra, Resulullah (s.a.v.)’den iki tane sekteyi ezberlediğini
anlatmıştır: Tekbir getirdiği vakitleri duruşu (sektesi) ve: “Gayril mağdubi aleyhim veladdallin” ayetinin
kıraati bittiği zaman ki sektesi. Sadece bu ikisi mevcuttur.” Nitekim bunu
Semra ezberlemiş, onu da İmran bin Husayn karşı çıkmıştır. Her ikisi de bu
konuda Ubey bin Kab’a mektup yazmışlardır. Onun bu kitabında (mektubunda) da
Semra’nın şüphesiz ezberlediği yazılıydı.”340
(340) Ebu Davud: 729 Namaz’da: İftitah anında sekte babında;
ibni Mace: 844 namazın ikamesinde: İmamın iki sektesi babında: Tirimizi: 251
namazda: Namazda iki sekte hakkındaki babda rivayet etti. Dedi ki: “Bu
Semra’nın hadisi hasen bir
hasendir.”Alkame Ahmed Şakir: “Tirmizi’nin Süneni’ne” yaptığı Lalikinde: 2/31:
“Bu hades sahihtir” Ravileri de sikadırlar. Tirmizi bunu hasen saymıştır.
Semra’dan Hasan’ın işitmesindeki ihtilaftan dolayı. Nitekim bu konuda önceden
konuşmuştuk. 182”deki hadisin şerhinde ondan işitmesini de sabit kılmışmtık.
Tirmizi’de Semra’dan Hasan’ın birçok hadisini, birçok yerlerde sahihlemiştir.
Kab’da aynı zamanda
şöyle de demiştir: “Hasan’dan ve Semra’dan (rivayetle) ki tane Resulullah’dan
(s.a.v.) sektesini ezberledim. Kendileri namaza durunca ve kıraatleri bitince.”
Kendisi devamla da: “⁄ayrilmağdubi
aleyhim veladdallin” demiştir.341
(341) Ebu Davud: 780 Namaz’da: İftitah anında sekte babında
rivayet etti. İbni Hibban’da: 448’de sahihlemiştir.
Dolayısı ile hadisler
sadece iki tane sektesinin olduğunda ittifak etmişlerdir: 1. başlangıç duruşu
(sektesi) ve hakkında ihtilaf edilen
sekte. Fatiha’nın okunmasından sonradır diyen Katade’dir. Semra’da buna ihtilafta
bulunmuştur. Bazen bunu der, bazen de “kıratten sonradır sekte” der. Yunus ve
Eşas’ın bütün kıraatlerin bitmesinden sonradır sekte demelerinde ihtilaf
edilmemiştir. İşte bu iki rivayetin en tercihe şayen olanıdır. Allah (c.c.) en
iyisini bilir. Dolayısı ile Nebi (s.a.v.)’den, Onun -ta ki arkasından birisi
okuyana dek- Fatiha suresini okudukları sonra susması ile ilgili sahih ve zayıf
bir rivayet nakl edilmiş değildir. Nitekim gördüğün gibi sükutu ile ilgili
sadece bu ihtilaflı hadis mevcuttur. Şayet burada Fatiha suresini okumaya
kavuşacak uzun bir sekte ile durmuş olsa idi bu sahabelere gizli olmazdı. Nitekim bunu bilmeleri ve nakl etmeleri iftitah sektesinden daha önemlidir.
Nebi (s.a.v.) bundan
sonra da, bazen uzun, bazen kısa ve bazen de az önce hakkında hadisleri geçtiği
gibi orta (mutevassıt) olarak okurdu.342 Kendileri surenin ortasından başlamazlardı,
sonundan da öyle. Kendileri (s.a.v.) surenin başından okurlar, bazen tamamını
-bu da çoğunlukla yapmış olduğudur- bazen de bir kısmını okur bir kısmını da
ikinci rekatta tamamlardı. Kendisinin bir surenin her ayeti ya da sonunu
okuduğu rivayet olunmamıştır. Ancak sabah namazının sünneti hariç. Çünkü Nebi
(s.a.v.) şu iki ayette burada namazını kılmıştır: “Gulu: Amenna billahi ve ma unzile ileyna” ayetini (Bakara: 2/136) ve: “Gul ya ehlel kitabi tealev ila kelimetin sevain beynena ve
beynekum..”(Ali imran: 3/64) ayetini okumuştur.”343 iki rekatta da bir sureyi okuduğu olmuştur. Bazen de sureyi ikinci rekatta iade
ederlerdi. Bazen de iki sureyi bir rekatta okurlardı. İlkine gelince; Aişe
(r.a.)’nin şu kavlinde olduğu gibidir: “Nebi (s.a.v.) “Akşam namazında Araf’ı
okurdu. Bunu da iki rekatta ayrırdı.344 İkincisine gelince bu da sabah namazındaki iki
rekatta da; “iza zulziletil..”
suresini okumasıdır.345
(342) Bak: “Kıyamda okuma miktarı faslına” sf: 151-157. Bu
geçmişti.
(343) Müslim: 728, Misafirlerin namazı bölümünde: sabahın iki
rekatlık namazın müstehaplığı babında; Ebu Davud: 1259. Namaz’da: Namazın
tahfifi babında; Nesei: 2/155 iftitahda: Akşam namazında “Elif lam mim sad” ile
okuma babında rivayet etti. Hadis hasendir.
(345) Ebu Davud: 816, Namaz’da: Kişi iki rekatta bir sureyi
iade ederse babında rivayet etti. İsnadı sahihtir.
Bu iki hadisde
“sünenlerde” bulunmaktadır.
Üçünçüsüne gelince; bu
da ibni Mesud’un şu kavli gibidir: “Ben Rasulullah’ın (s.a.v.) aralarını
yakınlaştırdığı nazairleri (benzerleri) biliyorum” dedi ve kendisi bir rekatta
olmak üzere iki sureyi, mufassallardan yirmi tane sureyi zikretti. “Bu hadis”
sahihayn”da bulunmaktadır.346 Nebi (s.a.v.) sabahın kıraatini uzatırdı.
Diğer namazlara nazaran bunu daha çok uzatırdı. Ondan rivayet edildiğine göre
de o mukim iken en kısa okuduğu “kaf” ve benzer surelerdir.”347 Kendileri kıraati sabah namazında, akşam
yatsının da ilk iki rekatinde sesli okurdu. Bunların dışındakilerde ise sessiz
okurlardı. Bazen de kıraati sessiz okuduğu halde işittirdiği de olmuştur.348 Kendileri cuma günün sabah namazında “Elif lam
mim. Tenzil; secde suresini ve “Hel eta” suresini tamamı ile okurlardı.”349 Bu
ikisinden birisini kısaltmamış ve birisinin bir kısmını birisinin de bir
kısmını sadece okumada bulunmamıştır.
(346) Buhari: 2/214, 215. Namazın sıfatında: Bir rekatta iki
sureyi cem etme babında ve sonları ile okuma babında. Aynı zamanda Kuran’ın
faziletleri bölümünde: Kuran’ın telifi babında Müslim: 822 misafirlerin
namazında; Kıraatın tertih babında; Ebu Davud: 1396. Namaz’da: Kuran’ın hizip
hizip okunması babında; Nesei: 2/175, 176 İftitah’da: Bir rekatta iki sureyi
kıraat eyleme babında; Tirmizi: 602. Namaz’da: Bir rekatta iki surenin
okunması ile ilgili zikrolunanlar
babında rivayet ettiler.
(347) Sf: 153’de geçti.
(348) Sf: 157’de geçti.
(349) Sf: 188’de geçti.
(349) Sf: 188’de geçti.
Cuma namazında Cuma
suresi ve Münafıkun suresinin tamamını okumuşlardır.350 Sonlarını da kısaltmamışlardır. nebi (s.a.v.)
bazen “A’la” ve “⁄aşiye”351 surelerini okurdu. İki Bayram namazlarında da
“kaf” “İbtere betis- saab sureisin tamamı ile okurlardı.352 bunu da sonlarını kısaltmamışlardır. Nebi
(s.a.v.) bazen “Ala” ve “⁄aşiye”351 surelerini okurdu iki bayram namazlarında da;
“kaf”, “ikterebetis-Saah” suresini tamamı ile okurlardı.”352 Bunun da sonlarını kısaltmazdı. Gizli okunan
namazlarda bazen secde ayeti olan bir sureyi okur secde eder arkasındakiler de
secde ederlerdi. Öğle namazında da: “Elif lam mim tenzil” secde suresi kadar353 ya da takriben otuz ayet kadar okurdu.354 bazen de burada “sebbihisme Rabbikel ala” ve
“Elleyli iza yeğşa” ve “Essemai zatil buruc” ve benzer sureleri okurdu.”355 bazen de Nebi (s.a.v.), “Lokman” ve
“Ez-Zariyat” surelerini okurlardı.356 Kendileri ilk rekatta kalkarlardı. Ayak
adımlarının sesini kimsenin duymaması da bundandır.357 Aynı şekilde kendileri (s.a.v.) bütün
namazlarda ikincisine nazaran ilk rekatı uzatırdı. İkindi namazında ilk iki
rekatındaki kıraati de her rekatteki onbeş ayet kadar idi.358
(351) Tahrici: sf: 158’de geçti.
(352) Müslim: 891. İki bayram da iki bayram namazında neler
okunur babında: Muvatta: 1/180 iki bayram bölümünde: İki bayram namazında
tekbir ve kıraat hakkında gelenler babında; Ebu Davud: 1154. Namaz’da: Kurban
ve ramazan bayram namazlarında ne okunur babında; Tirmizi: 534 namazda: İki
bayram namazındaki kıraatler babında; Nesei: 3/183 ve 184 iki bayram bölümünde:
iki bayram namazında: “Kaf” ve “igterebat..” suresini okuma babında rivayet
ettiler.
(353) Ebu Davud: 807. Namaz’da öğle ve ikindi namazlarında
kıraatte neler takdir edilir. Babında rivayet etti. Hadisin senedinde umeyye
vardır. Kendisi meçhuldür.
(354) Sf: 156’da geçti.
(355) Sf: 157’de geçti.
(356) Nesei: 1/163. İftiah bölümünde: Öğle namazının kıraati
babında rivayet etti. Hadis hasendir. Bu geçmişti.
(357) Sf: 156’da geçti.
(358) Sf: 156’da geçti.
Akşam namazında ise
bazen: “Araf” suresini359 bazen de “Et-Tur” suresini okurdu,360 bazen de: “El-Mürselat”,361 bazen de: “Ed-Duhan”362 suresini
okurlardı.” Rivayet olunduğuna göre O’nun (s.a.v.) (akşam) namazında: “Gul ya
Eyyuhel Kafirun” suresini ve: “Gul Huvallahu Ehad” suresini okuduğu sabittir.363 Bunu
ibni Mace tek olarak rivayet etmiştir. Her halde bu hadisin ravilerinden birisi
onun akşamın sünnetinde bu ikisini okuduğunu vehm etmiştir. Kendisi de akşamın
sünnetinde ikisini okumuştur. Dedi ki: “Nebi (s.a.v.) bu iki sureyi akşam
namazında (farzında) okumuştur ya da “sünnet” lafzı nüshadan düşmüştür. Allah
(c.c.) en iyisini bilir. Yatsı vaktindeki namazda ise: “Vettini ve’z-Zeytuni”yi364 “İzas-Sema-unşekkat” surelerini okur,
secde ederdi. Arkasındakilerinde hepsi birlikte secde etmişlerdir.365 Kendileri: “Eş Şemsi ve Duha ha” ve
diğer sureleri okumuştur.”366 Nebi (s.a.v.) kıraati bitirince, nefsi yerine
dönmesi için biraz duraksardı.367
(359) Sf: 154’de geçmişti.
(360) Sf: 154’de geçti.
(361) Sf: 153’de geçti.
(362) Sf: 154’de geçti.
(363) Sf: 166’de geçti.
(364) Sf: 154’de geçti.
(365) Sf: 155’de geçti.
(366) Sf: 155’de geçti.
(367) Sf: 197’de geçti.
(RUKU’NUNSIFATI) FASILASI
Sonra da Nebi
(s.a.v.), tıpkı istiftah tekbirinde368 yaptığı gibi iki elini kulak memeleri
hizasınıa dek kaldırırdı. İşte bu da, Ondan (s.a.v.) tıpkı rukuya gitmek için
tekbir alma ile ilgili sahih hadiste belirtildiği gibi sahih olarak gelmiştir.
Aynı zamanda burada ellerini kaldırmasını rivayet edenler, tekbir anında
ellerini kaldırmadan daha çok rivayet etmektedirler. Sonra Nebi (s.a.v.): “Allahu Ekber” der, direk rukuya
eğilirdi. İki elini de diz kapaklarına dayar temkinli (sağlamca) dizlerine
dayanırdı. Parmak aralarını da açar, kollarını da yanlara dayandırmazdı. Sonra
da dümdüz olur, başını da sırtı hizasınca eğerdi. Rükuda iken başını kaldırmaz,
doğrultmaz, doğrultmazdı. Sırtını da dümdüz eder. (kambur etmezdi). Çekerdi,
toplamazdı. Sonra da; “subhane Rabbiyel
azim” derdi.”369 Ondan (s.a.v.) rivayet olunduğuna göre
kendileri: “Subhane Rabbiyel Azim ve
Buhamdihi”370 derdi. Ebu Davud: “Ben bu ziyadenin mahfuz
olmadığından korkuyorum” demiştir.
(368) Sf: 194’de geçti.
(369) Ebu Davud: 886. Namaz’da: Ruku ve secde miktarı babında;
Tirmizi: 261 Namaz’da: Ruku ve secdede tesbih babında rivayet ettiler. İsnadı
zayıftır. Çünkü Aun bin Abdillah bin Ukbe, ibni Mesud’u görmemiştir. Hadisin
isnadında yine İshak bin Yezid el-Hezli vardır kendisi meçhuldür. Lakin
Tirmizi’nin rivayet ettiği Huzeyfe hadisi buna şahitlik eder; 262. Ebu Davud:
871; Nesei: 3/226. Gece namazı hakkında: Kıyam ve rukunun tesviyesi babında ve
iftitahda: Bu kıyamda ne der babında; Müslim: 772 misafirin namazında rivayet
ettiler.
(370) Ebu Davud 780 Namaz’da: Ruku ve secdesinde kişi ne der
babında: Hadisin senedinde meçhul birisinin ziyadesi vardır. Lakin hadisin
Darekutni de şahitleri vardır. İbni Mesud ve Huzeyfe hadisinden Ahmed ve
Taberani’de de Ebu Malik el-Esari hadisi vardır. Böylelikle de hasen
olmaktadır.
Bazen de bir kimsenin
on defa tesbih çekmesi kadar beklerdi. bazen de bundan daha fazla beklerdi.
Bazen de: “Subhanekallahümme (rabbena) ve bihamdik. Allahummeğfirli.”371 derdi. Bazen de: “Subbuhun Kuddusun Rabbul melaiketi ver-Ruh” derdi.”372 Bazen de: “Allahumme!leke
Rekatu ve bike Amentu, veleke Eslemtu ve aleyke tevekkeltü, ente rabbi, haşae
kalbi ve semi ve basari ve demi ve lehmi? ve azmi ve asabi lillahi Rabbil
Alemin”373 derdi.
Bazen de şöyle derdi: “Subhane zil
ceberüti vel meleküti vel kibriyai vel azameti.”374 Onun rukusu uzatma ve hafif tutmada
kıyamına münasib (aynı) idi. Bu başka hadislerde beyan edilmiştir.
(371) Buhari: 2/247 namazın sıfatında: Secde de tesbih ve dua
babında Müslim: (484) namazda ruku ve secdede neler okunur babında; Ebu Davud:
(877) Namaz’da: Ruku ve secdede neler okunur babında; Nesei: 2/219 İftitah’da,
secdede dua babında rivayet etmişlerdir.
(372) Müslim: (487) namazda ruku ve secdede neler söylenir babında:
Ebu Davud (872) Namaz’da: Kişi ruku ve secdesinde neler der babında; Nesei:
2/224 İftitah’da dua ve secdeden başka bir tür babında rivayet ettiler.
(373) Nesei: 2/191 iftitahda: Rukuda dua etmede başka bir tür
(nev) babında rivayet etti isnadı sahihtir. Bu hadis Müslim’in rivayet ettiği
uzun hadisten bir parçadır.
(374) Nesei: 2/191 İftitah’da: Rukuda dua etmede başka bir tür
(nev) babında rivayet etmiştir. Hadisin isnadı sahihtir.
(RUKU’DANDO⁄RULMANINSIFATI)FASILASI
Sonra da Rasulullah
(s.a.v.): “Semi Allahulimen hamidenh” deyip375 başını kaldırır ve tıpkı ruku da kaldırdığı
gibi iki elini kaldırır376 kendisi
ayağa doğrulunca: “Rabbena lekel hamd” der
idi. Bazen de şunu okurdu: “Allahümme
Rabbena velekel hamd. Miles-Semavatı ve milel ardi ve mile maşite min şeyin
badu. Ehlus-senai vel-Mecd ehakku magalel abdu. Ve kulluna leke alaun.
Allahümme La mania lima ateyte vela mutiye lima menate vela yenfeu zelceddi
minekel-ceddu.377
(375) Müslim: 476 Namaz’da: Rukudan başını kaldırdığı zaman ne
der babında: Ebu Davud: 846 Namaz’da rukudan başını kaldırdığı zaman ne der
babında Tirmizi: 3541. Dualar bölümünde: Nebi (s.a.v.)’nin duaları babında
rivayet ettiler.
(376) Buhari: 2/181 Namazın sıfatında ilk tekbirde elleri
kaldırmak ve bununla beraber birlikte iftitah babında ve tekbir getirdiğinde ve
ruku ettiğinde, kalktığında iki elin kaldırılması babında ve eller nereye kadar
kaldırılır babında ve de iki rekattan kalkınca iki elin kaldırılması babında;
Müslim (390) Namaz’da ihram tekbiri ile beraber ellerin omuz hizasına dek
kaldırılmasının müstehaplığı babında: Muvatta: 1/75-76-77. Namazda: Namazın
iftitahında Ebu Davud: (255) namazda: Ruku anında iki elin kaldırılması babında
Nesei: 2/121, 122 rivayet ettiler.
(377) Müslim: 477 namaz bölümünde: Rukudan başını kaldırdığı
zaman ne der babında rivayet etti. Duaların manaları geçmişti. Mütercim.
Bazen de buna:
“Allahümme tahhirni bis-seki, velbe-radi vel mai baridi. Allahümme tahirni
miez-zunüb vel hataya kema yunakka es-sevbu el-Ebyadu minel vesehi”378 demeyi eklerdi. Nebi (s.a.v.) bu rüknü öyle
uzatırdı ki (dışarıdan) birisi: “Her halde unuttu” deyiverirdi kendileri gece
namazında da: “Li rabbi el-Hamdu, Li Rabbi El-Hamdu” derdi.279
(378) Müslim: 446, 204’de rivayet etmiştir. Duaların manaları
geçmişti. Mütercim.
(279) Ebu Davud: 874 Namazda: Ruku ve secdesinde kişi ne der
babında; Nesei: 2/200, 231 namazda Ahmed: 5/398.
(SECDEYENASILKAPANILIRKONUSUHAKKINDA)FASILA
Sonra da tekbir
getirir ve secdeye varır, iki elini de kaldırmazdı. Nebi (s.a.v.) iki dizini de
ellerinden önce (yere) koyardı. Bunu bu şekilde rivayet eden Vail bin Hucr
(r.a.)280 Enes bin Malik’dir.281 İbni Ömer’de O’ndan (s.a.v.), O’nun iki
dizinden önce ellerini koyduğunu rivayet etmiştir. Bunda Ebu Hureyre’ye de
ihtilaf etmiştir.282 “Sünen”de Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz secde ettiği vakit, devenin
çöktüğü gibi çökmesin. İki dizinden önce ellerini koysun.”283
(281) Darekutni ve hakim rivayet etmiştir. Hakim: Hadis Buhari
ve Müslim şartlarına göre sahihtir” demiştir. Beyhaki: “Bunu El-Ala bin Attar”
tek başına rivayet etmiştir. Kendisi de meçhul birisidir.
(282) Hakim rivayet etmiş, sahihlemiştir. Zehebi’de onaylamış,
ibni Huzeyme’de “sahih” adlı eserinde: 627 rivayet etmiştir. İsnadı da
sahihtir.
(283) Ebu Davud: 840 ve 841 Namaz’da ellerden önce dizler
nasıl koyulur babında Tirmizi: 269 namazda, secdede ellerden önce dizleri koyma
hakkındaki babda, Nesei: 2/207 iftitah da rivayet etmiştir. İsnadı hasendir.
Hafiz ibni Hacer: “Buluğul Meram” adlı eserinde: “Ebu Hureyre’nin hadisinin Vail hadisinden
daha kuvvetli olduğunu” söylemiştir. “Sünni Tirmizi”de; 2/58 bu hadis hakkında
talik yapan Allame Ahmed şakir şöyle demiştir: “Bu iki hadisin taliki hakkında
alimlerin görüşlerinden zahir olan, Ebu Hureyre (r.a.)’nin sahih bir hadis
olduğu ve Vail hadisinden daha sahih bulunduğudur. Bu aynı zamanda kavli bir
hadis olup ameli hadisten daha tercihe şayendir. Bazı lafızlarda da “Sizden biriniz secde ettiği zaman devenin
çöktüğü gibi çökmesin, iki dizinden önce ellerini koyun” buyurulmuştur. Bu apaçık
bir delildir. Bununla beraber için de ibni Kayyim’inde bulunduğu bazı alimler:
Bunu garib bir illetle talil etmeye yönlendirmişler bunun metninin raviye
girdiği (karıştırdığını) sanmışlardır. Onun lafzının sıhhatidir. Sonra bu bazı
zayıf hadislere de destekçi çıkmaktadır. Öyleki deve çöktüğü vakit dizlerinden
önce ellerini koyar. Dolayısı ile deveye benzemeden nehy olayı husule
gelmiştir. Yani ellerden önce dizleri koyup secde eder. Bu da doğru olmaz.
Çünkü nehy ancak çöküp hızlıa yere atılmakta meydana gelir. Deve de bunun
aynısını yapmaktadır. Ancak onun dizleri elleri olup ayaklarında olup ayak
kısmı değildir. Bu nitekim: “Lisanı Arab” kitabında da belirtilmiştir: 1/417. İbni
Kayyım’ın dediği gibi: Gramerciler bunu açıklamamıştır” demesi de doğru değildir.
Bak: “Nebi (s.a.v.) namaz şekli” Nasruddin Elbani: 147’de Mekteb-i İslamiyye
matbaasında.
Makberi’den rivayete
göre Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Biriniz secde ettiği zaman iki
ellerinden önce dizlerini koymakla başlasın.”284 Nitekim Ebu Hureyre’nin rivayeti buna zıt
düşmektedir. Vail ve ibni Ömer hadisleri de çelişmektedir. Bir kısım taife ibni
Ömer’in hadisini seçmiş iken bir kısım taife de Vail’in hadisini tercih
etmiştir. Bir taife de mensuh olduğuna hükmetmiş ve: “Önceden dizlerden önce eller
koyulurdu. Sonra da öncelikle dizlerin koyulması ile nesh olmuştur”
demişlerdir. Bu ibni Huzeyme’nin izlediği görüş olup, kendisi: “Delail” adlı
eserde bunu zikredip: Secde de ellerin koyulmasını (öncelikle) mensuh olduğunu,
iki elden önce dizlerin koyulması konusunda nesh eden olduğunu belirtmiştir.
Sonra da İbrahim bin İsmail, O da Yahya bin Seleme bin Kubeyl’den, O da
babasından, O da Seleme’den, O da Musab bin Sad’dan şu yolu rivayet etmiş ve:
“Bizler dizlerden önce elleri koyardık. Şimdi ise ellerden önce dizleri
koymakla emrolunduk”285 demiştir.
(284) Beyhaki: 2/100. İsnadında Abdullah bin Said El-Makberi
vardır. Kendisi zayıftır.
(285) İbni Huzeyme “Sahihinde”: 628 rivayet etti. İsnadı
gerçekten çok zayıftır. Çünkü İbrahim ve babası İsmail zayıftırlar. Hafız:
“Feth” adlı eserinde: 2/291 bu rivayete işaret edip şöyle demiştir: “Ancak İbrahim
bin İsmail bin Yahya bin Seleme bin Kuheyl O da babasından gelen etraftaki
(rivayette) ikisi zayıftırlar.
Şayet bu hadis sabit
olsaydı şifa (vesilesi) olurdu. Lakin Yahya bin Seleme bin kuheyl hakkında
Buhari: “Onda münkerler vardır” demiştir. İbni Main’de: “O bir şey değildir.
Hadisi de yazılmaz” demiştir. Nesei de: “Hadisi metruktur. Bu kıssa Yahya ve
başkasının vehm ettiği bir kıssadır. Muhakkak ki bilinen ancak Musab bin Sad O
da babasından gelen rivayet olup, dizlerden önce ellerin koyulmasındaki
tatbikin nesh olduğunu belirtmiştir. Bu ravi de hıfz etmemiştir. “Dedi ki:
“Mensuh olan dizlerden önce ellerin koyulmasıdır.”
Önce eller koyulur
diyenler: “İbni Ömer’in hadisin sahih olarak gelmiştir. Bu Ubeydullah’dan O da
Nafi’den gelen rivayettir” demişlerdir. İbni Ebi Davud dedi ki: “Bu hadis
ehlinin görüşüdür. Onlar: -ki kendileri başlarından daha ilmi çok olanlardır-.
“Bu kesin nakl olunandır. Bu sünnettir” demişlerdir. Bunu Medine ehli rivayet
etmiştir. Onlar bu konuyu başkalarından daha iyi bilmektedirler.
İbni Ebi Davud şöyle
demiştir: “Onların bu konuda iki tane senetleri vardır:
1. Muhammed bin Abdillah bin Hasan, O da Ebi Zinad’dan, O
da A’reç’den, O da Ebu Hureyre’den gelen senet.
2. Ed-Deraverdi, O da Ubeydullah’dan, O da Nafi’den, O da
ibni Ömer’den gelen senet.
Şöyle demişlerdir:
“Vail bin Hucr hadisinin iki yolu bulunmaktadır. Bu ikisi de illetlidir. İkisinden
birisinde şerikin tek başına rivayeti vardır. Darekutni dedi ki: “Onun tek
başına rivayetinde kuvvetlilik
bulunmamaktadır.”İkincisi ise; Abdulcebbar bin Vail O da babasından gelen
rivayet. O da babasını işitmemiştir.”
Önce dizler koyulur
diyenler şöyle demiştir: “Vail bin Hucr hadisi Ebu Hureyre ve ibni Ömer
hadisinden daha sabittir.” Buhari dedi ki: “Ebu Zinad’ın, O da Arac, O da Ebu
Hureyre’den gelen rivayetli hadisi buna mutaba kılınmaz. Çünkü Muhammed bin
Abdillah bin Hasan vardır. Dedi ki: “Ebu Zinad’dan işitti mi işitmedi mi?
bilinmemektedir.” Hattabi dedi ki: “Vail bin Hucr
hadisi ondan daha sabittir.” Dedi ki: “Bazı alimler bunun mensuh olduğunu
sanmışlardır. Bu yüzden de Tirmizi bunu hasenlememiştir. Garipsemiştir lakin bu
hadis hasenlenmiştir. Dediler ki: “Ebu Hureyre hadisinde şüphesiz devenin
çöktüğü gibi çökmeyin. Deve çöktüğü zaman dizlerinden önce ellerini indirmekle
başlar” rivayetindeki bu nehy, “Dizlerinden önce ellerini koysun” rivayetine
muvafık değildir. Bilakis onu nefy etmektedir. Bu açıklama da bunun mahfuz
olmadığını gösterir. Belki de bunun lafzını bazı raviler karıştırmıştır.”
Dediler ki: “Bunun
tercihliğine şu iki tane sonuç açıklaması delalet etmetedir:
1. Ebu Davud’un ibni Ömer’den rivayet ettiği hadis. Kendisi
şöyle demiştir: “Rasulullah (s.a.v.) kişinin namazda ellerine dayanmasını nehy
etmiştir.”Başka bir lafızda da: “Kişinin namazda kalktığı sıra elleriyle
dayanmasını nehyetmiştir” demiştir.286 Şüphe yok ki dizlerinden önce ellerini koyduğu
sıra mutlaka elleriyle dayanır. Böylelikle de bir nebze de olsa yere elleriyle
dayanmış olur. Aynı zamanda secde ile bu itimad edişi (dayanması) kalmasındaki
dayanmaya benzemektedir, eşittir. Dolayısı ile bundan nehy edince bunun benzeri
böylece olmaktadır.
2. Namaz kılan huşulu olarak namazında okumasında,
yalvarmasında iken yere en yakın yerde ilk önce durur. Sonra da üstünden bu
(namaz huşusu) yükselir. Sonra da onun üzerinden yükselir. Ta ki en yüksek yere
dek yükselir. Bu da yüzüdür. Kendisi secdeden başını kaldırınca öncelikle
bundaki en yüksek olan yükselir. Sonra da altındaki, sonra da onun altındaki ta
ki dizlerine dek en sonuncusu yükselir.”Allah en iyisini bilir.
(286) Ebu davud: 992 Namaz’da: Namazda el ile yaslanmanın
keraheti babında. İsnadı ise sahihtir.
(SECDENİNŞEKLİHAKKINDA)FASILA
Sonra da yüzü, burnu,
iki eli, iki dizi ve parmak uçları ile secde yapardı. El ve ayak parmakları da
kıbleye dönük idi. kendisi ellerinin avuç kısımları ile itimad eder (dayanırdı)
ve kollarını kaldırırdı. Kollarını da bağrından uzak tutardı. Öyle ki O’nun
(s.a.v.) koltuk altlarının beyazlığı bile görünmekte idi. Midesini de dizlerine
değmekten korur idi. Secde de mutedil durur, namazgahında direk olarak yere de
yüzünü sağlamca ve temkinli kılardı. Sarığın kuyruğu, kıvrımının üzerine de
(secdeye engel olması açısından) secde etmezdi.
Ebu Humeyd Es-Sadiy;
kendisi O’nun kelamını işiten on sahabeden birisidir, şöyle demiştir.
“Rasulullah (s.a.v.) namaza kalktığı zaman dimdik kıyamda dururdu. Omuzlarına
ulaşıncaya dekte iki elini kaldırır (tekbir alırdı). Rüku etmek istediği
zamanda ellerini omuzlarınn hizasına dek kaldırır ve sonra da: “Allahu Ekber” derdi ve rüku ederdi.
Sonra da dimdik durur, mutedil olurdu. Başını da doğrultmazdı, eğmezdi de. İki
elini de (rükuda) dizlerinin üzerine koyardı ve: “Semi Allahu limen hamideh” derdi. Sonra da kalkardı ve bütün
organlar yerini buluncaya dek mutedil olarak dururdu. Sonra da secdeye inerdi
ve; “Allahu Ekber” derdi. Sonra da
kendisini toplar ve pazularını karnına toplardı. Ayak parmaklarının da arasını
açardı. Sonra da sol ayağını yayar üzerine otururdu. Sonra da dikelir (oturur).
Bütün uzuvları yerini buluncaya dek. Sonra da secdeye varır: “Allahu ekber” derdi. Sonra da ayağını
yayar üzerine otururdu. Yine ta ki tüm organları yerine gelinceye (mutmain
oluncaya) dek. Sonra da kalkardı. Kendisi iki secdeden kalkıncaya dekte
bunların aynısını ikinci rekatta yapardı. Tekbir getirir ellerini kaldırırdı.
Tıpkı namazın başında ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdığı gibi burada
da kaldırırdı. Sonra da namazın bitişi o rekat olanın da aynısını yapardı. Sol
ayağını yayar, teverrük eder yanına otururdu. Sonra da selam verirdi.”287
(287) Buhari: 2/253, 254, 255 namazın sıfatında: Teşehhüdde
oturmanın sünneti babında; Ebu Davud: 730, 735 Namazda namazın açılışı babında:
Tirmizi: 304, 305 namazda: Namazın vasfı hakkındaki babda rivayet etmişlerdir.
Kendileri secdede: “Subhane Rabbiyel Ala” der idi.”288 Rivayet olunduğuna göre Nebi (s.a.v.) buna;
“ve bihamdihi” demeyi de eklerdi.288 Bazen de: “Allahumme
linni leke secedtu ve bike ve sevvarahu. Ve şakka semahu ve basarahu “Fe
tebarekallahu Ehsenu El-Halikin”290 der
idi. Aynı zamanda şunu da derdi:
“Subhanekallahümme ve bihamdik, Allahummeğfirli.”291
(288) Ebu Davud: 869, Namaz’da: Rüku ve secdesinde kişi ne der
babında; ibni Mace: 887 Namaz’da, rükuda tesbih çekmek babında; Darimi: 1/299
Namazda: Rükuda neler denir babında rivayet etmiştir. Bu hasen bir hadistir.
(289) Ebu Davud: 870. Hadiste meçhul birisi vardır. İbni
Mesud’dan Darekutni’nin rivayet ettiği buna şahitlik etmektedir. Aynı zamanda
Ahmed’in Ebu Malik El-Eşari’den rivayet ettiği de böylecedir. Böylelikle hasen
olmaktadır.
(290) Nesei: 2/222, İftitah’da, secde de dua etmenin son nevi
babında: Muhammed bin Seleme’den. Bunu aynı zamanda: 2/226 da rivayet de
etmiştir. Uzun bir hadisten bir parça olarak, Müslim: 771, Misafirlerin
namazında: Gece namazı ve kıyamında dua babında rivayet ettiler.
(291) Buhari: 2/247, Namazın sıfatı bölümünde: Secde de dua ve
tesbih babında ve rükuda dua babında; Müslim: 484 Namazda, rüku ve secdede
neler söylenir babında; Ebu Davud: 877, Namaz’da, rüku ve secde de dua babında;
Nesei: 2/219, İftitah bölümünde: Secdede dua babında rivayet etmiştir.
Nebi (s.a.v.): “Subhaneke Allahümme ve bihamdike La ilahe
illa ente” derdi.”292 Kendileri şöyle de derdi: “Subbuhun Kuddusun Rabbul melaiketi ver-Ruh.”293 Kendileri şöyle de derlerdi. “Allahummeğfirli zenbi kullehu, dikkahu ve
cillehu ve evvelehu ve ahirehu, ve alaniyetehu ve sırrahu.”294 Şöyle de demişlerdir: “Allahummli inni euzu bimudake min sahatike ve bimuafatike
minukubetike ve euzu bike munke. La uhsi senden aleyke ente kema esneyte ala
nefsike”295 Kendilerinin secdesi kıyamları kadar uzun
tutardı. Sonra da başını kaldırıp:
“Allahu Ekber” derlerdi. Ellerini kaldırmadan. Sonra da sol ayağını yayar
üzerine otururdu. Sağ ayağı da diker, ellerini de dizlerimin üstüne koyardı.
Sonra da: “Allahummeğfirli verhamni
vecburni vehdini verzugni” derdiler.296
(292) Müslim: 476, Namaz’da rüku ve secdede ne der babında;
Nesei: 2/223, İftitah’da, secdede duadan bir başka nev babında.
(293) Müslim: 478, Namaz’da, rüku ve secdede ne denir babında;
Ebu Davud: 872, Namaz’da, rüku ve secdesinde kişi ne der babında: Nesei: 2/224,
İftitah’da, secdede dua etmenin başka nevi babında.
(294) Manası: Allah’ım!Benim günahlarımı bağışla
hepsini, incesini, gizlisini, öncesini ve sonrasını gizli ve açığını (hepsini
bağışla) Mütercim.
Müslim: 483, Namaz’da,
rüku ve secdede ne der babında Ebu Davud: 878, Namaz’da, rüku ve secdede dua
babında.
(295) Muvatta: 1/214 Kuran’da: Dua hakkındaki babda; Tirmizi:
3491, Daavaat’da; Ebu Davud: 87-9, Namaz’da: Rüku ve secdede dua babında. İsnadı
ise sahihtir.
(296) Ebu Davud: 850 Namazda: İki secde arasında dua babında,
Tirmizi: 284, Namaz’da, iki secde arasında ne der babında. Hakim rivayet edip
sahihlemiş, Zehebi de onaylamıştır. Hadis hasendir.
Başka bir lafızda ise:
“Ve afini” derdi. 297 buna bedel olarak da: “Vec burni” demiştir. Bu ibni Abbas’ın hadisidir.
(297) (Bu geçen Ebu Davud’un rivayet ettiğidir.)
Huzeyfe dedi ki: “Nebi
(s.a.v.) iki secde arasında: “Rabbiğ
firli” derdi.”298 Her iki hadis “Sünen” de geçmektedir. Bu
oturuşu da öyle uzatırdı ki: (dışarıdan) birisi: “Her halde daldı” ya da
“unuttu” derdi.299
(298) (İbni Mace: 897 Namaz Bölümünde iki secde arasına ne der
babında: Müslim: 472, Namaz’da namaz rükunlerinin itidali babına: Ebu Davud: 853 Namaz’da iki
secde arasında Rükudan kıyamın uzatılması babında rivayet ettiler.)
(SECDEVETEŞEHHÜD’DENKIYAMAKALKMA
HAKKINDA) FASILA
Sonra tekbir getirir
ve ellerini kaldırmadan secdeye giderdi. İlkinde yaptıklarının aynısını ikinci
rekatte yapardı. Sonra da tekbir çeker olarak başını kaldırır, ayaklarını
başlarını diz ve yanlarına mütmid olarak (yasaklayarak) kalkardı.
Malik bin Huveyris
dedi ki: “Resulullah (s.a.v.) namazında tektil kıldığı bir yerinde oturmasında
tam yayılmadan kalmazdı.”300 Buna da: “İstirahat oturuşu” denilmektedir.
Resulullah (s.a.v.) bunu kıldığı hakkında hiçbir şüphe yoktur. Ancak bunu
namazın sünnetlerinden birisi olduğu için ya da namazın şeklinden olduğu için
mi yaptı mesela tecafi ve başka şeyler gibi: Yoksa bunu bir ihtiyaçtan dolayı
mı yaptılar. Mesela Nebi (s.a.v.) yaşlılık alıp da yerinden kalkamayacak
durumda olmuşsa vs.
(300) (Buhari: 2/249, Namazın sıfatında: Kim namazın tekli
bölümünde oturarak yayılması babında: Ebu Davud: 844, Namaz Bölümünde: Secdeden
kalkışın keyfiyetinin nasıl olacağı babında: Nesei: 2/233, 234 iftitafda. İki
secdeden kalkma anında oturmada yayılma babında rivayet ettiler.)
İşte bu ikincisi iki
şeyden dolayı daha doğrudur:
1. Bir defa bunda onun ve vail bin Hucrun301 ve
Ebu Hureyre’nin: “Kendileri ayak uçları
ile kalkardı” hadisinin rivayeti arasında cem (ortaklık) vardı.
(301) (Ebu Davud: 838, Namazda Ellerden önce dizler nasıl
koyulur babında: Tirmizi: 268, Namazda Secde ve başka yerlerde iki elden önce
dizlerin koyulması ile ilgili babda rivayet ettiler. Bu da geçmişti.)
(302) (Tirmizi: 288, Namazda secdeden nasıl kalkılır babında
isnadında Halid bin ilyas vardır zayıflığında ittifak edilmiştir. İbni Hibban
dedi ki: Sikalardan mevzuatları (uydurukları) rivayet ederdi. Hatta kendisi onu
vaz ediyormuş gibi kalbedip sebk ederdi. Ancak hayret yönüyle hadisleri
yazılır. (Yani yazılmaz) İbni Adiy “Kamil” adlı eserde. Bak: Nasbur- Raye:
1/398.)
2. Sahabeler şüphesiz Nebi (s.a.v.)’nin namazının şeklini
ve O’nun fiillerini görmede insanlardan daha hırslılardı. Kendileri de ayak
uçları ile ayağı kalkarlardı. Abdullah bin Mesud namazda ayak ucu ile kalkardı,
oturmazdı. Bunu Beyhala rivayet etmiştir.
Bunu ibni Ömer, ibni
Abbas ibni Zübeyr ve Ebu Said el-Hudri’den Uteyya el-Avfi’de onlardan olmak
üzere rivayet etmiştir. Bu ibni Mesud’dan sahih gelen bir rivayettir. Bu
kıyamda ellerini kaldırmazdı. Kendisi ayakta tamam olunca kıraate başlar
suzmazdı. “El Hamdu lillah rabbi Alemin” ile de kıraatini açardı.
İlk teşehhüdde
oturduğu zaman iki secde arasında oturuyormuş gibi yayılarak oturur. Sol elini
sol dizinin üzerine sağ elini de sağ dizini üzerine koyardı. İşaret parmağı ile
de işarette bulunurdu. Halka şeklinde olmak üzere kalın parmağını orta
parmağının üzerine koyardı. Gözünü de kaldırıp işaret ettiği parmağa bakardı.
Kendisi işaret parmağını kaldırır az olarak eğerdi ve O parmakla rabbini
teklerdi.
Ebu Davud’da ibni
Abbas’dan gelen hadiste Nebi (s.a.v.): “İhlasta
böylecedir -(sonra da) kalın parmağının yanıdaki el işaret etmiş- Duada böylecedir” demiş ve ellerini
omuzlarına dek kaldırmış “ibtihal da böylecedir” demiş ve ellerini çekerek
kaldırmıştır” bu mefkuf olarak rivayet olmuştur.
Sonra da şöyle
demiştir: “Ettehiyyatu lillahi ves-salavatu Et-Tayyibatu. Es-Selamu Aleyke
Eyyuhannebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuhu Es-Selamu aleyna ve ala İbadillahis-salihin.
Eş Hedu Enlailahe illallahu Vahdehu la şerike leh ve Eşşehu Enne Muhammeden
Abduhu ve resuluhu” 303 Nebi
(s.a.v.) bunu, ashabına Kuran-ı öğrettiği gibi öğretirdi. Aynı zamanda şunu da
okurdu: “Et-tehiyyatul Mübarekatu
Es-Salavatu Et-Tayyibatu lillah”304 bu
ibni Abbas’ın teşehhüdüdür. İlki ise ibni Mesud’un teşehhüdüdür. Bu daha kamil
olandır. Çünkü ibni Mesud’un teşehhüdür değişik şeylerin cümlesini içerir iken
ibni Abbas’ın teşehhüdü de tek bir cümleyi içermektedir.
(303) (Buhari: 2/257-261, Namazın sıfatında: Sonunda teşehhüd
babında: Müslim: 402 Namazda, namazda teşehhüd babında Ebu Davud: 968 Namazda,
Teşehhüd babında Tirmizi: (289) Namazda, Teşehhüd hakkında gelenler babında;
Nesei: 2/237 İftitah’da ilk teşehhüdün keyfiyeti babında rivayet ettiler.
(304) Müslim: 403 Namazda, Namazda teşehhüd babında; Ebu
Davud: 974 Namazda, Teşehhüd babında; Tirmizi 290 Namazda, Teşehhüd hakkında
gelenler babbında; Nesei: 2/242, 243 İftitahda: Teşehhüdde son nev babında
rivayet ettiler.
Aynı zamanda
“sahihaynda” ki bunda vavın ziyadesi de mevcuttur gelen bi rivayette; “Nebi
(s.a.v.) onlara Kuran’ı öğrettiği gibi
bunları da öğretiyordu.”
İbni Ömer’den rivayete
göre: “Et-Tehiyyatu lillahi Es-salavatu-et-Tayyibatu”305 lafzında başka türleri de mevcuttur. Bunların
hepsi caizdir. Kendileri bu celseyi hafif tutardı. Sanki; “Radaf”306; sıcakta ısıtılmış taşın üzerinde
oturuyormuş gibi sonra da Nebi (s.a.v.) tekbir alır ayağı kalkardı. Üçüncü ve
dördüncü rekatları kılar ilklerinden daha (kısa) hafif tutardı. Bu ikisinde de
(son iki rekatta) Fatiha suresini okur bazen de üzerine bir şeyler daha
okurdu.”
(305) (Ebu Davud: 271 Namazda, Teşehhüd babında rivayet etti. İsnadı
sahihtir.)
(306) Ebu Davud: 995 Namazda, Oturuşun tahfifi babında;
Tirmizi: 366 Namazda, İlk iki rekatta oturmanın miktarı babında; Nesei: 2/242 İftitahda,
İlk teşehhüdde hafifletme babında. Hadisin senedinde kopukluk vardır. Çünkü Ebu
Ubeyde bin Abdillah bin Mesud babasından işitmemiştir. Lakin bunun Hafız’ın:
“Telhis” adlı eserinde rivayet ettiği konuda şahitleri vardır: “Ebu Bekir
(r.a.) iki rekatta oturduğu zaman sanki sıcakta ısıtılmış bir taşın
üzerindeymiş gibi olurdu.” “Hafız dedi ki: “Bunun isnadı sahihtir.” Bunun ibni
Ömer’den de bir benzeri mevcuttur.)
(KUNUTUNŞEKLi HAKINDA)FASILA
Nebi (s.a.v.) bir
kavim için kunut etse ya da bir (kafir kavme beddua etse, rukudan sonra başını
kaldırdıktan sonra son rekatta kunutu yapardı. Bunu da en çok sabah namazında
yapardı. Humeyd Enes’den naklederek şöyle demiştir: “Resulullah (s.a.v.) bir ay
süreyle namazda rukudan sonra Ril ve Zekvan kabilelerine (beddua edip) kunut
etmiştir. İbni Sirin dedi ki: Ben Enes’e:
“Rasulullah (s.a.v.)
sabah namazında kunut eder miydi?” diye sordum. O da:
“Evet! rukudan sonra
az olarak yapıyorlardı” dedi. İbni Sirin dedi ki: Ben Enes’e:
“Rasulullah (s.a.v.)
sabah namazında kunut eder miydi?” diye sordum. O da:
“Evet!Rukudan sonra az
olarak yapıyorlardı” dedi. İbni Sirin dedi ki: “Enes’den rivayet edildiğine
göre; Nebi (s.a.v.)’in bir ay boyunca sabah namazında rukudan sonra Usayye
kabilesine beddua edip kunut ettiğini rivayet etmiştir.307 Bu hadislerin (sahihliğinde)ittifak
edilmiştir. İşte onlar Enes’i, insanlar arasında daha iyi bilmektedirler. Onlar
Enes’den hikaye ederek O’nun rukudan sonra kunut yaptığını belirtmişlerdir.
Humeyd’e gelince, kendisi Enes’e kunuttan sorunca O da: “Bizler rukudan önce ve
sonrasında, kunut yapardık”308 diye söylediği sözdeki kunuttan murad kıyamın
uzunluğudur.
(307) Bu rivayetler Enes’dendir. Bunu Buhari: 2/408 Vitir
bölümünde, “Rükudan önce ve sonra kunut babında ve başka kitaplarda; Müslim:
677 Mesacidde: Bütün salavatlarda kunutun müstehaplığı babında; Ebu Davud:
1444, 1445 Namazda, Salavatlarda (namazlarda) kunut babında; Nesei: 2/200 İftitahda,
Rukudan sonra kunutta ve sabah namazında kunut babında ve kunutta lanet okuma
babında ve kunutu terk etme babında; ibni Mace: 1184 Namazın ikametinde:
Rukudan önce ve sonra kunut hakkındaki babda rivayet ettiler.
(308) İbni Mace: 1183 Namazın ikametinde, Rukudan önce ve
sonra kunut yapma babında: “Zevaid’de şöyle denmiştir: “Bu hadisin isnadı sahih
olup, ricali de sahihtir.”
Ebu Hureyre’nin haber
vermiş olduğu Enes’in haber verdiğinin aynısıdır: “Nebi (s.a.v.) rukudan sonra
kunut yaptı. Kendisi: “Semi Allahu limen
hamideh” dedikten sonra yapardı. Secde etmeden önce de: “Allah’ım!Ayyaş bin Ebi Rabia’yı, Velid bin
Velid’i, Seleme bin Hisam’ı ve diğer mustazaf müminleri koru” demiştir.
Bunda Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.309 İbni Ömer rivayetle, kendisi Resulullah
(s.a.v.)’ın sabah namazında son rekatta rukudan sonra başını kaldırdığı zaman: “Allah’ım!Filanca filanca kişiye lanet et”
dediğini, bundan önce de: “Semi
Allahu limen hamid, Rabbena velekel hamd” dediğini işitmiştir.”310 Dolayısıyla hadisler O’nun (s.a.v.) rukudan
sonra kunut ettiğinde ve bir arızadan dolayı ettiğinde ancak sonra da terk
ettiğinde ittifak etmişlerdir. Sonra Enes şöyle demiştir: “Kunut akşam ve
sabahda vardır.”311 Bunu da Buhari rivayet etmiştir.
(309) Buhari: 8/170 Ali İmran suresinin tefsirinde: “Senin için bu işte bir şeyin yoktur”
ayetinin tefsirindeki babda ve Nisa suresinini tefsiri bölümünde: “İşte onları umulur ki Allah af eder” ayetinin
babında vs. Müslim: 675 Mesacid’de. Bütün namazlarda kunutun müstehaplığındaki
babda; Ebu Davud: 1442 Namazda, namazlardaki kunut babında Nesei: 2/201
iftitahda sabah namazında kunut babında.
(310) Buhari: 8/170 Ali İmran suresi tefsirinde:“Senin için bu işte bir şeyin yoktur”
ayetinin tefsirindeki babda ve Meğazi bölümünde: “Senin için bu işte bir şeyin yoktur” babında ve İtisam bölümünde:
“Senin için bunda bir şeyin yoktur” babında,
Tirmizi: 3007 Tefsirde, Ali İmran suresindendir babında: Nesei: 2/203 İftitah’da
kunutta münafıklara lanet babında.
(311) Buhari: 2/235 Namazın sıfatında: “Allahumme rabbena lekel hamd” babında ve vitir bölümünde rukudan
önce ve sonra kunut babında.
Berra dedi ki:
“Resulullah (s.a.v.) sabah namazında ve akşam namazında kunut etmişlerdir.”Bunu
Müslim rivayet etmiştir.312 Ebu Hureyre’de, öğlenin ve yatsının son
rekatlarında kunut yapmıştır. Sabah namazında: “Semi Allahu limen hamideh” dedikten sonra da kunut yapmış.
Müminlere dua etmiş, kafirlere de lanet okumuştur. Devamla da: “En çok benim
namazım, sizikilerden daha çok Resulullah’ınkine benzemektedir” demiştir.313 Buhari zikretmiştir. Ahmed dedi ki: “İkindi
namazındaki (kunut) yatsı namazının yerlerinde (mekanında)dir.”314 İbni
Abbas dedi ki: “Resulullah (s.a.v.) öğle, ikindi, akşam, yatsı, sabah
namazlarının sonlarındaki son rekatta:
“Semi Allahu limen hamideh” dedikten sonra peşpeşe bir ay boyunca kunut
yapmıştır. Hayy’dan olan Beni Seleym kabilesine dua etmiş arkasındakiler de:
“Amin” demişlerdir315 Bunu Ahmed ve Ebu Davud zikr etmişlerdir.
(312) Müslim: 678 Mesacidde, Müslümanlara bir bela vs. isabet
ettiği zaman tüm namazlarda kunut yapmanın müstehap olduğu babda; Ebu Davud:
1441 Namazda, namazlarda kunut babında: Tirmizi: 401 Namazda, Sabah namazında
kunut hakkındaki babda: Nesei, İftitahda, akşam namazında kunut babında.
(313) Buhari: 2/236, 237 Namazın sıfatında, Müslim: 676
Mesacidde: Tüm namazlarda kunutun müstehaplığı babında: Ebu Davud: 1440
Namazda, Namazlarda kunut babında.
(314) Nebi (s.a.v.) tüm boş vakit namazda kunut yapmıştır.
Tıpkı Ebu Davud, Darekutni hasen senedle rivayet ettikleri gibi. Onun son
rekatta rukudan sonra kunut yaptığı hadisinde Ebu Davud ve Hakim rivayet
etmişlerdir. Hakim sahihlemiş, Zehebi de onaylamıştır.
(315) Ahmed: 2747; Ebu Davud: 1443 Namazda, Namazlarda kunut
babında.
Gördüğün gibi bu
hadisler Nebi (s.a.v.)’in son rekatta rukudan sonra kunut ettiği hususunda
ittifak etmiştir. Bunlar da hiç şüphesiz arızi olup devamlı yaptığı değildir.
“Sahihi Müsim’de” Enes’den gelen bir rivayette şöyle demiştir: “Nebi (s.a.v.)
arablardan bazı kabilelere beddua ederek kunut etmiştir. Sonra da terk
etmiştir.316 Ahmed dedi ki: “Nebi (s.a.v.) bir ay kunut
etti. Sonra da terk etti.”317 Ebu Malik El-Eşcai dedi ki: Ben babama:
“Ey babacığım!Sen
şüphesiz ki Resulullah’ın (s.a.v.), Ebu Bekr’in, Ömer’in, Osman’ın ve Kufe’de
Ali’nin arkasında burada beş sene kadar kıldın. Onlar kunut ediyorlar mı idi?”
diye sordum. O da:
“Ey oğlum!Bu bidattir”
dedi. Tirmizi bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
(316) Sf: 214’de geçti.
(317) El-Fethur-Rabbani: 3/298. Hadis sahihtir. Bunu Buhari
Müslim’de rivayet etmiştir.
Nesei de rivayet etmiş
ve lafzı da şöyledir: “Ben Rasulullah’ın (s.a.v.) arkasında namaz kıldım. Kunut
etmemiştir. Ebu Bekir’in arkasında kıldım. O da kunut etmemiştir. Ömer’in
arkasında kıldım. O da kunut etmedi, Ali’nin arkasında kıldım. O da, kunut
etmedi” dedi. Sonra da: “Ey oğlum bu bidattir” diye devam etti.318 Sabah namazında kunutu kerih gören bu
hadisleri delil getirmektedir. Enes’in: “Sonra terk etti” kavli hakkında: “Bu
da mensuh olduğudur” demişlerdir. Rukudan önce yapmaya müstehaptır diyenlerin
delilleri, sahabenin ve tabiinin bu konudaki eserleridir (rivayettendir).
(318) Tirmizi: 402 Namazda, Kunutun terki babında Nesei:
2/203, 204 İftitahda, Kunutun terki babında hadis sahihtir. Bu, “Sahihayn da”
da geçmiş idi. “Resulullah (s.a.v.) bir ay boyunca kunut yaptı. Ril, Zekvan ve
Usayye kabilelerine beddua etmiştir.”Bu da gösteriyor ki kunut, musibetler vs.
olunca yapılmaktadır.
Ebu Davud et-Tayalisi
dedi ki: “Said bin Ebi Arube bize hadise tahdis etti. O da Ebu Reca’dan O da Ebi Mağfel’den rivayet etmiştir. Dedi ki: “O, sabah
namazında rukudan önce kunut etmiştir.”319 Malik dedi ki: “Hişam bin Urve, O da
babasından rivayetle dedi ki: “Kendisi rukudan önce kunut ederdi.”321 İsba
bin Ferec, Haris bin Miskin ve ibni Ebi Ömer dediler ki: “Bizlere Abdurrahman
bin Kasım hadisi tahdis ettiler. Dedi ki: “Sabah namazındaki kunut hakkında
Malike şanı soruldu”:
“Hangisi sizin için
daha iyidir diye?”O da:
“İnsanların
kavuşacağı. Bu da rukudan önce öncekilerin kunutu konusudur” dedi. Ben de:
“Hangisini hasseten
kendin için alıyorsun?” diye sorunca O da:
“Rukudan önce
kunuttur” dedi. Ben de:
“Kunut öyleyse
vitirdedir” dedim. O da:
“Onda kunut yoktur”
dedi.”322
(319) Tayalisi’nin matbu olmuş müsnedinde bulamadım.
(320)“Muvatta” ve “Mudevvene” adlı eserlerde bulamadım. Ancak
Zerkani’nin Muvatta’ya yaptığı şerhte buldum. O da şöyledir: “İbni Ömer’in
hadisinden sonra birçok Muvattalarda: Malik, O da Hişam bin Urve’den rivayette,
babası ne bir namazda ve ne de vitirde
kunut etmezdi. Ancak kendisi sabah namazında son rekatta ruku etmeden önce
kıraatini bitirince okurdu.”Muvatta Şerhi: 1/322.
(321) Bunu İmamı Malik’in, “Muvatta” ve “Mudevvine” adlı
eserlerinde bulamadım.
(322) Bu da yine öncekisi gibidir.
FASILA
Rukudan sonra kunut
yapmayı müstehap görenler, konu ile ilgili gelen açık hadislerin bunun rukudan
sonra yapılacağını gösterdiği için söylemektedirler. Nitekim bunların hepsi de
sahihtir. Esrem dedi ki: “Babam Abdullah’a dedim ki:
“Birisi Enes hadisinde:
-Asım el-Ehvel dışında- Nebi (s.a.v.)’in rukudan önce kunut yaptığını
söylemiştir?”Bunun üzerine O:
“Birisinin bunun
dışında söylediğini bilmiyorum” dedi. Asım’a muhalefet etmiştir. Dedim ki:
“Hişam O da Katade’den O da Enes’den rivayetle: Şüphesiz Nebi (s.a.v.),rukudan
sonra kunut yapmıştır. Temimi Ebu Meclez’den O da Enes’den gelen rivayette
şöyledir: “Nebi (s.a.v.) rukudan sonra kunut yapmıştır.”
Eyyub O da
Muhammed’den dedi ki: “Ben Enes’e, Hanzal’a es-Suddiye Enes’den dört yönlü
olarak sordum. Ebu Abdillah’a:
“Bu hadisler bunun
sadece rukudan sonra olduğunu göstermiyor mu?” diye soruldu. O da:
“Elbetteki, hepsi de
nerede olursa hafif olur ve Ebu Hureyre....” dedi. Ben de, babam Abdullah’a:
“Öyleyse rukudan önce
kunut yapmada ruhsat vermemiştir. Öyle
ki ancak rukudan sonra ki hadisler o zaman sahih olmaktadır?” dedim. O
da:
“Sabah namazında
rukudan sonra kunut olur. Bizler rukudan sonra olmak üzere vitirde kunutu
tercih etmekteyiz. Kim rukudan önce kunut ederse bunda bir beis yoktur. Nitekim
Resulullah’ın (s.a.v.) ashabında böyle yapmasından dolayı ve bunda onlara
ihtilaf hususu...... Rukudan sonra sabah namazındaki kunuta gelecek olursak,
şüphesiz Resulullah’ın (s.a.v.) yaptığı kunut musibet, bela vs. zamanlarda olup
sonra da bunu terk etmiştir. Onun fiili de sünnet olup terki de sünnettir.
İşte buna bütün
hadisler delalet etmekte, sünnette bununla da ittifak içinde olmaktadır.
Abdullah bin Ahmed dedi ki: “Ben babama: Kunutun hangi namazda olduğunu”
sordum, O da: “Vitir namazında rukudan sonra, şayet bir kişi sabah namazında,
Rasulullah’a (s.a.v.) uymak için -O mustazaf ona dua ettiğinden dolayı- kunut
yapacak olursa bunda bir beis yoktur. Bir kişi de kunutunda kendilerine dua
etse ve Allah’dan (c.c.) yardım etmesini dilese bunda da bir beis yoktur.” İshak
El-Hanbi dedi ki: “Ben Ebu Sevr’in babası Abdullah’a; Ahmed bin Hanbel’e şöyle
dediğini işitim:
“Sabah namazında
kunutta ne dersin?” Ebu Abdullah’da:
“Kunut ancak sıkıntı,
bela zamanlarında olur” dedi. Bunun üzerine Ebu Sevr Ona:
“Bizim üzerimizde
bulunduğumuz sıkıntıdan daha büyük sıktıntı mı olur?” dedi. O da:
“Durum böyle ise o
zaman kunut (et)” dedi. Esrem dedi ki:
“Ebu Abdillah’a sabah
namazındaki kunuttan sordum”, O da:
“Evet! işin başında
ortaya çıkmıştır. Tıpkı Nebi (s.a.v.)’in bir kavme beddua ederek kunut yaptığı
gibi” dedi. Ben de
“Sesini de yükseltiyor
mu idi?” dedim. O da:
“Evet! Arkasında
olanlarda amin diyorlardı. Nebi (s.a.v.) de böylece yapıyordu” dedi. Dedi ki:
“Ebu Abdillah’ın:
“Kunut, sabah namazında rukudan sonradır” dediğini duydum. Sabah namazında
kunut hakkında sanıldığında da, Onun: “Müslümanlara bir sıkıntı, musibet vs.
gelince imam kunut eder, arkalarında olanlarda “amin” derlerdi” dediğini
işittim. Sonra da: Mesela insanlara musibet olan şu kafirin yani Babek’in bulunuşu
gibi” dedi.323
(323) Babek: Kendisi Babek El-Harmi olup,
Babikiyye fırkası kendisine nisbet edilir. Bu fırka İslam’dan çıkıp mürted olan
fırkalardan bir tanesidir.
Abdus bin Malik
El-Attar şöyle demiştir: Ben Ebu Abdillah Ahmed bin Hanbel’e sordum, dedim ki:
“Ben Basralılardan
garib bir kimseyim. Bizde de bazı kişiler bazı şeylerde ihtilaf içindedirler.
Ben de onların ihtilaf ettikleri konuda senin görüşünü istiyorum.”O da:
“İstediğini sor” dedi.
Ben de:
“Basra’da bazıları
kunut etmektedirler. Ne dersin namazda kunut edenin arkasında namaza
durulmaktadır?” deyince, O da:
“Şüphesiz müslümanlar
kunut okuyan ve okumayanın arkasında namaz kılmışlardır. Şayet kunutun dışında
ya harfinde bir şeyler ziyade edilse mesela: “İnna nesteinuke” ya da, “Azabek
elcidd” ya da, “Nehfidu” vs. gibi sende namazda bulunsan bunları kesersin”
dedi.
(SONTEŞEHHÜDDENEBİ(S.A.V.)’ESALAVATGETİRME) FASLI
Ümmetine Nebi (s.a.v.)
son teşehhüdde selavat getirmelerini de meşru kılmıştır. Şöyle demelerini: “Allahumme Salli ala Muhammedin ve ala Ali
Muhammedin kema salleyte ala İbrahime ve ala Ali İbrahime inneke hamidun mecid.
Ve barik Ala Muhammedin ve ala Ali muhammedun kema barekte Ala İbrahime ve ala
Ali İbrahim inneke hamidun mecid”324 ve onlara, Cehennem azabından, kabir azabından,
yaşamın ve ölümün fitnesi ile mesih Deccalin fitnesinden Allah’a (c.c.)
sığınmalarını da emretmiştir.”325
(324) Buhari: 2/292 Enbiyada, “Allah İbrahim’i dost edindi” ayetinde ve Ahzab suresinde: “Allah ve melekler Nebi (s.a.v.)’ye salatu
selam getirirler” ayetinin babında ve dualarda Nebi (s.a.v.) salavat
getirmek babında; Ebu Davud: 976 Namazda, Nebi (s.a.v.)’ye salavat getirmenin
başka bir nevi ibni Mace: 904’de rivayet ettiler.
(325) Buhari: 3/192 Cenazeler, Kabir azabından Allah’a (c.c.)
sığınma babında, Müslim: 588 Mesacidde, namazda Allah’a (c.c.) sığınılacak
şeyler babında, Ebu Davud: 983 Namazda, teşehhüdden sonra ne denir babında,
Nesei: 3/58 Şehv’de: Namazda sığınılacak şeyler hakkında başka bir nev babında
rivayet ettiler.
Sıddık (Ebu Bekir)
(r.a.)’de namazında şunu okuduğunu bildirmiştir: “Allahümme inni zalemtu nefsi
zulmen kesiran ve innehu la yeğfiruz zunube illa ente feğfirli mağfireten min
indike, verhamni inneke entel ğafurur rahim”326 Teşehhüde ve selam verme arasında da sonunda
şunu okurdu Nebi (s.a.v.):
“Allahümmeğfirli ma kaddemtu ve ma ahhartu ve ma esrertu ve ma alentu ve ma
esreftu ve ma alimu bihi minni ente mukaddim, ve entel muahhir la ilahe illa
ente.”327 Sonra da sağına selam verir ve: “Es-Selamu aleykum ve rahmetullah” derdi.
Soluna da “Es-Selamu Aleykum ve
rahmetullah” derdi.328 Bunu onbeş tane sahabe rivayet etmiştir.
(327) Manası: “Allah’ım!Geçmiş ve yaptığım (ve
ileride eğer işlersem) benim günahlarımı bağışla! gizli ve açık olanları da ve
israf ettiklerimi de af et. Sen benden daha iyi bilirsin. Sen Mukaddim ve
Muahhirsin. Senden başka hiçbir ilah yoktur.” Mütercim.
Müslim: 771
Misafirlerin namazında, Gece namazı ve kıyamında dua babında, Tirmizi: 3417,
3418, 3419 Daavat’da: Namazın evvelindeki dua babında, Ebu Davud: 760 Namazda
namazda okunacak açılış duası babında.
(328) Ebu Davud: 996 Namazda, Selam babında. Tirmizi: 265
Namazda, Namazda selam verme babında, Nesei: 3/63 Sehvde: Sola selam nasıl
verilir babında. Hadis sahihtir. Tirmizi: “Bu babda Sad bin Ebi Vakkas’dan,
ibni Ömer’den, Cabir bin Semre’den, Berra’dan, Ebu Said’den rivayetleri de
vardır.
Kendileri selam
verince üç defa da: “Esteğfirullah”
derdi ve devamla şöyle derdi: “Allahümme
ente es-Selam ve minke es-Selam Tebarekte ya zel celali vel ikram.”329 “La ilahe
illallahu vahdehu la şerike leh lehul mulku ve lehul hamdu ve huve ala kulli
şeyin kadir. Allahümme la mania lina aleyte vela mutiye lima menate ve la yenfeu zakeddi
minkel ceddu.”330 “La ilahe illallah ve la nabudu illa iyyahu.
Lehu en-Nimetu, velehul fadl, ve lehdin velev kerihel kafirun.”331 Nebi (s.a.v.) ümmetine namazın
peşine tesbih, hamd ve tekbir getirmesini de meşru kılmıştır.332
(329) Müslim: 591 Mesacid, Namazdan sonra zikirin müstehaplığı
ve sıfatının beyanı babında, Tirmizi: 300 Namazda,namazda selam verince ne der
babında; Ebu Davud: 1513 Namazda, Selam verince ne der babında, Nesei: 3/68 sehvde selamdan sonra
istiğfar getirme babında.
(330) Buhari: 2/275 Namazın sıfatında, namazdan sonra zikir
babında: Daavat’da, namazdan sonra dua babında; Müslim: 593 Mesacid’de,
namazdan sonra zikirin müstehaplığında; Ebu Davud: 1505 namazda, selam verince
kişinin dediği babında Nesei: 3/170 Sehvde, Namaz bitince diyeceği şeyler
hakkında başka bir nevdir rivayet ettiler.
(331) Müslim: 594 Mesacid de, namazdan sonra zikrin
müstehaplığı babında; Ebu Davud: 1506. Nesei: 3/170, Sehvde, selamdan sonra
tehlil ve zikrin sayısı babında.
(332) Müslim: 596 Mesacidde, namazdan sonra zikrin
müstehaplığı babında Tirmizi: 3409 Daavatda, namazdan sonra ne kadar tesbih
eder babında: Nesei: 3/75 Sehvde: Teşbihin sayısında başka bir nev babında
rivayet ettiler.
Nebi (s.a.v.), Ukbe
bin Amir’e namazın sonunda muavizeteyni okumasını emretmiştir.333 Ebu
Umame hadisinden rivayetle Nesei Nebi (s.a.v.)’nin şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: “Her kim her namazdan sonra
ayetel kursiyi okursa, ölüm hariç hiçbir şey onun Cennet’e girmesini mani
kılmaz.”334 Nebi (s.a.v.) öğle’den önce dört rekat,
sonrasnda ise devamlı olarak iki rekat kılardı.”335 Kendisinin meşguliyeti bulunduğunda ikindiden
sonra (o sünnetleri) kılardı.336
(333) Ebu Davud: 1523 Namazda, İstiğfar babında; Nesei: 3/68
Sehv’de Namazda teslimden sonra muavizeteyni okumanın emri babında.
(334) Bunu ibni Kayyim “Zadul Mead”: 1/160 eserinde Nesei’nin
“Kübra” adlı eserine nisbette bulunmuştur. Şöyle dedi: “Bunu Muhammed bin
Hamir, O da Muhammed bin Ziyad El-Hilali, O da Ebi Umame’den tek olarak rivayet
etmiştir. Aynı zamanda Hasan bin Bişr’den, O da Muhammed bin
Hamir’den rivayet etti. Bazı insanlar bu hadisi sahihtir der iken bazıları da:
“Mevzu” demiştir. Ancak bunun asla delalet eden yolları bulunmaktadır. Dolayısı
ile mevzu (uyduruk) değildir. İbni Hacer de böylece demektedir.
(335) Tirmizi: 424 Namazda: Öğle de dörtlüyü kılmak
hususundaki babda. Hadis hasendir.
(336) Tirmizi: 184 Namazda, ikindiden sonra namaz babında:
Dedi ki: İbni Abbas’ın hadisi hasen bir hadistir. Bak: Bu hadisin güzel
münakaşası için vs. Tirmizi: 1/346, 350 sayfaya. Bunda Ahmed Şakir’in
tahkiklisine müracatta bulunun.
Öğlenin farzından
sonra dört rekat sünnet kılmayı da mendüb görmüştür. “Her kim öğleden önce dört rekatı kılacak olursa ve dört rekatı da
sonrasında kılacak olursa ateşi ona haram kılar.”337 Tirmizi dedi ki: Bu hadis sahihtir.” Nebi
(s.a.v.)’den, onun ikindiden önce sünnet kıldığına dair sahih bir hadis nakl
olunmamıştır. “Sünen’de”Onun: “İkindiden
önce dört rekat sünnet kılana Allah’a rahmet etsin” buyurduğu mevcuttur.338
(337) Yollarının mecmasu ile hadis sahihtir. Tirmizi: 428,
namazda, Öğleden sonra iki rekat babında; Ebu Davud: 1369 Namazda: Öğleden önce
ve sonra dört rekat kılma babında; ibni Mace: 1160 Namazın ikametinde öğleden
önce dört ve sonrasında da dört rekat kılan babında, Nesei: 3/265; Ahmed:
6/326: Hakim: 1/312’de.
(338) Ebu Davud: 1271 Namazda, ikindiden önce namaz babında;
Tirmizi: 430 Namazda, ikindiden önce dört rekat kılma babında İsnadı hasendir,
Ahmed: 2/117, ibni Hibban: 616’da.
Kendileri akşamdan
sonra iki rekat yatsıdan sonra da iki rekat, sabahdan önce de iki rekat
kılardı.339 İşte bu on iki tane tertib sünnetidir.
Farzlarda on yedi rekattır. Kendisi gecede on rekat kılardı. Bazen de on iki
rekat kılardı. Bir defasında da vitir kılardı.340 Bu da kırk rekat olmuş oldum. İşte bu
devamlıca ifa ettiği virdi idi. Farzlar, sünnetler, gece namazı ve vitir.
(339) Buhari: 3/41 Tedavvu’da, farzdan sonra tetavvu (sünnet)
kılmak babında ve tatavvu hakkındaki babda ve öğleden önce iki rekat namaz
babımnda: Müslim: 729 misafirlerin namazında: Tertib sünnetlerin fazileti
babında: Ebu Davud: 1252 Namazda: Tatavvu kapılarının teferruatı ve sünnetlerin
rekatları babında da rivayet ettiler.
(340) Buhari: 3/16 Teheccüdde, Nebi (s.a.v.)’nin namazı
nasıldı? Babında: Müslim: 738 Misafirlerin namazı bölümünde: Gece namazı ve
Nebi (s.a.v.) namaz rekatlarının sayısı babında rivayet ettiler.
Sabah ve ikindi
namazlarından sonra dua okuması sünnetlerinden değildir. Bunlar ancak namazdaki
duasında getirdikleri dualardır ancak ve selamdan önceki dualar. Nitekim konu
ile ilgili açıklamalar geçti. Allah en iyisini bilir.
Kitap bitti.
0 Comments